Adam Smith Leninist miydi?

Hacı Hüseyin Kılınç

Sermayenin tarihi aynı zamanda yalanın ve çarpıtmanın tarihidir. Sermaye en başta kendi filozoflarını, ideologlarını çarpıtır. Bu çarpıtma ve yalan o kadar etkili olur ki sermayenin tarihsel düşmanı olan emek de dünyayı sermayenin gözünden görmeye başlar. Halbuki sermaye yani burjuvazi tarih sahnesine devrimci bir sınıf olarak çıkmıştı. Soyluluğun, toprak sahiplerinin dünyasını yıkması için önce ideolojik bir savaşa ihtiyacı vardı. Bunu sermaye adına ufukları sermayenin vizyonunu aşan filozof, düşünür ve edebiyatçılar ile başardılar.

Soyluluğun dünyası rahat ve güvenliydi. Orada harekete, dinamizme ihtiyaç yoktu. Toprak ya Tanrısal bir bağıştı veya doğanın bir lütfuydu. Soylular toprağa sahip olmak için hiçbir özel yeteneğe sahip olmayan bir sınıftı. Toprağa kanlarındaki asaletten dolayı sahip olmuşlardı. Bunun için soylu birinden dünyaya gelmek yeterliydi. Doğumla edinilen bu özellik doğal bir hak sayılıyordu. Bu hakkı kitleler gözünde meşrulaştırmak için kilise ile ittifak yapıyorlardı. Kilise soylulara gerekçe sunuyor ve Tanrının ilahi öğretisi statüko vazediyordu.

Burjuvazi tarihin gördüğü en bilinçli sınıftı. Çıkarlarının diğer toplumsal sınıflardan farklı olduğunun farkına çok erkenden varmıştı. Diğer sınıflarla ilişkilerinde kendi çıkarlarını onlardan ayıracak kadar açık bir bilince, kararlı bir duruşa sahipti. Soyluluğun stabil dünyasını radikal düşünürleri ve filozoflarının fikirleri ile yerle bir etti. Soyluluğu kitlelerin gözünde asalak, rantçı ve lüzumsuz bir sınıf haline getirdi. Artık soyluluğu siyasi ve askeri olarak yıkmak zor değildi. Soylular tüm bunların farkına vardığında iş işten geçmiş ve altlarındaki toprak kaymıştı. Soyluluğun direnci dünyanın sermayenin suretinden ortaya çıkmasını engelleyemedi.

Artık sermaye ile çalışanlar, emeği ile geçinenler başbaşa kalmıştı. Sermaye emek ile karşı karşıya kaldığında bütün devrimci özelliklerinden feragat etti. Radikal fikir ve düşünceler onun için ayak bağına dönüşmüştü. İlk çarpıtmayı burada yaptı. Burjuvazinin iktidara gelişinin koşullarını hazırlayan fikirler iğdiş edildi, çarpıtıldı ve burjuvazi tarihinin bu evresini inkar noktasına geldi. Adam Smith, David Ricardo ve Hegel burjuvazinin ihanet ettiği filozofların başında gelir. Smith bir piyasa kuramcısına, bırakınız yapsınlarcıya, piyasanın kutsanarak bir Tanrı haline getirilmesinin müellifine indirgenir. Görünmez el eğer Tanrının eli değilse nedir ki? O görünmez el kaynakların adil dağılımını sağlar, refahın ve büyümenin motoru serbest rekabet ortamıdır ve devlete düşün rol bu denge halini sürekli gözetmek ve ayakta tutmaktır.

Halbuki Smith ulusların zenginliği ile ilgileniyor ve zenginliğe giden yolları anlamaya çalışıyordu. Sermayenin bencilliğini, aç gözlülüğünü ve toplumsal sınıflar içinde kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen tek sınıf olduğunu çok iyi biliyordu. Yasa koyuculara, hükmedenlere kendinden başka kimseyi düşünmeyen sermaye sahipleri karşısında genel çıkarları gözetmelerini tavsiye ediyordu. Sermaye Smith'e göre 'kendi kazançlarının kötücül etkileri konusunda sesini çıkarmayan sadece başkalarının yarattığı etkilerden yakınan' bir sınıftı. Böylesine bencil bir sınıfa toplum terk edilemezdi.

Smith adeta bir Leninistti. Söylediğimizde oksimoron olacak bir laf ettiğimizin farkındayız. Biri sermayenin diğeri devrimci proletaryanın temsilcisi iki figür nasıl yanyana gelir. Smith ücretli emeğin 'toplumun genel çıkarlarını kavrayacak ya da onun kendi çıkarıyla olan bağlantısını anlayacak yetenekten' yoksun olduğunu söylüyordu. Leninist örgüt teorisi bundan başka nedir ki? İşçiler kendi çıkarları ile toplumun genel çıkarları arasındaki bağı kuramadıkları müddetçe bilinçleri en fazla sendikal bilince kadar çıkabilecekti. Bu bağın kurulabilmesi için bir örgüte ve siyasal dolayıma ihtiyaç vardı.

Üstelik Lenin bu bilincin işçiler arasında eşitsiz dağıldığını gözlemlemiş ve gerici fikirlerin devrimci partinin içine sızmasını engellemek için partinin kapılarını sınıf bilinçli işçilere açık tutmuştu. Sınıf bilinçli bir işçi ise ancak hükümet ve devlet katlarındaki siyaset ile günlük yaşadıkları arasındaki bağı kurabildiğinde bu bilinci edinebiliyordu. İşçilerin devrimci bir sınıf haline gelmeleri kendi öz çıkarları ile toplumun genel çıkarları arasındaki bağı kurmaktan ve bunu yapabilecek yegane sınıf olduklarını anlamaktan geçiyordu. Smith bu gerçeği çok erkenden görmüştü. Bu nedenle sermaye kendi düşünürlerinin çarpık imgesini yaygınlaştırarak dünyayı değiştirmek isteyenlerin bu kaynaklarla bağını kesmek istedi ve muradına da erdi.