Nıall Ferguson emperyalizm yanlısı Britanya tarihçilerinin en çalışkan, en velutlarından. Emperyalizm yanlılığını üstün ulusculuğa veya ırkının fiziksel özelliklerine dayandırmaz. Britanya tarihinin en sert eleştirmenlerinden biridir aynı zamanda. Ulusunun sermaye birikiminin temelinde korsanlığın olduğunu ve bu işin bizzat krallar ve kraliçeler tarafından desteklendiğini söyleyecek kadar da açık sözlüdür.
Siz örneğin herkese elma şekeri dağıtan İlber Ortaylı'dan böyle birşey işitebilir misiniz? Osmanlı Barışı'ndan bahsederken aslında bu barışa diğer halkların gönülsüzce rıza gösterdiğini ve temelinde bir boyun eğdirmenin bulunduğunu söyleyeceğini tahmin edebilir misiniz? Veya Kurtuluş Savaşı'nın eşraf için temel motivasyonunun gayrımüslim mal ve mülklerine el koymak olduğunu söyleyen bir Kemalist tarihçiye rastlayabilir misiniz? Böyle şeyler buralarda olmaz çünkü. Olmaz, çünkü buralarda tarih, en kabadayısında bile bir şişinmeden ibarettir. Ataların temelsiz bir üstünlüğüne ve gerçek tarihin manipülasyonuna dayanır.
Her çalışması aynı düzeyde olmasa da 'İmparatorluk: Britanya'nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi' Ferguson'un çalışmaları içinde ayrıksı bir yere sahiptir. Ferguson Britanya İmparatorluğu'nu hararetle sahiplenir ve modern dünyanın biçimlenmesindeki rolünün altını çizer. Ferguson emperyalist olmaktan utanmadığı gibi böylesi bir rolü benimser, sahiplenir. Çünkü emperyalizm sadece kan, gözyaşı, sömürü, işgal ve ilhak demek değildir. Ferguson emperyalizmin türleri arasında bir ayrıma gider.
Fransız tipi emperyalizm medenileştirici bir misyona sahip ve bu misyonu nedeniyle kendini herkesten üstün ve ayrıcalıklı görürken Britiş olanı serbest ticarete, dünyanın ticari ağlar içine çekilmesine ve bunun gereği kurumların yaratılmasına yani özel mülkiyet, rekabet, hukuk, bilim ve teknoloji ve piyasaya dayalıdır. Emperyalizmin klasik çağrışımları geç kalanlara mahsus olup işin sonu zaten faşizme varmıştır. Bu çalışmayı konuya ilgi duyanlara öneririm. En aşağıdaki uzun parağrafı 'Amerikan İmparatorluğu'nu anlattığı kitabından aldım. Bu kitap önerdiğim çalışması ile aynı ayarda olmasa bile burada da açık sözlü bir Torry gibi konuşur ve lafı eğip bükmez.
Türkiye'de kapitalizmin tarihini yanlış öncüllere dayandırarak anlatan çalışmaların sayısında son zamanlarda ciddi bir artış yaşanıyor. Bu çalışmalar konu edindikleri Batı Avrupa tarihini yanlış anlattıkları gibi çıkardıkları modeli yaygınlaştırarak Batı dışı toplumlara da uygulamaya çalışıyorlar. Bunların en başında da bizde liberal ve sosyal demokratların çok önem verdikleri Doran Acemoğlu'nun çalışmaları geliyor. Kapitalizmin tarihini sadece kurumların gelişimine indirgeyerek ve bahsi geçen kurumların her hangi bir topluma adaptasyonu halinde aynı sonuçları vereceğini yayarak yapılan bir tarihçilik bu.
Kurumlar siyasetten bağımsızlaştıkça ve kurumsal özerklik varolduğu müddetçe ülkelerin gelişmesinin, kalkınmasının önünde esaslı engeller bulunmuyor. Bunun için gerekli olan öncelikle bir hukuk devleti, güçler ayrılığı, piyasaya devlet müdahalesinin tümüyle ortadan kaldırılması, sağlam mali ve finansal yapılar ile liyakata dayalı bir bürokrasi. Bunu tamamlayıcı bir unsur olarak yolsuzluğa bulaşmamış bir siyaset alanı. Aslında bu görüşler hiç de yeni değil. Eski bir düşünce ekolünün, klasik modernleşme kuramının yeni bir sürümü diyebiliriz. Ben okuduğum metinler içerisinde Nuray Mert'in K24'deki bir yazısı dışında bir Acemoğlu eleştirisine rastlamadım. Ermeni de olsa buralı olması, yaygın Ermeni tezlerine uzaklığı ve Nobel almış olması sağdan ve soldan birçok insanı Acemoğlu'nun tezlerini sorgusuz sualsiz kabullenmeye itiyor.
Bunda elbette tezleri ile Batı'nın üstünlüğünü birkez daha yeniden üretmiş olması, piyasayı kutsaması, Batı'nın gelişme aşamalarının tüm toplumlar için örnek teşkil edebileceğini düşünen klasik modernleşme kuramını bu kez kurumlar üzerinden tekrarlayarak yeni bir sürümünü yapmış olması, solun da artık liberal tarih okumalarına eklemlendiğinin yeni bir örneği olması gibi nedenler bu tezlere yaygınlık ve inandırıcılık kazandırıyor. Ferguson bir Torry tarihçi olarak önceliğini demokrasiye değil refaha, Batı uygarlığının kalıcılığına ve gücüne verdiği için tarihin daha doğru bir okumasını yapıyor. Çünkü bir Torry için mülkiyet, mülkiyetin güvencesi hukuk her şeyin önünde olup demokrasi ve diğer değerler, ancak bunun üzerinde yükselebilir. O nedenle kapitalizmi ve Batı uygarlığını savunma konusunda bu açık sözlü Torryler liberal ve bilumum üçüncü yolcu sosyal demokratlardan daha samimi ve açık sözlü oluyor.
'Temsili bir yasama organı, şeffaf bir mali sistem, bağımsız bir para otoritesi ve düzenli bir menkul kıymetler piyasası, başta limited şirketler olmak üzere her türlü şirketin gelişebileceği kurumsal ortamı yaratır. Genel oya dayalı bir yasama organı anlamında demokrasi büyüme için vazgeçilmez değildir; Çin, Malezya, Singapur, Güney Kore, Tayvan ve Tayland'ın son dönemdeki ekonomik başarılarını göz önüne getirin. Şayet oy hakkının aşırı genişlemesi ekonomik olarak zararlı mali ve parasal politikalar için popüler taleplerin ortaya çıkmasına yol açarsa, demokratikleşme bir ülkenin ekonomik kalkınmasını yavaşlatabilir bile. Öte yandan, demokratik toplumların kamu eğitimine ve kamu sağlığına yatırım yapma olasılığı daha yüksektir ve bu da bir toplumun ekonomik performansını arttırma eğilimindedir. Asya'daki otoriter rejimler ekonomik açıdan iyi durumda olsalar da, dünyanın geri kalanındaki çoğu rejim böyle olmamıştır. Şili gibi 1973 sonrası istisnalar ekonomi alanında hukukun üstünlüğüne sahip olabilirler, ancak insan hakları alanında kesinlikle, bundan yoksundular; Augusto Pinochet'nin diktatörlüğü altında mülkler, insanlardan daha fazla hakka sahipti.' (s.226)