Kanon (2)

Hacı Hüseyin Kılınç

Bloom İtalyan bilgin Vico’nun izinden giderek kanonu çağlara uyarlar. Vico teokratik, aristokratik ve demokratik olmak üzere üç çağ tespit etmişti. Bloom bunlara bir dördüncü çağ olarak kaos’u ekler. Teokratik çağ antik Yakındoğu ile başlar: Gılgamış Destanı, Mısır Ölüler Kitabı, Eski ve Yeni Ahit ile devam eder… Bu çağın kanonikleri arasına en eski Sanskritçe destan ve metinler, Antik Yunan ve Helenistik dönemin oyun, destan, trajedi, masal ve felsefi yapıtları ile Roma’nın birikimi de dâhil edilir. ‘Olmazsa olmaz, mutlaka okunması gereken, habersiz olmanın aptallık sayılacağı’ Müslümanların kutsal Kitabını da Bloom listeye ekler. Aristokratik çağ Dante ile başlayıp Goethe ile kapanır. Bloom zevkine göre yaklaşık üç bin kitaplık bir kanon oluşturur
 
İyi okur açısından dahi listenin tamamının okunması zordur. Listenin hakkını vermek için tıpkı Dante’nin ebedi aşkı Beatrice kavuşmak için Araf Dağına tırmanmasında olduğu gibi zorlu bir yolculuğu göze almak gerekir. Zirveye ulaştığınızı zannederek Sisyphos gibi tekrar aşağı yuvarlanmak da olası, Dante’nin meşakkatli yolculuğunda olduğu gibi vuslata erişmek de mümkün. Talihliyseniz Vergilius ve Statius gibi bilgeler size eşlik eder. Yok değilseniz yolculuğa tek başınıza çıkacaksınız. Dante kadar talihli olamadığım için ne kadar çabalasam da zirveye ulaşamadım. 

Bloom’un listesine baktığımda yolun ne kadar başında olduğumu görüyorum. Başında olsam da tırmanacağım tepeler, kaybolacağım patikalar ve şaşıracağım yönler yılgınlığa sürüklemeyecek beni.  Bütün çabalarıma, hayatımı üç eve dağılmış kitapların arasında geçirmeme karşılık okumalarımın yine de ne kadar eksik olduğunun farkına varıyorum. Gerçi Bloom yılgınlığa kapılmamamız için gerekli motivasyonu sağlıyor, tüm kanonu okumaya insan ömrü yetmez diyor. O nedenle aralarından incelikli tercihlerde bulunmayı ihmal etmeyin diyerek tavsiyede bulunuyor. 

Çok okumuştum, ancak daha başlangıç aşamasında beni yönlendirecek bir otoritenin kılavuzluğundan mahrum kalmıştım. Aşırı politizasyon sağlam bir estetik birikimin karşısına engel olarak dikilmişti. Trostky’in ‘ Yalnız Politikayla Yaşanmaz ‘ yazısını çok erken yaşta okumuş olsam da üzerimde beklenen etkiyi yaratması için demek zamana ihtiyaç varmış. Bloom ‘ Trostky’in arkadaşlarına Dante okumalarını salık verdiğini, ancak üniversitelerde dahi artık Dante okutulmadığını ‘  söyler. 

Bloom’un listesi şahsi ve özeldir. Kendi edebi beğeni ve zevklerini yansıtır. Sivri dili ile sürekli ısırdığı Fransız kuram ve felsefesini zevksizlikle suçlar. Teorik züppelikleriyle alay etmekten kaçınmaz. Estetik bir o kadar şahsidir ve ancak edebi zevkin içinden geçilerek nesnel yargılara ulaşılabilir. Batının en seçkin üniversitelerinin edebiyat bölümlerinin bile öğrencilere edebiyat aşkı aşılayamadığından yakınır. 

İyi okur sosyal sorumluluk veya popüler hazlara ayak uydurmak için değil benliği inşa etmek, içsel yaşamı genişletmek ve yalnız kalmak için okur. Kaos çağı bunları yapmanın önüne engeller çıkarır. Dikkat dağıtıcı şeylerin sayısında olağanüstü bir artış yaşanır. Televizyon, bilgisayar ve şimdilerde akıllı telefonlar hayatımızda bir boşluğa izin vermez. Hele akıllı telefonlar benliğimizin, bedenimizin ayrılmaz birer parçası haline gelir. Bu kadar dikkat dağıtıcı unsurun yan yana geldiği bir çağda kitap okuyarak benliğin içine doğru çekilmek artık bir ayrıcalıktır. Çünkü okuma edimi okuyucudan özen ve fedakârlık talep eder. Bunun için sessizliğe ve yalnız kalmaya ihtiyacınız vardır. Yorgun bir zihin, dikkat dağıtıcı unsurların toplandığı bir mekân tüm bunların önünde engeldir. Bu söylediklerimize her türlü koşulda okumak yine de mümkündür itirazı yapılabilir ise de ideal okumanın şartlarını konuştuğumuzu anımsatmak isterim. 

Bloom’dan uzaklaşıp kendimize dönelim. Okumak çok uzun bir süre birilerine yetişmek, imrendiklerinizi yakalamak, herhangi bir tartışmada söyleyecek sözünüz olsun kaygısıyla yapıldığında bir süre sonra derin bir kriz kapının önüne doğru yaklaşmış olur. Krizi fark etmeniz zamanınızı alabilir. Ya bu eşiğe gelmeden okumayla işiniz tamamlanmış bu hevesten vazgeçmiş olursunuz ya da krizle mücadele etmenin yeni yol ve yordamlarını bulmaya çalışırsınız. Trostky’in sözünün künhüne vardığımda yaşım neredeyse kırk olmuştu. Okumalarımın sınırına geldiğimi hissetmeye başlamıştım. Özgün dilimi, sesimi, üslubumu bulabilmek için sabırla beklemiştim. Okumalarım daha çok tarih ve siyaset ağırlıklıydı. Erken dönemlerde edebiyat ve şiirle uğraşmıştım. Ama işte tıkanma gelip yakalamıştı.

Bu tıkanmanın kefareti yalnız kendimize ait değil. Müfredat, politik kültür, yayın piyasası ve başka nedenler asıl kaynaklar. Tüm bunlardan imtina etmemi gerektiren basınçla karşılaşma olanağından yoksunmuşum diye düşündüm.  İyi okullarda öğrenim görmeyenler hariç meraklı okur sınıfından pek çok kişinin başına da aynı şeylerin geldiğine inanıyorum. Aileden şanslı olanları unutmayalım. Eğitim hayatı gençlere klasik sevgisi aşılamadan sona eriyor. Kendi klasiklerimiz ise üstün körü bile anlatılmıyor. Çünkü bunları yapabilecek vasıfta öğretmen yetiştiremiyoruz. Fransız filozofların hayatını okuduğunuzda neredeyse tamamının liselerde öğretmenlik yaparak meslek yaşamlarına atıldığını görürsünüz. Althusser, Deleuze vd. böyle yetişmişlerdir. Biz de yegâne örnek olarak Nurettin Topçu aklıma geliyor. Neticede ilköğretimde gençlere bilgi sevgisi yani felsefe tutkusu aşılanmaz. Sistem ezber ve kazanma üzerine kuruludur. Sonra başka zorunluklar karşınıza çıkar hayatta ve en okumuşlar dahi temel nosyonları alamadan dediğim yaşlara gelir. 
          
Bloom şaheserlerinden olan Batı Kanonu ‘nu 1994’de yayınlandığında 40 yıldır hocalık yapıyordu. Bloom bir çeyrek yüzyıl daha yaşadı. Kitabının son satırlarını yazarken hem eleştirinin hem de iyi okurluğun artık üniversite çatısı altında değil çok az kalmış tutkulu okurun ‘ muhteşemlik ‘ deneyimini yaşama arzusu sayesinde ayakta kalmaya devam edeceğini söylüyordu. Evet, iyi edebiyat, kanonik eserler bizde muhteşem olanla temasa geçtiğimiz duygusu bırakır. Kant estetiğin de tıpkı nefesimizi kesen bir doğa manzarasından olduğu gibi insanda aynı hissi bırakacağını ifade etmişti ve yücelme adını vermişti bu  duyguya.