“Karanlığa küfredeceğine bir mum yak!” demiş Konfüçyüs. Ne kadar da güzel demiş. Olumsuz bir duruma sabahtan akşama kadar küfretsek neyi değiştirebiliriz? Bir kötülükten kurtulmak ve onu yok etmek için çaba göstermek gerekir. Lafla peynir gemisi yürümez sözü de bize aynı öneride bulunuyor. Atalarımız, ışıklar içinde uyusunlar, her konuda deneyimlerini bize aktarmak istemişler ve bu sözlerle torunları olan bizlere uyarıda bulunmuşlar. Onların bu sözlerine de atasözü demişiz. Atalarımız genellikle doğru, güzel öğütlerde bulunmuşlar. Fakat arada bir aralarına kadını aşağılayan, kötüleyen sözler de nasıl olmuşsa sızmış ve günümüze kadar gelmiş. Bugün aynı kafada olanların dayanağı, sığınağı olmuş.
Kimdir bu ata dediğimiz kişiler? Senin, benim, onun büyük büyük dedeleri, yani erkekler. Peki, nineler yok mu? Onlar bir şey söylememiş mi? Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı! Sorduğun soruya bak, seninki de iş mi şimdi, diyeceksiniz. Duygu Asena’yı hatırlattınız bana. Bir kitabına, kadınların yaşadığı sıkıntılara dikkat çekmek için, “Kadının Adı Yok” ismini vermişti. Kitap “muzır yayın” olarak görülmüş ve yasaklanmış, sonra aklanmıştı.
Ataerkil bir toplumda kadının esamesi mi okunur? Onun karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin. Ne acıdır ki bunu da atalarımız söylemiştir. Kadını aşağılayan bu tür atasözlerinden daha onlarcasını sayabilirim:
Kızını dövmeyen dizini döver.
Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.
Kadını sırdaş eden, esrara tellal aramaz.
Kocanın vurduğu yerde gül biter.
Kadın erkeğin şeytanıdır.
Dişi yalanmazsa erkek dolanmaz.
Kadının kazdığı kuyudan su çıkmaz.
Avrattan vefa, zehirden şifa…
Yeter, yeter dediğinizi duyar gibiyim. Kadınlarla ilgili atasözlerimizin arasında çok sayıda böyle kötü örnekler sayabiliriz. Peki, bu konuyla ilgili deyimlerimiz masum mu? Onlarda da görülür bu hastalıklı durum:
Erkek sözü vermek.
Erkek gibi davranmak.
Erkek adam olmak.
Kadın gibi kıvırmak.
Kadın gibi gülmek.
Elinin hamuruyla erkek işine karışmak.
Saçı uzun aklı kısa.
Kadın erkek deyip durunca aklıma fıkra gibi bir olay geldi. Çocukluk yıllarımda köyde imamlık yapan Ramo (Ramazan) emmimize, mahallenin dalgacı delikanlısı, muziplik olsun diye bir soru sormuş:
“Hoca emmi, Allah kadın mıdır, erkek midir?”
Hoca, yüzünden hiç eksik etmediği gülümsemeyle biraz düşünmüş, sonra da kendinden gayet emin olarak yanıt vermiş:
“Düşündüğün şeye bak! Kadın olsaydı bu kadar işin gücün altından kalkabilir miydi? Erkektir erkek!..”
Bu cevap, imamlarımızın yaptığı işi ne kadar bildiğini göstermektedir. O köy imamı okuduğunu anlasaydı, yani Arapça bilseydi bu soruyu böyle yanıtlamayacaktı. Kuran’da yazıldığı gibi Allah’ın doğurmadığını ve doğurulmadığını; O’nun kimseye benzetilemeyeceğini ve eşitlenemeyeceğini öğrenecek ve “Allah’ın cinsiyeti yoktur!” diyecekti. Koca Diyanet İşleri Başkanının (Ali Erbaş) bile Arapça bilip bilmediği tartışılan bir ülkede, köydeki sıradan bir imamın Arapça bilmemesinin lafı mı olur, diyeceksiniz. Haklısınız.
Geri bırakılmış toplumların genel sorunudur bu. Sosyal hayatta ve inançta kadınlar ikinci sınıf yurttaş olarak görülüyor. Diyanetin miras konulu cuma fetvasında bile kadının adı da hakkı da erkeklerin çok gerisinde kalıyor.
Kadını yok sayan, küçümseyen bu kültürün temeli, tek bir nedene dayanır. Güç kimin elindeyse onun sözü geçer. Bizim gibi erkek egemen toplumlarda da kadının yaptıkları görülmez, söyledikleri duyulmaz.