Bugün süreç diyerek adlandırılan gelişmelere çatışma çözüm literatüründe barışın negatif evresi deniliyor. Bundan kasıt silah dışında bir seçenek bırakılmadığı için yasal zeminin dışına çıkan ve hedeflerine bu yöntemle ulaşacağını düşünenlerin bu gerekçelerini ellerinden almak ve şartları oluşturarak onlara siyaset yapabilecekleri siyasi ve hukuki zeminleri sunmak... Yalnız silah bıraktırmaya ve siyasal zeminin şiddetten arındırılarak asıl meselelerin diyalog ve müzakere zemininde çözümüne giriş yapmak için atılan adımlar barışın negatif evresini oluşturuyor.
Dolayısıyla bu süreç öncelikle eline silah alıp dağa çıkan ve hedeflerine silahlı şiddet yolu ile ulaşmak isteyenleri bir yöntem değişikliğine ikna etmeye ve 'gelin meselelerinizi siyasal zeminlerde konuşun ve müzakere edin' çağrısını içeriyor. Türkiye negatif barış evresinden pozitif barış evresine geçebilir mi sorusunun cevabını ise skolastik düzeyde yapılacak tartışmalar değil siyasal gelişmeler verecek. Pozitif barış çatışmayı yaratan asli unsurların ortadan kaldırıldığı, radikal olarak ele alındığı bir demokratikleşme yaşanmadan hayata geçirilemez.
Türkiye deneyim olarak çatışma çözüm süreçlerindeki negatif barış evresini yaşıyor.
Bu nedenle halkın büyük bölümünün konuya ilgisi zayıf ve yetersiz. Çünkü halk sofrasında azalan ekmeği ile süreç arasındaki bağlantıyı kurabilecek veya süreç sonuç verdikçe ekmeğini büyütme imkanına daha çok ulaşabileceği yönünde bir hissiyat ve iyimserlikten uzak. Negatif barış evresi doğası gereği silah elinde olanlar ile onları ellerine silah almaya mecbur bırakanlar arasındaki bir müzakereye dayanır. Bu olgu Türkiye'de karşımıza bir ada hapishanesinde Öcalan ile devlet yetkilileri arasında yapılan müzakereler olarak çıkıyor. Müzakere koşullarını tarafların öznel arzuları değil nesnel koşullar yaratır ve bu nesnel koşulların bölgesel gelişmeler olduğunu ise sağduyu sahibi herkes onaylayacaktır.
Barışın pozitif dili henüz kurulmadığı ve mesele sadece silahlı şiddetin sona erdirilmesi ve siyasal zeminin şiddetten arındırılmasıyla sınırlandığı için müzakerelerde doğal olarak çok sınırlı bir çerçevede yürütülüyor. Meclisteki komisyon müzakerenin çerçevesini genişletmek ve siyaset kurumunu da işe dahil etmek için kuruldu. Bunu en çok isteyen silahlı şiddeti örgütlemiş ve artık bundan vazgeçildiğini deklare etmiş Öcalan'dı. Şiddetin sona erdirilmesi konusunda devlet ile anlaşmış ve örgütünü gereksiz tekrarlar nedeniyle feshe ikna ettikten sonra sıra müzakere çerçevesini genişletmeye yani siyaset kurumunu işin içine dahil etmeye gelmişti.
İmralı ada hapishanesinde çok önceden başladığı anlaşılan müzakereler negatif barış evresine ulaşmış ve silahların feshi ile örgütün imkanlarının Türkiye aleyhine kullanılmaktan vazgeçilmesi konusunda bir anlaşmaya varılmıştı. Bu anlaşma örgütün karar mekanizmaların devreye girmesiyle örgüt tarafında da kabul edilmiş ve iş artık siyasal alanın devreye girmesine gelmişti. Çünkü devlet ile Öcalan arasındaki anlaşma, ancak siyaset ile topluma taşınacak ve süreç bir kitle onayı kazanacaktı. Öcalan görüşmelerin bir yerinde işin %50'sinin silah bırakma, çeyreğinin devletin ikna edilmesi ve geri kalanının siyasetin işi olduğunu söylemişti. Aslında ben işin yarısını yerine getirdim diyordu.
Devlet işe kendi zaviyesinden bakmış, örgüt kendini feshederek silah bırakma kararı almış ve olası provokasyonları önlemek için güçlerini çatışma olasılığı yüksek olan bölgelerden çekmişti. Ve süreç kendi mecrasında ilerleme kaydetmişti. İstihbarat kurumunun bu işleri takibi, gözlemi ve onayı olmaksızın komisyonun İmralı'ya gidebilme koşulları oluşamazdı. Komisyonun İmralı'ya gitmesi negatif barışın ikinci etabını oluşturuyor. Öcalan ilk defa devlet yetkilileri ve kendi özel aracıları dışında bir ses işitecek, siyaset kurumu da istihbarat başkanının ve devlet söyleminin söyledikleri dışında meselenin bir numaralı muhatabından işin neliğini öğrenecek.
Ama buralarda siyaset ucuz popülizmler ve kamu kaynaklarının yağması işiyle meşgul olduğundan bu düzeyde sorumluluklar almaya ne vakit hazırdı ki? 40 yıl 'bebek katili' dediğin adamın yanına gitmeye kim cesaret edebilirdi? Tabanını, kitleni sürekli zehirleyerek hakikatleri onlardan uzak tutarak gidilecek bir arpa boyu yol var mıydı? CHP şimdi bunun kefaretini ödeyecek. Gün 24 saat 'histerik' bir ulusalcılık pompaladıktan sonra iş sıkıya geldiğinde tabanımı ikna edemiyorum diyerek yüksek siyaset alanından savrulacak, yalpalayıp savrulacak. Elindeki imkanları o kitleyi eğitmek, ikna etmek ve bu süreçlere hazırlamak için niye kulllanmadın diye sorsanız verecek bir cevap yok. Çünkü siyasetin ucuzu, kolayı geçer akçe.... Birde buna Gazi Paşa gibi deha sahibi birini alet etmezler mi?