Neden yazıyorum?

Demet Duyuler

Yazıyla uğraşan hemen herkese ilk sorulan sorulardan biri bu sanırım. “Neden yazıyorsunuz? Ne kadar yazan varsa o kadar yazma nedeni vardır. Çünkü insan için kendini ifade etmek doğal bir gereksinimdir.  Kişi kendini anlatmak ister. Yaşadığını, duyumsadığını, gördüğünü, algıladığını, düşlediğini paylaşmak ister.  Bu paylaşım kişinin yeteneğinin izin verdiği yolda söz olur, ses olur,  renk olur. Bu nedenle bizim için sarı bir renktir ama Van Gogh için duygusunu ifade etmek için araçtır, biz ses duyarız ama duyduğumuz sesi anlatmayı beceremezken Mozart’la o ses can bulur. Duygu mutlak bir yol bulup kendini anlatmak ister tıpkı Sait Faik’in dediği gibi “Yazmasaydım çıldıracaktım”. Ben de kendimi anlatma yolunu şiirde buldum. Yaşadığım, yaşamak istediklerim, sustuklarım,  sesimi içime kaçırmak zorunda kaldığım durumlar,  içimde biriken, kalbimi delen, aklıma takılan veya çevremde olan bitenlerden duyumsadığım sızıyı dile getirmek, içimde yarattığı çığlığı anlatmak için yazmayı seçtim. 

 

İlk şiir yazma denemelerim de enerjimi aldığım gençlik heyecanlarımdı.  Lise yıllarımda, yaşantıma renk ve tat veren duygularımın sesini, gördüğüm gerçekleri,  farklı bir anlatımla dizelere dökmekten hoşlanıyordum. Bu şiirler de konu bütünlüğü ve ses uyumu olsa da emeksiz, çabasız şiirciklerdi ama o yaşlardaki benim duygularımı ifade etme biçimimdi ve çok da kıymetliydi.

 

Üniversitede Alman Dili ve Eğitimi okudum, yan alan olarak da halkbilim dersleri aldım. Böylece üniversite yaşamıyla birlikte sanat ve edebiyatın derinliği, zenginliği ile çevremde oluşan arkadaş ve hocalarımla da edebiyat-sanat ortamıyla da tanıştım. Bu tanışıklık benim edebi okumalara yoğunlaşmama neden oldu. İyi ki oldu. Edebiyatın içinde insanın-toplumun çığlığını dinledim, yaşamın kahkahasını duydum.  Ne güzel bir şanstır ki toprağı bol olsun Adnan Yücel’i tanıdım, ondan ders aldım. “ Edebiyat yaşama bakışı zenginleştiren bir penceredir. İç dünyasında yaşadıklarını, düşündüğünü, anladığını ve anlamlandırdığını yazıya dökenler, toplumun vicdanı ve yol göstericileri olanlar yazardır” derdi. Bu tanışıklık benim için dönüm noktalarından biridir. Çünkü şiir yazmanın ne kadar zor, ne kadar özel, ne kadar çok çaba sarf edilmesi gerektiğini öğretti. Herkes duygusunu şiirle anlatabilir ama bu kendine göre şiir midir, yoksa sanatın içinde şiir denir mi sorusunu sormama neden oldu? Empati kurmayı, yaşamadan yaşanmışı hissetmeyi, tarlada çalışan işçinin alnındaki teri, belindeki ağrıyı kendi yorgunluğummuş gibi duyumsamayı Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den öğrendim. Öğrendikçe anlatmak istediklerim çoğaldı, karşımdakinin sevincini, acısını kendi duygummuş gibi hissettikçe dilim, elim şiire gitti. Dilin zenginliğini, Türkçenin anlatım gücünü, imge zenginliğini gördükçe de öğrenmenin ve anlatmanın sonunun olmadığını gördüm. Bu anlatış benim kendimle, ötekilerle hesaplaşmamı sağlıyor. Olaylar ve sorunlar karşısında aldığım tavra kimlik kazandırıyordu. Halen öğrenme süreci, halen hep amatör hissetmeme neden olan da öğrendikçe İmamı Azam’ın dediği gibi  “ Bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım başım göğe değerdi” bilincidir.

Her kişinin yaşamı kendi romanını ve gizini içinde taşır. Bu gizin içinde dış dünyanın gördüğü kimliklerimiz, sıfatlarımız vardır da o sıfatların bize yaşattığı duygular asıl gizin kendisidir. Günlük yaşam içersinde yazma uğraşısından önce gelen sorumluluklarım var. Gün yirmi dört saat… Bu süre içinde okumak için fırsat kovalıyorum, yakaladığım anda okuduğum yazarın dil ve duygu dünyasına yolculuk yapıyor, kendi birikimimi arttırıyor, edebi beslenmemi sağlıyorum. Aslında yazma eylemi için kendimle baş başa kalabildiğim zamanlarım yetersiz.  Yazmayı günlük yaşantım arasına sıkıştırmak zorunda kalıyorum. Bu nedenle, çok üzülsem de bu konuya yazmak yaşam biçimim olamadı henüz. Yazmak, yaşama tutunma biçimim şimdilik. Zaman ilerleyip sahip olduğum iş ve aile içindeki sıfatlarımın yükü hafifledikçe Ümit Yaşar gibi demek istiyorum “En ağır işçi benim/Gün yirmi dört saat seni düşünüyorum” benim ağır işçiliğim okumak ve yazmak yani edebiyat olacak tabi. Böylece ben daha çok kendimi, dünyanın bana gösterip hissettirdiklerini anlatacağım dilin engin zenginliği ile. İnsanın insana ölüm biçtiği şu dünyada yaşananlardan, yaşatılanlardan her insan gibi ben de sorumlu olduğumun farkındayım. Yazma seçimim nedeniyle benim sorumluluğum ve yüküm diğer insanlardan daha fazla sanırım. Bu nedenle  hissettiklerimi şiirlerimle hissettirmek için uğraşıyor,   sorumluluk duygusuyla  tanıklığımın  hakkını vermeye çalışıyorum gün içinde yakaladığım dar zamanlarda. Şimdiye dek yayımlanan kitap adlarım aslında benim edebiyatçı sorumluluğu ile kendimle ve ötekilerle hesaplaşmada içimden geçen duyguları açıklıyor “İçimdeki Çığlık Dışımdaki Sessizlik, Kırılgan Bakışlar, Sarı Sıcak Deli Mavi ve Avuntu”.

               Şair olma yolunda yürüyen, dünyanın derdini dert edinen yine de her şeye rağmen cebinden umudu eksik etmeyen ve bunu şiir olarak yazıp onlarca kitap çıkarmak isteyen Demet Duyuler Doğan olarak dilim Türkçeyi, Türkçeye yaraşır yetkinlikte kullanmak ve bunu okuyucuyla paylaşmak kendime ve okurlara verdiğim sözümdür. Umarım okuma, yazma, paylaşma yolculuğumda şiirimin okuru çok olur ki duygular paylaşıldıkça zenginleşir, insan insanı tanıdıkça daha iyi insan olur.

Güzelliğin yolu insanı tanımaktan geçiyorsa yaşasın edebiyat yaşasın şiir.