Adana Düşman İşgalinden Kurtuldu, Dost İşgalinden Hala Kurtulamadı

Sedat Memili

Düşmanı çok olan, dostu çok olandan daha güçlüdür.

Düşmanın en büyük zaafı, düşman olduğunun bilinmesidir. En büyük gücü ise dost kılığında karşımıza çıkmasıdır.

Düşman, kişiyi ve ulusları güçlü kılar; birleştiricidir. Düşmanı çok olan, dostu çok olandan daha güçlüdür. Dost kılığındaki düşman, hoşgörü zaaflarımıza sığınır, güçsüz kılar ve ayrıştırıcıdır.

Toplum olarak düşmana ortak tavır alma konusunda bir sorunumuz yok… (Yoksa var mı?)

Dostlara vefa gösterme konusunda da bir sorun yok… Sorun dost ve düşmanın ayırt edilmesindedir.

 

Kaba örnek: 12 Eylül bizleri anarşiden kurtarma kılığıyla geldi, 24 Ocak Kararları ile Türkiye’yi yağmalama sisteminin önünü açtı. Düşman adımlarını dostça attı.

 

KURTULUŞUN RUHU; BAĞIMSIZLIKTIR

Fransızlar Adana’yı, kaşı gözü için değil, bereketli toprakları için işgal etti.

Endüstri Devrimi’nde gelişen İngiltere’yle rekabet edebilmek için, özellikle pamuk yetişmesine uygun topraklara ihtiyaç vardı. Adana’ya gelen Fransız valisi, Mısır’dan ve orada eğittiği Kamavorlar ile geldi.

Kamavorlar burada yaşayan Ermenileri de kandırdı.

İşgalin amacı bu verimli topraklarda yetişen pamuk ve zirai ürünler idi. Mersin Limanı’ndan sevkiyat riskli olduğu için, Karataş Limanı’nı kullanmayı planladı. Bu amaçla Karataş yoluna paralel demiryolu inşasına başladı. Başlarında Şeyh Cemil (Nardalı) olan ovadaki çiftçiler, demiryolunu bombalayarak işlemez hale getirdiler. (Hikâyesi Vedat Kâhyalar dostumuzda. Bir daha yazarsa bir daha okuruz.)

Kurtuluş düşüncesine ilham olan Adana, eşi görülmemiş bir dayanışma ile Fransızları, Adana topraklarından attı.

Kurtuluşun Ruhu, sadece Fransızlardan kurtulmak değildi.

Esas amaç, bu verimli toprakların bağımsızlığı idi… Bu toprakların bağımsızlığı ise, özgür tohum, özgür üretim, özgür pazarlama, özgür tüketim ve özgür paylaşımdır.

Ülkenin vatandaşları, canlarını ortaya koyarak bu toprakları siyasal olarak bağımsız hale getirmişlerdi. Üretim ve paylaşımdan kaynaklı özgürlükler devletin ve kurumların güvencesi altındadır.

Öyle olmalıdır.

*

ADANA’NIN YENİDEN İŞGALİ

 

*Adana’nın denize 165 Km. kıyısı vardır ve içinden iki büyük nehir geçmektedir. Böyle bir zenginliğin değerlendirilmemiş olması dost işgali değil midir?

*1955’li yıllara kadar Adana’da liman projeleri gündemin önemli maddesiydi. Bu konunun askıya alınması dost işgali değil midir?

*1930’lu yıllarda nüfusun %82’si köylerde yaşıyordu. Yani 4 köylü hem kendi ve ailesini hem de bir şehirliyi besliyordu. İşte o yıllarda Churchıll, Çanakkale’yi neden geçemediklerini Avam kamarasında şöyle anlattı: “Biz Osmanlı Ordusunu yendik ama Osmanlı evini yenemedik…”

Bu gün köyde yaşayan nüfus % 15’e düşmüştür. Köylü sadece kendini beslemek için zorlanmaktadır. Tarım ürünleri ithal edilmektedir. Üretim tutsak edilmiştir. Bundan şiddetli dost işgali olur mu?

*Cumhuriyetin 15. Yılında Adana’da İl ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfus dahil, her iki kişiden birinin işleyeceği toprağı vardı. İnsanımızı üretimden koparmak dost işgali değil de nedir?

*ÇUKOBİRLİK gibi bir kurumun işlevsiz hale getirilmesi tam anlamıyla dost işgalidir.

*Köylerin mahalle yapılmasına bu denli sessiz kalıp benimsenmesi dost işgalidir.(Böylelikle paylaşım da tutsak edilmiştir)

*Ova şehri olan Adana’da bulvarların (S) şeklinde eğri olması dost işgalidir. Ve eğri olan her bulvar ödenmiş bir borcun belgesi gibi durmaktadır.

*Yapılan yolların çeşitli nedenlerle en az beş kere kazılıp yeniden yapılması;

*Özellikle şehir merkezlerinde, çocuklu bir ailenin gezmesine imkân vermeyen düzenlemeler:

*Kontrolsüz kaldırım işgalleri,

*Her sitenin çevresine duvar örülerek insanların ve çocukların sosyal yaşamlarına set çekilmesi,

*Bir AVM 270 iş yerinin açılmasına engel oluyor. Bu AVM’lere ölçüsüzce ruhsat verilmesi,

*Fabrikaların bu kadar kolay özelleştirilip kapanmalarına göz yumulması,

*Gümrük Birliği giyotinine başta sanayicimiz olmak üzere köylünün geleceğinin kurban edilmesi, dost işgalidir…

Liste uzun siz, de ekleyebilirsiniz

 

SONUÇ OLARAK

 

ABD Savaş Bakanı Taft: “Bundan böyle ülkeleri obüs ile değil, dolarla işgal edeceğiz” dediği günden bu güne 110 yıl geçti.

Cumhuriyet yönetimi doları ve markı ülkemize sokmadı. (1 Lira 2 Dolar idi)

Düşman Türkiye’yi işgal yöntemi konusunda hata yaptığını anladı. Türkiye’yi asker çizmesi ile değil dolar ile işgal edilecekti. (Bu aklı veren Patrik’i önümüzdeki hafta yazacağım)

Cumhuriyet yönetiminin “Altı Ok İlkesi” ile dolar egemenliği kurulamıyordu.

Çok partili hayata geçiş, doların önünü açtı. (O dönemde borç alınan dolarların son taksit ödemesi birkaç yıl önce bitmişti)

Böylelikle çok partili olan güzel sistem, dolara kurban edilerek içi boşaltılıyordu.

İçerideki iktidar kavgaları sürerken, (Siz buna zenginlikten pay alma kavgaları diyebilirsiniz) sermaye varlıklarımıza tek tek el koyuyordu.

Belediyelerin zenginleşme ve iktidar yoluna açma rolü üstlenmesi ile vatandaş kendi kaderine terk edildi. Köylü köyünden, işçi fabrikasından, sanayici atölyesinden oldu…

Bunların hiç birini düşman yapamazdı. Çok denediler olmadı.

Artık düşman askeri çizmeler yerine, dolarla, borsayla, şimdi de bilmem ne koin ile yani hayal ile geldi.

Ordulara kafa tutan ve onu dize getiren halkım, bu hayal karşısında tutunamadı.

Çünkü bunlar düşman olarak değil, dost olarak geldiler.

Güzel yurdumun güzel insanı da dostlarını Tanrı Misafiri kabul eder…