Milliyetçilik: Uzun Soluklu Bir Hayal

Hacı Hüseyin Kılınç

Geçmişe, geleceğe, olan bitene en bütünlüklü ve doyurucu cevabı modernlik öncesinde dinler verirdi. Dinlerin bu sorunlara verdiği cevap sade ve anlaşılırdı. Ölüm, yaşam, iyilik, doğruluk ve kötülük karşısında verilen cevabı inananların penceresinden  yorumlamayı öneririm yazıyı okuyanlara. Bu alanda bir dizi spekülasyon yapmak mümkündür. Ama spekülasyona yatkın olmayan, felsefi sorgulamadan geçmeyen, içine şüphe tohumları düşmeyenler için cevapların yeterliliğini kabul etmek gerekir. 

Seküler ideolojiler modernlikle birlikte dinlerin konumlarını önemli ölçüde sarstı. İnsanın faniliği, gelip geçiciliği gibi sorulara dinlere müracaat etmeksizin cevap verebilmek bir hayli zordur. Reformasyon dinlerin insan yaşamında kapladığı alanı oldukça sınırlamıştı. Modernlikle birlikte bu alan vicdan denilen yere kadar geriletildi. Hıristiyanlığın dünyayı düzenlemesi ve kamusal yaşamı biçimlendirmesi ise Protestanlıkla  birlikte laikliğin giderek kurucu bir ilke ve değer olarak benimsenmesine yol açtı. Peki dinin terk etmek zorunda kaldığı alan sekülerleşirken yukarıda sıraladığımız sorunlarla nasıl baş edilecekti. O vakit dinsel  kavramların sekülerleşmesi başladı. Bu konuda dinle yarışabilecek en iddialı ideoloji milliyetçilikti. Milliyetçilik insanın nereden gelip nereye gittiğine hayali cevaplar üretme konusunda iddialıydı. Köken miti, şehitlik kültü, cemaat duygusu dinin açtığı boşluğu kapsayacak en uygun çerçeveyi sunuyordu. 

Diğer seküler ideolojilerin örneğin liberalizm ve muhafazakarlığın böyle bir gücü yoktur. Liberalizm sıraladığımız kadim soruların hiçbirini cevaplayamaz. Muhafazakarlığın önemsediği deneyim ve gelenek sadece pratik sorunları karşılamak konusunda kolaylık sağlar. Seküler ideolojiler arasında dinlerin cevapladığı bu kadim sorunlara en kapsayıcı cevabı milliyetçilik ve sosyalizm vermiştir. İşte bu yüzden tarih boyunca karşılıklı rekabet halinde olmuşlardır. Bir yandan rekabet ederken diğer yandan da birbirlerini etkilemişlerdir. Ama tarihsel perspektifle yaklaştığımızda kitleleri etkilemek konusunda milliyetçiliğin daha baskın çıktığını söylemek mümkündür.

Milliyetçilik banal, dışlayıcı bir ideoloji olarak değerlendirilebilir, ancak uzun soluklu olmasının kaynaklarına eğilmek gerekir. Dünyanın siyasal birim olarak ulus/devletleri ölçek alması, her ulus/devletin çoğunluk hakim milliyete yaslanması kalıcılığın en önemli amillerindendir kuşkusuz. Ama milliyetçiliğin ardındaki motivasyonları ve doldurduğu boşluğun ne olduğu kalıcılığının asıl gerekçesidir düşüncesindeyim. 

Milliyetçilik modern bir ideolojidir. Modernlik öncesinde milliyetçilikten bahsedebilmek mümkün değildir. Kavmiyetçilik, etnikçilik gibi olgular milliyetçilikle karıştırılmamalıdır. Bu tür olguların milliyetçiliğe dönüşebilmesi için uygun tarihsel şartların oluşması gereklidir. Bu söylediklerimiz aralarında bir süreklilik olduğu yani her milliyetçiliğin mutlaka bir kavim veya etniye dayanması gerektiği anlamında yorumlanmamalıdır. Binlerce kavim veya etni içinden modern anlamda milliyetçiliğe dönüşenler sınırlı sayıda olmuştur. Bu tespit milliyetçiliğin modern bir ideoloji olduğunu ve ancak uygun şartlar hasıl olduğunda bahsettiğimiz olguların milliyetçiliğe dönüşebildiğini gösterir. Bu da ancak modernlikle ve ulusu bir cemaat olarak hayal edebilmenin araçlarının yaratılmasıyla mümkündür. Milliyetçiliğin en büyük özelliği ulusun hayali bir cemaat olarak tahayyül edilmesiyle  birlikte varlığının da tabiileşmesidir. Milliyetçilik bu sayede  sanki ezelden beri hep varolmuş ve varolmaya da devam edecek duygusunu verir  mensuplarına. Halbuki bilinen tarihi tüm iddiaların aksine oldukça yenidir