Dini Darlar, Dindarlara Karşı

Erol Aydın

Hak ve batıl mücadelesi insanlık tarihi kadar eskidir. İnanmış ve iman etmiş herkes gerçek anlamda mümin olmadığı için bu durum yaşantısına da yansıyacaktır. Zaman içerisinde inandığı gibi yaşamayınca da yaşadığı gibi inanmaya başlıyor ki asıl tehlike de burada ortaya çıkmaktadır.

            Seküler yaşayanlar aslında iki arada bir derede olmanın sancısını çektikleri için vicdanlarını rahatlatma peşindedirler. Bunu yaparken de İslam ve onun değerlerine her fırsatta saldırmak kendisini tatmin için gerekli olacaktır. Güya kendince ideali bulmak adına her şeye karşı olmayı tatmin aracı olarak görmektedirler.

            Bu tür dini darlar sözlerine; dinci, dinsel, siyasal İslam, tarikat, cemaat, şeriat ve de yurt, kurs diyerek inancımızı itibarsızlaştırmaya çalışmaktadırlar. Fakat farkında olmadan dinden çıkmış olmaları pek umurlarında da olmayacaktır. Bilerek ve isteyerek dini değer ve kutsallara bu şekilde saldıran kişi kendini aşmış olarak çizgi ötesine geçmiştir. Dolayısı ile bunların şerrinden Allah’a sığınmanın ötesinde hidayete erişmeleri için dua etmek de gerekir. Bu toplumda bir arada yaşadığımız için uzlaşmak ve ortak paydada buluşmak kaçınılmazdır.

            Bu arada toplumda denge kurmak ve kamplaşmayı gidermek adına dindarlara da görevler düşmektedir. En azından Kur’an’ı hayatlarına tatbik ederek örnek ve model olmak zorundadırlar. İbadet ve itikadın ötesinde evrensel değerler konusunda da etik değerleri gözetmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde ortaya çıkan olumsuz örnekleri kendilerine dayanak yapıp, meseleyi kişiselleştirerek inancımızı sorgulamaktadırlar. İşte bu davranış ve uygulamalar sonrasında, “İnsanları dinden soğuttunuz!” diye ortalığı velveleye vermektedirler. Oysaki güzel kardeşim, senin imanın zaten pamuk ipliği ile bağlı olduğu için kopmak için bahane arıyordun. O yüzden de sakın kimseye suç bulma, sen zaten zıvanadan çıktığın için olması gereken olmuştur! Fakat hesaba katmadığın diğer tarafa bu savunman seni kurtarmayacak olmasıdır.

            Sonuç olarak; dini dar veya dindar hepimiz aynı toplumda yaşıyoruz. Birlikte barış ve huzur içinde yaşamak zorundayız. Herkes birbirine karşı hoşgörü ve toleranslı davranırsa gerisi Allah’a kalmıştır. Kimsenin inancını sorgulamak durumunda olmadığımız için her koyun kendi bacağından asılacaktır. Bizim dindar olarak tebliğ ve irşat görevimizi yaparak davet etmek durumundayız. Davete icabet sünnet olduğu için belki dikkate alınacaktır. Fakat farzları terk eden birisinin sünnetlere ne derece riayet edeceği de muammadır. Yeter ki kimse kimseyi suçlamasın zaman içerisinde taşlar yerine oturacaktır. Zaman da su gibi akıp geçtiği için geç kalmamakta esastır, gerisi teferruat.

            Esenlik dileklerimle,

            Erol Aydın