Hemşehrimiz Behçet Çelik 'Erkek Dutların Gölgesinde' için K24'e yazdığı yazısına romanın kendisine bir başka romanı yeniden okuma isteği uyandırdığını söyleyerek girer. Bahsettiği roman büyük yazarımız Orhan Kemal'in 'Kanlı Toprakları'dır. Bu romanda da Çukurova'daki Ermeni meselesi işlenir. İşin içinde yine Ermenilerden kalan mal ve mülkler vardır. Romanın baş kişilerinden Nedim Ağa da birçok benzeri gibi sahip olduğu fabrikayı ' yıllar önce Emvali Metruke'den, gene bu parti mebusu, hatırlı birinin yardımıyla ucuza satın almış, yıllar yılı da geliştirip büyütmüştü'. Görüldüğü gibi Özkarcı'nın romanının başkişisi Hacı Salih nasıl ortağı Soğomon'un fabrikadaki hissesine çökerek ilk birikimini yapmışsa 'Kanlı Topraklar'ın Nedim Ağası da tek parti sayesinde servetini yapmıştır. Her zenginin alnında ilk günahın silinmez lekesi vardır.
Bilmeyenler için kısaca izah edelim 'Emvalı Metruke' ülkeyi terk etmek zorunda kalan Ermenilerin geride bıraktığı mal ve mülklere deniliyordu. Devlet büyük bir özen içinde Ermenilerden geride kalan mal ve mülkün tek tek kaydını tutmuş, listesini çıkarmıştı. Nedim Ağa tek partinin düzenlediği balonun biletlerini almakta mızmızlanınca 'Bu fabrikayı baban mı yaptırdı? Ermeni malı. Partimizin sayesinde eline geçirip palazlanınca, sana onu temin edenlere yan mı çiziyorsun? Kafamızı kızdırma, bir kulbunu bulur elinden alıveririm ha!' denilerek azarlanır.
Özkarcı'nın romanı çok katmanlıdır. Romanın leitmotifi Ermenilerin giderken bıraktıkları gömülerin defineciler tarafından aranmasının yarattığı olaylar etrafında kurgulansa da Özkarcı romanına başka temaları da eklemler ve roman başka olaylarla da giderek zenginleşir. Roman tek bir zaman diliminde ve sınırlı sayıda kahramanın başından geçenler üzerinden ilerlemez. Dört bölümün ilk iki bölümü 40'lı yıllara odaklanırken kalan iki bölüm 90'lı yıllara yerleşir. İlk iki bölüm yüzyıl başına kadar gider gelir son iki bölüm 40'lı yıllarla bağlar kurar.
Yukarıda romanın tek bir konu etrafında dönmediğini ve katmanlaşarak ilerlediğinden söz etmiştik. Roman üstü kapalı çağrışımlarda bulunarak başka romanlara da göndermeler yapar. Neticede tarihi bir mesele geniş bir zaman dilimi içinde işlensede roman başka romanlardan çağrışımlarla da yüklüdür. Behçet Çelik sadece birinden bahsetmişti. Biz Hacı Salih'in trajik bir sonla hayatını noktalayan komünist oğlu Yusuf'un hikayesinde yine büyük romancımız Vedat Türkali'nin Güven romanı ile benzer izlekler gördüğümüzü söyleyelim. Bu basit bir öykünme, etkilenme değil. Özkarcı bu işleri bilecek entelektüel kapasiteye, edebiyat birikimine sahip birisi. Çünkü Özkarcı edebiyatın her kulvarında üretimde bulunan biri: öykü, roman, şiir ve özellikle edebiyat eleştirisi.
Başka birisi bunu bir zaaf kabul ederek bu kadar yakın bir izleğe yerleşmeyebilirdi, ama romanın geçtiği 40'lı yıllar ve Yusuf'un serencamı bunu mecbur kılıyor. O nedenle Özkarcı dışsal endişeleri bir yana bırakmış ve romanın iç sesine kulak vererek Yusuf'u yazmış. Yusuf, Hacı Salih'in İstanbul'a Hukuk okumaya giden oğludur. Dönem ikinci dünya savaşı ve milli şef iktidardadır. Türkiye sürekli manevralar yaparak savaşın dışında kalmaya çalışmakta ve tarihsel TKP kendisini likide etmiş olsa da komünistlerin attığı her adım yakından takip edilmektedir. Parti savaş başlamadan seperad kararı alarak kendini tasfiye etmiş üyelerini başta CHP olmak üzere legal alanda çalışmaya göndermiştir. Yusuf partiyi ararken dikkat çeker ve polis operasyonu ile kendini işkenceleri ile meşhur Sansaryan Han'da bulur. Yusuf sadece komünist olduğu için işkenceden geçmez, eli kolu uzun babasının ayarlaması ile ekstra işkenceler görür. Hacı Salih oğlunun komünist olmasını kabullenemekte ve oğlunun bedeni üzerinde daha fazla zulüm yaptırarak komünistlikten vazgeçirmek istemektedir.
Yusuf İstanbul'da kalma imkanlarının tükendiğini, deşifre olduğunu ve partiye ulaşmasının artık imkansız olduğunu anlayınca Adana'ya döner. Yusuf Adana'da da partiyi arar fakat komünistler sürekli tevkifata uğradıkları için başlarını kaldıramamakta zaten parti seperat kararı aldığından doğru dürüst bir faaliyet yürütmemektedir. Yusuf umduğu bağlantıyı kuramayınca Bürücek'e çıkıp kafasını dinlemek ister, ancak mevsim kış olduğundan vazgeçer. Hacı Salih yakın çevresine oğlunun komünist olduğu için değil serserilik yaptığı için memlekete döndüğünü söyler. Kader ağlarını Hacı Salih için değil Yusuf için örmüştür adeta. Babasının katil adayı Hacı Salih'e ulaşamayınca Yusuf'u takibe başlar ve Yusuf kendisini takip edenin babasını öldürmek için Beyrut'tan geldiğinden habersiz polis takibinde olduğunu zanneder. Hacı Salih'te aldığı tehdit mektuplarından ölümün ensesinde olduğunu hisseder, ancak kader ağlarını talihsiz Yusuf için örmüştür. Bağ evindeki oturak aleminden hava almak için dışarı çıkan Yusuf babasının katili tarafından ustura ile boynu kesilerek katledilir.
Özkarcı müthiş bir polisiye final yapar. Bu bölümü okurken sanki bir polisiye okurmuş duygusuna kaptırırız kendimizi. Özkarcı'nın niyeti okuru şaşırtmak mıdır sadece? Baba değil oğul, bir kapitalist değil bir komünist öldürülmüştür ve katil bu bilgilerden habersizdir. Bilseydi kör öfkesine yenilerek Yusuf'u öldürür müydü yine de? Özkarcı'nın sırf şaşırtmak için böyle bir son hazırladığını düşünmüyorum. Benjamin tarihin hep galipleri yazdığını asıl yenilenlerin tarihini yazmak gerektiğini söylemişti. Ermeniler milyonlar halinde katledildiler ve romanın geçtiği tarihte acıları henüz çok taze ve intikam peşindeydiler. Katil için öldüreceğinin çok bir önemi yoktu. Hacı Salih'e yakın biri olması yeterliydi. Komünist Yusuf partiyi ararken nasıl toy idiyse etrafını saran olay örgüsünü anlamaktan da uzaktı. Bu da komünistlerin saf, iyi niyetli, ancak kendilerini tehlikelerden koruyamayacak uyanıklıktan yoksun olduklarını akla getiriyor. Devlet de bunu biliyordu ve istediği an tevkifat yapabiliyordu. Asıl uyanık olan mütegallibe yani Hacı Salih'lerdi, çünkü Kıvılcımlı'nın dediği gibi yalnızca modern tarihin değil yedi bin yıllık antika tarihin bilgisine de sahiptiler.