Okuma

Hacı Hüseyin Kılınç

Okumak da pek çok deneyim gibi hayatımızdan çoktan çekildi. Okumak için gerekli olan içine gömüleceğiniz bir kitap ve sessizlikti sadece. Bu tecrübeyi şimdilerde sadece bu işin ısrarlı tutkunları devam ettiriyordur herhalde. Okumaktan kastımız bir düşüncenin, fikrin, sorunsalın peşine düşmek. Çözdüğünü zannederken eksikliğini daha kesif hissetmek ve bazan da yönünü kaybetmek. 

Tekniğin yeniden üretilebildiği bir çağda bir kısım deneyimlerin yitimine dikkatimizi ilk Alman düşünürü Walter Benjamin çekmişti. Örneğin hikaye anlatıcılığının sona ermesinden bahsetmişti. Çünkü hikaye de deneyimle çok iç içeydi. Bir yaşanmışlığı, tecrübeyi gerektiriyordu. Benjamin zamanının  tekniği karşısında yakın çalışma arkadaşları kadar kötümser değildi. Radyonun, sinemanın yeni yaygınlaşmaya başladığı döneme bir yandan da umutla bakıyordu. Kısa radyo konuşmaları yaparak bu teknolojiden yararlandığı da olmuştur. Sinema ise sonradan daha da yaygınlaşarak tam bir kitlesel ölçek kazanmıştı. 

Tekrar okumaya dönecek olursak bugün okuma eylemini ikame eden bir kuşatmayla karşı karşıyayız neredeyse. Bir bilgisayarın artık akıllı telefon özelliği de kazanmasıyla birlikte okuma tam bir dönüşüm geçirdi diyebiliriz. Her tür haber ve ihtiyaç duyduğunuz bilgi emrinize amade artık. Bir taraftan haber sağanağına tutulurken merak ettiğiniz bilgiye çok kestirmeden ulaşma şansına da sahipsiniz. Kamusal alanda yani caddelerde, meydanlarda, sokakta, metroda, otobüste elindeki kitabın içine çekilmiş birine çok az rastlarsınız da akıllı telefonların içine hemen herkesin gömüldüğüne tanık olursunuz. 

Halbuki bir kitabın yerini başka bir şeyin ikame edebilmesi asla mümkün değildir. Eline bir kitap alıp kendi sessizliğine çekilen kişi kendisine ait bir evrenle baş başadır. Artık başka bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kişinin kendisi ve önünden akan satırlar bu dünyanın inşası için yeterlidir. Bu özel, benzersiz ve yeri doldurulamayacak bir deneyimdir. Özelin ve kişiselin inşası buradan sağlanır. Mesafe, ölçü, şahsilik ve özgünlük bu sayede üretilir. Modernlik derinliğin araştırılması idiyse romanlar da bunun aracıydı. Salamancalı Don Kişot'un hayal evrenini kuran ve onu etrafındaki gerçekliğe yabancılaştıran okuduğu ve dinlediği şövalye anlatılarıydı. Derinleşmek iç dünyalara yönelmeyi ve araştırmayı beraberinde getiriyordu. Başkalarının iç dünyalarına yönelirken kendi içinizi de kurcalamaya başlıyordunuz. Gençliğinde bu tür edebi deneyimleri yaşamış insanlar anlattıklarıma iştirak edecektir. 

Kitle kültürü ve sonrasında popüler kültür bu deneyimin alanını her geçen gün daralttı. Amacım bu kültürlere seçkinci bir karşıtlık üretmek değil. Ama ciddi okuma yapmanın bir elit kültürü olduğu her türlü tartışmadan varestedir. Bu kültürü yaşayabilmek için öncelikle ciddi bir boş zamana gereksinme duyulur. Her şeyi metalaştıran kapitalizmde boş zamana da ancak onu satın alabilecek birikim ve olanağa sahip olanlar kavuşabilir. Çünkü ciddi kültür sebatkar bir okuma pratiği gerektirir. Hem merak ve tutkuya hem de onun peşinden serazat gidebilecek boş zamana gereksinme duyarsınız. Halbuki meta üretimi boş zamanı serbest ve rahat bırakmaz. Adeta işgal eder. Boş zamanı iş gücünün kendini ertesi güne yeniden üreteceği bir zamana çevirir her şeyden önce. İş rutini, emek süreçlerinin bıktırıcı tekrarı, emeğin zihinsel ve fiziksel yıpratıcılığı kişinin adeta posasını çıkartır. Düşünmeyi, merakı ve tutkuyu öldürür. 

Yine de bu işi inatla yapanlar çıkar. Onlar boş zamanı bir yaratıcı zamana çevirirler. Kapitalizmin reklamla, tüketim ayartıcılığıyla boş zamanlarını işgal etmesine direnirler. Boş zaman ölü zaman değil kişinin yaratıcılığını harekete geçiren zamana dönüştürürler. Okuma işini de sıradanlaştırır meta üretimi. Bant sisteminde, kitlesel üretimde nasıl birbirinin tekrarı ürünler üretilirse geniş yığınların boş zamanını işgal etmek için de macera romanları, anlatıları, beyaz ve pembe diziler bolca üretilir. Sanatsal ve edebi değeri olan ürünler dahi bundan nasibini alır. Ürün bir metaya dönüşürken yazarı da işin zanaatçılığından uzaklaşarak bir piyasa kollayıcısına çevrilir. Trendler, eğilimler, duygular ve beklentiler özenle takip edilir ve bunlara uygun ürünler tedavüle sürülür.

Ve'lhasıl bir kitaba gömülüp sessizliğe çekilmek önemli bir iştir. Şimdilerde bu işin giderek savsaklandığına tanık oluyoruz. Türkiye'nin ne sözde kanaat önderleri ne okulları ne üniversiteleri ne de kamusal hayatı yitirilen bu deneyimin nasıl kazanılacağına dair bir dert taşımıyor. Ondan dolayı memleket de bir fikir hayatından söz edebilmek mümkün değil. Bırakalım bir fikir hayatını ortak bir kamusunun olduğundan dahi söz edilemez. 

Çünkü o baş başa kalış pek çok potansiyele gebedir. Önce kişinin iç dünyasını fark ettirir ve derinleştirir. Derinlik etrafındaki yüzeysellik ve sığlığı fark ettirir. Bu fark ediş başka duyuş, düşünüş ve sorgulayışları teşvik eder ve Hegelci anlamda olumsuzlamayı beraberinde getirir. İşte o olumsuzlama eleştirel düşünme dediğimiz şeyin kendisidir. 

İmkan bulursak devam ederiz...