Azap Çavuşluğu

Hacı Hüseyin Kılınç

Yalçın Küçük'ün sesinden uzun süredir yoksunuz. Herhalde kamunun dikkatlerini üzerine çeken son aydınımızdı. Türkiye aydınına tahammül edemeyen bir ülke. Hocanın üretkenliğinin zirvede olduğu 90'lı yıllarda ayrım gözetmeksizin her yazdığını okurduk. Üslup sahibi biri olarak dikkat çekmeyi becerir ve yazdıklarını okutmayı başarırdı. Kimileri her yazdığında bir hikmet ararken daha dikkatli okuyanlarda çok şey öğrenirdi. Hocanın her yazdığını onaylayan bir kitlesi vardı. Her şeyi ondan öğrenmek isterlerdi. Türkiye bu yönüyle eleştirel mesafenin, sorgulayıcı okumaların fazla yapılmadığı bir yer. Yalçın Küçük azap çavuşu tabirini çok sever ve çok sık kullanırdı. Yanılmıyorsam bu tabiri Fatih üzerine çalışmaları sırasında keşfetmişti. İlk baskısı 80'li yıllarda çıkan bu çalışma Hocanın Osmanlı'ya ilgisinin ilk ürünüydü. Belgesel yanından ziyade vizyonu ile dikkat çeken bir çalışmaydı. Belgeye dayalı milli tarihçilik tarihi sıkıcı bir konu haline getirmiş ve elindeki malzemeden nasıl yararlanacağından habersizdi. Hoca bu malzemeden bambaşka bir vizyon çıkarıyordu. Enis Batur Cogito dergisinde katıldığı bir yuvarlak masa toplantısında kitaba övgüler dizmişti. Batur'a göre kitap Hocanın en iyi çalışmasıydı. 

Sadede gelelim. Yalçın Küçük kitapta azap çavuşluğundan bahseder. Azap çavuşu kuşatmanın en önünde yer alır. Osmanlı ordusu bir kaleyi kuşatacağı vakit azap çavuşları ordunun en ön safında olurlar ve kuşatmanın fitilini tutuştururlar. Azap çavuşluğu en ön safta olmayı, en ileri atılmayı, düşmanla göğüs göğüse gelmeyi simgeler. Düşmanın direnci, mukavemeti onlar sayesinde kırılır. Çünkü düşman sağlam bir yere yaslanmıştır ve azap çavuşu düşmanın doğrudan hedefidir. Top güllerinin dövdüğü kaleleri, hisarları en öndeki azap çavuşu ile fethetmek mümkündür. Büyük bir bölümü can verir. Arkadan gelenler onlar sayesinde dağılmış, bozguna uğramış düşmana nihai darbeyi indirir. Bu yüzden azap çavuşu ordunun en fedakar, en atılgan ve en gözü pek sınıfını oluşturur. Düşmana vuracağı ilk darbe savaşın kaderini tayin edecektir. Hoca Fatih'in İstanbul kuşatmasını dikkatli biçimde inceledikten sonra azap çavuşluğunu metaforik bir kavrama çevirmişti.  

Merdan Yanardağ kişiliği, karakteri ve tavrı ile mevcut iktidar karşısında bir azap çavuşuydu. Siyasi iktidara karşı mücadelesinde diğer muhalif kanalların yaptığı gibi oportünizme tevessül etmiyordu. Mücadelesini doğrudan, tam cepheden veriyordu. En küçük yalpalamaya, uzlaşmaya ve geri adıma mahal vermiyordu. Siyasi iktidarı hiç bir zaman demokrasinin bir öznesi olarak işaretlememişti. Yapacakları konusunda en küçük bir zaafa, tereddüte düşmemişti. Bu topraklara mal olmuş Aydınlanma mücadelesinden çıkardığı dersler ışığında onun tarih karşısında yapacakları konusunda tavrı netti. Aydınlanma adına hangi kazanım var ise iktidar onları kazımaya, düşürmeye yeminliydi. Böyle bir anlayış karşısında aydına düşen görev dik durmak, taviz vermemek ve geri adım atmamaktı. Asıl bozgun tereddüte düşüldüğünde yaşanılacaktı. Bu nedenle Ergenekon yargılamaları sırasında o zamanki güç merkezi olan cemaatin hedefi haline gelmişti. 

Yanardağ bir sosyalist olarak bir çizgi çekiyordu. Bu çizgi Kemalizm ile Sosyalizmi eşit ölçüde kapsıyordu. Bu çizgide Kemalizmi soldan yorumlayan biri olarak ilk önce Doğan Avcıoğlu vardı. Bunun 90 ve AKP dönemindeki versiyonunu Yalçın Küçük üretmeye çalışmıştı. Bu çizgi Laikliğin ve Cumhuriyetin bir kalesi olarak orduya her zaman özel bir yer ayırdı. Orduyu bu topraklardaki ilericiliğin bir parçası saydı. Liberaller tarafından bu anlayış hep darbeci olmakla suçlandı. Cemaat orduyu hallaç pamuğu gibi atarken bu kesimlerde kumpaslardan, ceza evlerinden payına düşeni aldı. Yanardağ ilk formasyonunu, müktesebatını Kemalizme değil Sosyalizme borçluydu. Ancak sosyalizmin Kemalizmin yarattığı demokratik devrim üzerinde yükseleceğini düşünüyordu. Aynı paradigma içinde düşünenlerden farkı Kürt siyasetine eleştirel bakmakla beraber topyekun bir düşmanlaştırma retoriğinden uzak duruyordu. Emperyalizm ile ilişkisi konusunda eleştirse de demokratik özünü önemsiyordu. Bunu yurtseverlik kavramı ile açıklıyordu. Yurtseverlik dışlayıcı milliyetçilikten bambaşka bir şeydi. Yurtseverlik üzerinde yaşayan herkesi ortak vatanın bir parçası sayıyordu. Geçmişte yapılan yanlışlarla yüzleşmekten imtina etmiyordu. Yurtseverlik ülke ve toprak sevgisinin soldan edinimiydi. 

Ordunun tasfiyesinden sonra Yanardağ'a göre Cumhuriyetin en büyük savunucusu kurum olarak CHP kalmıştı. O yüzden kurduğu televizyonda bütün mesaisini CHP'yi bu hatta tutmaya vermişti. Kılıçdaroğlu'nu pratik konularda desteklese de özne olarak onu işaret etmeden partinin sağcılaşmasını, laiklik konusundaki umursamazlığını eleştiriyordu. CHP'nin tarihsel ayarlarına yeniden kavuşmasını, ancak salt bununla da yetinmemesini ve sola yönelik bir açılıma girmesini salık veriyordu. Tüm bunları yaparken iktidar karşısındaki muhalefetinin yoğunluğunu da düşürmüyordu. Yeni kurulan rejimi İslamo-faşist bir rejim olarak görüyordu. Siyasal İslamcılığın çıkacağı yegane adresin bir tür faşizm olacağını iddia ediyordu. Bu çabanın ürünü olarak da geniş yığınların eğitimi için kitaplar kaleme alıyordu. Kurduğu televizyon diğer muhalif kanallara göre iktidar karşısında daha uzlaşmaz ve daha muhalifti. 

Seçim sonrasında geniş muhalif yığınlara bir yılgınlık çökmüş iken Yanardağ alınan oyu önemsiyor, direnişe vurgu yapıyor ve umutsuzluğu dağıtmaya çalışıyordu. CHP içi savaşlarda Kılıçdaroğlu'nun yanında yer alıyordu. Muhtemeldir ki bu hattı sola doğru çekmenin daha kolay olacağı hesabıyla böyle davranıyordu. Israrla seçimin hile ile kazanıldığını, AKP'nin aslında seçimi kaybettiğini, hile ve hurda ile kendini yeniden iktidar yapmayı başardığını, ancak iktidarının çok kırılgan bir yapıya sahip olduğu için ciddi krizlerle sınanacağını söylüyordu. Muhalefetin kendi iç sorunlarına değil, hızla toparlanarak bu gerçeğe gözünü çevirmesini salık veriyordu. Tüm yapıp etmeleri ile bir azap çavuşuydu. Hisarda gedik açmak, kaleyi düşürmek için mücadele edenlerin en önündeydi. Ordusu bozguna uğramış olsa da o yılgınlığı kabul etmiyor, bildiğinden şaşmıyordu. Bu tavrı ile hasımlarının tüm nefretini, öfkesini üzerine çekti. Aynı saflarda olduğu muhaliflerin pek çoğundan Kürt meselesi konusunda daha cesurdu. Çoğu bu konuda iktidardan farksız düşünürken o bir sosyalist olarak demokratik bir düşünüşe sahipti. Bazılarının korktuğu konulara el atmaktan uzak durmuyordu. İktidar işine yarayan bir montaj video ile ondan kurtulmayı ve itibarsızlaştırmayı hesap ediyor. Yalnız bu azap çavuşunun çetin ceviz olduğunu unutuyor. 

Not: Bu yazı bir vefanın sonucu kaleme alındı. Doğrudan olmasa da dolaylı bir tanışıklık vardı.