İnandırıcılık

Hacı Hüseyin Kılınç

Uzun süren inkardan sonra Erdoğan'da ekonominin gerçeklerini kabullenmek zorunda kaldı. Çözemediği her sorunda olduğu gibi meselenin bağlamını değiştirerek mücadele etmeyi tercih ediyor. Önceleri dış güçlerin Türkiye'yi zayıflatma, çökertme, diz çöktürme planlarının neticesiydi ekonomide yaşanılan sıkıntılar. Bu argümanlar artık inandırıcılığını kaybetmiş olmalı ki şimdilerde enflasyonun dünyanın her yerinde insanların başına bela olduğu, emtia fiyatlarının yükselişinin yalnız Türkiye'ye mahsus bir sorun değil bütün ülkelerde yaşanılan bir vakıa olduğu evresine geçildi. En sonunda Erdoğan enflasyonla, hayat pahalılığı ile ne kısa vadede ne de orta vadede baş edemeyeceğini kabullenmek zorunda kaldı. 

Aralık ayı enflasyonu yüzde 13 iken Ocak ayı TÜİK Başkanı'nın değiştirilmesine rağmen yüzde onların üzerinde açıklanmak zorunda kalındı. Enflasyon etkisi aritmetik olarak değil neredeyse geometrik olarak artan oranlara ulaştı. Gıdada, ulaşımda, akaryakıtta, barınmada, ev eşyası gibi halkın tümünün zorunlu ihtiyaç kalemlerini oluşturan sektörlerde hayat pahalılığı ürkütücü oranlara ulaşmış bulunuyor. Düzelebileceğine ilişkin de ortalık da hiçbir veri bulunmuyor. İnkar edilemez bu gerçekler karşısında iktidar inkarcılığın maliyetinin daha fazla olacağını hesaplayarak sorunu kabullenme, ancak bağlamını değiştirme politikasını tercih etti. Ama Türkiye'nin yaşadığı yüksek enflasyon oranlarını başka bir ülke yaşamıyor. Türkiye'ye bu açıdan yaklaşabilecek tek ülke olan Arjantin dahi çok daha aşağı rakamlara sahip. 

Ekonomik bunalım insanların yaşamının tek hakikati haline geliyor. Sınıfsal körleşme, zenginlik ve yoksulluğun inkarı artık tevil götürmüyor. Sınıfsal kimliklerin önüne geçmiş olan etnik, mezhebi ve diğer kimlikler yaşanılan olgular karşısında geriye çekiliyor. Yoksulluk, hayat pahalılığı karşısında düşen yaşam kaliteleri, en temel ihtiyaçların dahi karşılanmasının giderek zorlaşması, hane halklarının en zorunlu tüketim kalemlerine doğru sıkışması, orta sınıfların giderek yoksullaşması, yoksulların ise daha dibe doğru çekilmesi önümüzdeki gerçekler olarak duruyor. Türkiye belki bütün ülkelerin yaşadığı bu süreci herkesten daha ağır biçimde yaşıyor. Siyasal iktidarın rasyonellik zeminini kaybetmesi, kendi gücüne duyduğu aşırı güvenden kaynaklı karar alma mekanizmalarının tıkanması, ekonomiyi giderek siyasetin sultası altına alması gibi gelişmeler Türkiye'yi diğer ülkelerden farklılaştırıyor. Buraya özgü problemlerin yoğunluğu siyasal iktidarın herkes bu sorunlarla boğuşuyor söylemini itibarsızlaştırıyor. 

Erdoğan bu gerçeği kabullendiğinden yaşanılan sorunları yine sadece kendisinin çözebileceğine ahaliyi inandırmaya çalışıyor. Çözerse yine ancak Erdoğan çözer söylemi tekrar tekrar piyasaya sürülüyor. Muhalefetin ortak bir ekonomi politikasına sahip olmadığı koşullarda bu söylemin tümüyle etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Başka bir siyasi iktidarın başına gelse onu tam anlamıyla çöküşe sürükleyecek gelişmelere karşılık AKP yüzde otuzların başında tutunduğu gibi Cumhur ittifakının oyları yüzde 40'a dayanıyor. HDP'yi dışarıda bıraktığımızda iki ittifak neredeyse başa baş gözüküyor. Siyasal iktidar açısından bir iktidarın başına gelebilecek en ağır tablo yaşanırken muhalefetin en büyük öbeğini oluşturan millet ittifakının siyaseti domine edememesi, üstünlüğünü kalıcılaştıramaması halk nazarında tam bir alternatif olarak algılanmamasından kaynaklanıyor. 

Millet ittifakı şimdilik ekonominin yarattığı tablonun sonuçlarıyla ilgileniyor. Halkın yaşadığı yıkımı, ağır tabloyu empresyonist ressamlar gibi sadece izlemek ve tuvale kaydetmekle uğraşıyor. MetroPOLL'ün Ocak ayı ölçümlerine göre halkın  yüzde 47,1'i muhalefetin Türkiye'yi yönetebileceğine hala inanmıyor. Erdoğan'da problemleri çözemezken alternatiflerinin de asla çözemeyeceğine milleti inandırmaya çalışıyor. Görünen o ki bunda kısmen de başarılı olabiliyor. 

Hayat diğer sorunları geri plana çekerken muhalefetin inandırıcı bir ekonomik proğramı milletin önüne koyması en önemli önceliği oluşturuyor. Mevcut tabloyu ifade etmek gelinen aşamada artık yeterli değildir. Erdoğan'ın çözemediği sorunu muhalefetin nasıl çözebileceğini toplumun önüne inandırıcı biçimde koyması gerekmektedir. Kılıçdaroğlu'nun Babacan'ın bu sorunla ilgili bir çalışma yürüttüğü beyanı hem talihsizdir hem de yeterli değildir. Tek adam rejiminin keyfi uygulamalarıyla daha da kangrenleşen sorunları Babacan ile de çözebilmek mümkün değildir. Bu ifade ekonomiye ilişkin gerçeklerin hala kavranamadığının ve Derviş'in çizdiği çerçeveye hapsolunduğunun göstergesidir. Bugünkü tahribatın kökleri 24 Ocak kararlarıyla atıldı, 1994 Gümrük Birliği ile ekonomik esaret sağlam kazıklara bağlandı ve Derviş ile de sınırsız piyasacılığın tam gaz önü açıldı. Babacan sıcak paranın oluk oluk geldiği bir evrede sadece Derviş döneminde alınan kararların uygulayıcısı oldu. 

Küresel kapitalizmin merkezleri dahi elli yıllık neoliberal programı açıktan eleştirmeye başlamışken farklı alternatiflerin konuşulmaması muhalefetin inandırıcı olamamasının en büyük nedenidir. Mesele sadece beşli çetenin kayrılması bütün büyük kamu ihalelerinin onlara peşkeş çekilmesi değildir. Bu kapitalizmin kurallı olmadığı, siyasetin servet dağılımında hala en büyük faktör olduğu Türkiye gibi tüm ülkelerin başlarındaki beladır. Çin'de, Rusya'da vb ülkelerde aynı şeyleri yapıyor. Türkiye'nin gelinen aşamada neoliberal modeli ciddi biçimde sorgulamaya, kamucu seçenekler üzerinde yeniden düşünmeye ve stratejik sektörlerini tekrar kamunun kontrolüne almaya ihtiyacı vardır.