Homeros toplumu

Hacı Hüseyin Kılınç

Homeros destanları ile ilgili gözlemlerimizi paylaştıktan sonra şimdi Homeros’un yaşadığı toplumun nasıl bir şey olduğuna bakmaya sıra geldi. Homeros’un yaşadığı toplum kabilelerden oluşuyordu. Akrabalık ilişkileri üzerinden birbiri ile bağ kuran komşu kabileler kendi aralarında da gevşek bağlar kuruyordu. Homeros toplumu sınıfsız bir toplum değildi. Hem sınıflara hem de bir tür kastlara bölünmüştü. Üretim temelde toprağa bağlı olduğundan toprak sahipleri üst sınıfı oluşturuyordu. Büyük toprak sahipleri yanlarında köle ve işsiz güçsüz özgür insanları çalıştırıyordu. Çiftlik veya malikâne sistemi henüz oluşmuş değildi. Köy veya en fazla kasaba kabul edeceğimiz yerleşkelerin etrafında tarım yapılan araziler bulunuyordu. Toprağı ekip biçip, işleyen insanlar işlerini tamamladıktan sonra evlerine dönüyordu. Bu durum henüz yerleşim yerlerinin belli bir büyüklüğe ulaşmamasından kaynaklandığı gibi güvenlik için de gerekliydi. Çünkü kabileler arasında sık sık savaşlar çıkıyor ve ittifaklar değişebiliyordu. Yine tarımla birlikte yağma ve talan en önemli ekonomik faaliyetti. 

Destanlarda krallardan bahsedilse de kabile formasyonunun bulunduğu bir aşamada kral olarak nitelendirilen insan aslında tipik bir kral değildi. Kral belli bir toprak parçası üzerindeki mutlak otoriteyi temsil eder. Sınıfsal olarak daha ileri bir sınıflaşma aşamasına karşılık gelir. Destanlarda kral olarak nitelendirilen insanlar gerçeklikte birer şeftir. Her şefin kendi kabilesi üzerinde kısmi de olsa bir otoritesi vardı, ancak bu mutlak değildir. Yunanlar bu kişiye ‘Basileus’ derdi.  

Basileus savaşta ve barışta kabilenin başındaki kişidir. Basileusluk soydan geçmiş olsa da uyması gereken töreler, örfler vardır. Ancak bunlara uyması kaydıyla görevini sürdürebilir. Bir kabile toplumunda bu değerler daha çok savaş kavramı etrafında oluşturulmuştur. İyi savaşçı olmak, ön saflarda savaşa girmek, kahramanlık göstermek, zaferler kazanmak şarttır. Savaşta kazanılan ganimetlerden aslan payını almakla birlikte Basileus payı tüm savaşçılara eşit ve adil biçimde dağıtmak zorundaydı.
 
Bir basileus aynı zamanda iyi bir hatip olmalıydı. Topluluğun nabzını iyi tutabilmeli, etkileyebilmeli ve savaş dışı zamanlarda topluluğun birliğini koruyabilmeliydi. Bu nedenlerle retorik yani belagat, Yunanların altın çağına gelindiğinde artık her Atina yurttaşının öğrenmesi gerekli bir şey haline gelmişti. Çünkü yurttaşlar açısından doğrudan demokrasinin söz konusu olduğu bir yerde bir konuda fikrinizi galebe çaldırabilmeniz için iyi retorikçi olmanız şarttı. Hatta filozofluğu öğretmenliğe dönüştürerek paralı hale getirdikleri için Sokrates’in hışmına uğrayan sofistler bu işi meslek haline getirmişti. Retorik, hitabet iyi bir komutanda, basileusta, bulunması gerekli en önemli meziyetlerden birisiydi.  

Basileus kafasına estiği gibi davranma hakkından yoksundu. Savaş karar alabilmesi için diğer basileuslarında onayına ihtiyacı vardı. Toplumun üst sınıfını oluşturan kişilerin desteğini kazanmadan savaşa karar veremezdi. Diğer basileuslar isterlerse bu karara karşı çıkabilirdi. Aslında basileus feodalitenin beyine çok benziyordu. Osmanlının kuruluşunu düşündüğümüzde bir Yunan basileusunun Ertuğrul veya Osman Bey’den çok fazla farkı yoktu. Barbarlıktan daha yeni çıkmış bir toplumda barbarlığın temelini oluşturan askeri demokrasi anlayışı çok kuvvetliydi. Sınıfsal yarılmalar ilerleme kaydetmiş olsa da topluluğun yaşamında barbarlığın zihniyeti hâkimdi. Geçmişte  kabilenin erkeklerinin verdiği savaş kararına artık topluluğun önderleri karar veriyordu. Diğerleri alınan karara uymak zorundaydı.       

Homeros toplumunun temel birimi aileydi. Kadın eve kapatılmıştı ve çok fazla söz hakkına sahip değildi. Yunanlar aileye ‘oikos’ diyorlardı ve onu çok önemsiyorlardı. Bir oikos evi, arazileri, hayvanları, köleleri ve diğer çalışanları da içerisine alıyordu. Kadınlar evde dokuma yapar, ev işleriyle ilgilenirdi. Savaşta elde edilen ganimetler içinde en kıymetli payı köleler oluşturuyordu. Köle tüm varlığıyla oikosun reisine tabiiydi. Yine yurttaşlar arasında malını mülkünü kaybetmiş olanlarda bir oikosa sığınarak tarım işçisi olarak çalışırdı. Soy baba üzerinden devam eder, ölümü halinde serveti çocukları arasında paylaştırılırdı. Kızlar mirastan pay almazlar, ancak evlendikleri zaman yanlarında çeyiz götürürlerdi. Ayrıca gelinin babasına başlık denilen ‘bodna’ verilirdi. Evlilikte tek eşlilik kural olmakla birlikte köle kadınlardan yeni eşler seçilebiliyordu. İlyada’da Agamemnon ile Akhilleus’un arası bu nedenle bozulmuştu. 

Yukarıda belirttiğimiz gibi oikos sadece çekirdek aileyi değil tüm arazileri, hayvanları, köleleri, yabancıları da içine alıyordu.  Oikos sadece topluluğun temel birimi aileyi kapsamıyor ayrıca ekonomik faaliyetlerinde temel birimi anlamına geliyordu. Eski Yunan’ın tüm entelektüel birikimini kuşatan biri olarak Aristoteles bu nedenlerle ekonomik konuların işlendiği ilk kitap olarak bilinen eserine ‘Oikonomika’ adını vermişti. 

Homeros toplumu savaşçı bir toplumdu. Tüm ahlaki ve toplumsal değerler savaşın etrafında oluşmuştu. Onur, erdem, yiğitlik, kahramanlık, sözünde durma, ölülere saygı uyulması gerekli değerlerin en başında geliyordu. Savaşlarda ve yarışmalarda başarılı olanlara iyi anlamına gelen ‘agathos’ sıfatı yakıştırılırdı. Bu kişi sözünün eri olur, tanrılara verdiği sözleri yerine getirir ve savaşta arkadaşlarına sadık kalırdı. Topluluğa savaşçı değerler hâkim olduğundan yükselmenin yolu da bu konuda gösterilecek başarılara bağlıydı. Bu nedenle erkekler arasındaki rekabet savaş üzerine kurulmuştu. Daha fazla asker toplayan, savaşta fazla yararlık gösteren, ganimeti adil paylaştıran topluluk içinde kariyer yapıyordu. Ganimetlerle zenginleşerek basileus haline geliyordu. 

Bu toplumun henüz yazılı yasaları yoktu. Yazılı hale getirilmiş yasalarla yönetilen bir topluluk haline gelebilmesi için iki asırlık bir zamana ihtiyacı vardı. Yunan karanlık çağlarından aydınlık çağlara doğru ilerledikçe topluluk medenileşme evresinin içerisine daha fazla çekilmiş olacak ve uyması gerekli kuralları da yazılı hale getirecekti. Yazılı yasaların bulunmaması topluluğun yasası olmadığı anlamına gelmiyordu. Kabile aşamasındaki bir topluluğun en temel yasasını töreler oluşturuyordu. Töreler topluluğun kendi tecrübelerinden çıkardığı kurallardı. Yaptırımı ve bağlayıcılığı yasalardan daha güçlüydü. Çünkü topluluğun kolektif bilincinin ürünüydü. Yasalardan farklı olarak kutsallığa da sahipti. Töreleri çiğnemek topluluk dışına itilmek demekti. Topluluk dışına çıkmak yabancı olmaktı. Yabancılık mülkiyetsiz olmak, topluluğun güvencesinden yoksun bulunmak ve bir oikosun desteğinden mahrum bırakılmaktı. Bir tür sürgün… 

Bu toplum sürekli kabuk değiştirerek Yunan altın çağına kadar devam etti. Homeros destanları nasıl Yunan karanlık çağı denilen dönemi daha iyi anlamamıza imkân sağlıyorsa Yunan tragedyası da altın çağ olarak nitelenen Yunan 5.yüzyılını daha iyi kavramamıza imkân sağlayan eserleri bıraktı. İmkan bulursak buradan devam edeceğiz.