Köprülü’nün Çiçekli Kızlar Sokağı

Demet Duyuler

            Aylardan Eylüldü. Akşam vaktiydi.  Yanımdan insanlar ve yoldan arabalar geçiyordu vızır vızır.  Bense  kendi sessizliğimle Barajyolu’nda  yavaş yavaş yürüyordum. Belediyenin  refüjlere   ektiği mor hanım düğmelerinin kurumuş hallerini gördüm. Beter hüzne bulandım.  Mor hanım düğmesi çiçeklerinin  ekildiğini gördüğümde  yaşadığım sevinci  görseydiniz  “deli  mi bu kadın,  bunda  bu kadar sevinecek ne var?”  diye şaşardınız .


            Evlerin sokaklardan, insanların doğadan kopmadığı zamanlar geldi aklıma.  Doğup büyüdüğüm , anılar biriktirdiğim mahallem, sokağım, komşularımız hele de kalbimde parseli en büyük olan Şadiye teyze  ve dört duvarla çevrili bahçesi geldi aklıma. Biriketten örülü dört duvarla çevrili ,  tulumbalı, dut,  limon , kayısı, defne ağaçlı, reyhan, sardunya, kadife, ortanca, zambak, gelin duvağı,  horozibiği, mum, ful,  hanımeli ve mor hanım düğmesi  gibi  onlarca çiçek ekili ve kedi yavrularının eksik olmadığı  bahçe. Avlu mu demek gerekir, bilemedim.  Bildiğim yaşamımdaki en önemli  en özenli mekânlardan biriydi. Belki de benim ilk gönül parkımdı.


             Şadiye teyze, kırklı yaşlarda , kalbinin güzelliği yüzüne yansıyan,  iyi huylu, on parmağında on marifet birisiydi. Dört çocuğu vardı. Eşini işine,  çocuklarını okula dualarla sarıp sarmalayarak yollardı günleri aydın olsun diye. Ev içindeki işlerini bitirdikten sonra bahçesine iner  “nazlılarım,  zilli kızlarım “ diye seslendiği çiçeklerin  kokusunu içine çeke çeke konuşurdu. Her biriyle konuştuğu konu farklıydı. Birine çok çiçek açtığı için teşekkür, birine çiçek açmadığı için sitem eder, birine de o günkü sıkıntısı neyse onu anlatırdı. Karşı komşusu olan anneme “ Munise hatun, işin bittiyse gel de bir kahve keyfi yapalım şu zilli kızların arasında” diye seslenirdi. Annem de o an boncuklu, mekikli ne örüyorsa  iş torbasını koluna takar  geçiverirdi Şadiye teyzenin bahçesine. Onun bahçede olduğunu gören komşu kadınlar teker teker gelir bahçede bulunan  tahta sedirde ya da kütükten iskemle  üstünde  yerlerini alırdı. Böylece kızlar komitesi toplanmış olurdu. Çay şahane veya kahve bahane sohbetleri başlardı böylelikle. Kimi örgüsündeki hatayı düzelttirir, kimi dikmeye çalıştığı elbisenin  provasını yaptırır, kimi saçını kınalatır, kimi burkulan bileğini sardırırdı. Tabii bunları yaparken Şadiye teyzenin dudaklarından ya mani dökülürdü ya da  şarkılar. O muhteşem  kadife sesi  kadınların  büyük sıkıntılarını  anlık da olsa küçültür,  küçük sıkıntılarını eritirdi. İkindi ezanından sonra kadınlar anlık kurtuldukları hengâmeye yeniden döner yemek pişirme, çocuklarını, eşini karşılama telaşına düşerdi.


          Ya şimdi? Şadiye teyzenin ve komşu kadınların çocukları büyüdü. Ki onlar giyimine hayran olduğum  ablalar, yakışıklılığına bayıldığım abilerdi.  Kimi evlendi kendi yuvasına, kimi gurbete kendi ekmeğinin peşine gitti. Çocukluğumu saklayan   mahallem, o çok sevdiğim sokağım kocalarını toprağa vermiş yaşlı kadınlara kaldı.


          Bugün  hâlâ Şadiye teyze, sabah erkenden kalkıyor, kahvaltısını hazırlıyor, elim ayağım dediği bastonuyla bahçeye inip, çiçeklerini suluyor, kendi deyimiyle   zilli kızlarıyla konuşuyor. Ama  ne yazık ki, ne Şadiye teyzenin anneme “ Munise hatun, işin bittiyse gel de bir kahve keyfi yapalım şu zilli kızların arasında” diye  seslenecek sesinin gücü ne de annemin oraya gidecek hali  kaldı artık. Balkondan balkona   bahçedeki çiçeklere bakıp, sesleri kısık,  neşeleri kaçık   kahvelerini içiyorlar şimdi.

 

         Kim, neyi kaybettiyse onu arar  derler ya. Ben de Barajyolu’nun refüjlerindeki mor hanım düğmesi çiçeğiyle  çocukluğumu, kanı deli akan genç kızlığımı, omzumda yük olmayan yıllarımı aradım. Ruhum eski mahallemin  sokağında kaybolurken yanı başımda çalan bir araba kornasıyla gerçeğin beni büyütmüş , omzuna onlarca sorumluluk yüklenmiş dünyasına geri döndüm.