Oya Tekin; “iddianame hukuki temelden yoksun; muhalefeti, yargı operasyonlarıyla yok etmeye çalışma çabası”

Tutuklu Belediye Başkanı Oya Tekin, iddianamedeki suçlamaları değerlendirdi: Hukuki temelden yoksun; muhalefeti, yargı operasyonlarıyla yok etmeye çalışma çabası

Tutuklu Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, iddianamedeki suçlamalara ilişkin olarak yaptığı açıklamada Aziz İhsan Aktaş’ın kardeşi Murat Aktaş’ın firari olmasına ve ifadesinin alınmamasına tepki gösterdi. Tekin, “Bir kentin seçilmiş belediye başkanı olarak ben tutuklu yargılanıyorken, suç örgütün kurucusu dedikleri ve 704 yıl ile yargılanan Aziz İhsan Aktaş’ın dışarda elini kolunu sallayarak dolaşmasını adaletle bağdaştırmak mümkün değil” dedi. İddiaların hukuki temelden yoksun ve yargı operasyonu olduğunu söyleyen Tekin, eşi Celal Tekin’e para verildiği iddialarının somut dayanağı olmadığını söyleyerek hukukun algı ve kanaatler üzerinden değil, somut kanıtlar üzerinden hüküm vermesi gerektiğini belirtti. 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ve kamuoyunda “Aziz İhsan Aktaş suç örgütü” soruşturması olarak bilinen davada CHP’li Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin ve eşi de tutuklandı.

Soruşturma kapsamında 40'ı tutuklu olmak üzere toplam 200 şüpheli hakkında 20 Ekim tarihinde iddianame düzenlendi. İddianamede, görevden uzaklaştırılan Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin için rüşvet suçundan 12 yıla kadar hapis cezası talep edildi. İddianamede, Aziz İhsan Aktaş'ın Seyhan Belediyesi'nden aldığı ihaleler kapsamında Belediye Başkanı Oya Tekin ve CHP Adana Milletvekili Burhanettin Bulut'a Oya Tekin'in eşi Celal Tekin aracılığıyla 1 milyon dolar verdiği öne sürüldü. Burhanettin Bulut'un milletvekili olması nedeniyle hakkında fezleke düzenlenerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği belirtildi.

Oya Tekin, iddianamede yer alan suçlamalara ilişkin T24’ün sorularını yanıtladı. 

 1-Hukuk dışı bir eylemde bulunmadığınızı, Aziz İhsan Aktaş'ın daha önce tehdit ve tacize varan hareketleri olduğunu" daha önce ifade etmiştiniz. İddianamede beyanlarınıza rağmen hakkınıza suçlama yöneltildi, cezanız istendi. Öncelikle Aziz İhsan Aktaş ile olan sürece ilişkin iddianamenin ardından neler söylemek istersiniz? 

Öncelikle şunu açıkça ifade etmek isterim: Hakkımdaki iddialar hukuki bir temelden yoksundur. Bugün yaşanan bütün bu olaylar ne yazık ki Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve muhalefeti, yargı operasyonlarıyla yok etmeye çalışma çabasıdır. Daha önce de belirttiğim gibi, Aziz İhsan Aktaş'ın uzun bir süre boyunca bana yönelik tehdit ve tacize varan davranışları olmuştu. Bu nedenle ben aslında bir suç faili olmak şöyle dursun, bizzat suçtan mağdur olan kişiyim. Bu durum beyanlarımızda ve dosyada yer alan delillerde açıkça görülmesine rağmen iddianamede hakkımda suçlama yöneltilmiş olması, hukuki açıdan ciddi bir sorun gösteriyor: Olayın bütünlüğü ve gerçekliği gerektiği gibi değerlendirilmemiş, ifade, iddia veya itiraflar somut kanıtlarla desteklenmeden suçlamaya geçilmiştir. 

Ben hukukçuyum; yıllarca kadınların, dezavantajlı grupların, tehdit ve tacize maruz kalan yurttaşların hak mücadelesinin bir parçası oldum. Bugün aynı mekanizmanın eksik ve hatalı işleyişi karşısında kendimi savunmak zorunda bırakılmam, belki biraz ironik, ama esasından ziyadesiyle öğretici. Çünkü asıl mesele benim kişisel durumumun ötesinde, hukuki süreçlerin nasıl işlediği ve mağdurun nasıl korunması gerektiğiyle ilgilidir. 

Benim için en önemlisi, gerçeklerin bütün açıklığıyla ortaya çıkması, ülke olarak hasretini çektiğimiz hak, hukuk ve adaletin egemen hale gelmesidir. Süreç boyunca korkmadan, geri adım atmadan, hukukun üstünlüğüne olan inancımla hareket ettim; etmeye de devam edeceğim. Bu iddianamenin ardından söyleyebileceğim en net şey şudur: Her türlü baskıya, çarpıtmaya ve manipülasyona rağmen doğruların ortaya çıkacağına olan inancımı kaybetmedim. Herkes bilsin ki, beni susturmak ya da geri adım attırmak için kullanılan bu yöntemler hiçbir sonuç vermeyecek. Kamuoyu da yargı da eninde sonunda hakikatin ne olduğunu görecektir. 

"Bilginay Firmasıyla çalışmayı tercih eden bizim dönemimiz değil"

2-Bilginay firmasının bankadan para çektiği dekontlar aleyhinize kullanıldı. Daha önce siz ve avukatlarınız Aktaş'ın şirketlerine önceki dönemden kalan rutin hakediş ödemeleri dışında belediye başkanlığınız döneminde para akışı olmadığını vurgulamıştınız. Bu konuyla ilgili düşünceleriniz neler? 

Bu dekontların benim aleyhime kullanılmaya çalışılması aslında iddiaların ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Öncelikle şunu net olarak söyleyeyim: Bilginay Firmasıyla çalışmayı tercih eden bizim dönemimiz değildir. Bilginay ve bağlı şirketler Seyhan Belediyesinde 2012 yılından beri ihale almakta ve bu süreç benim başbakanlığım döneminde ihale teknik şartnamesinin teknolojik gelişmelere uygun revize edilmesiyle firmanın ihaleye katılamaması ile son buluyor. 

"Bankadan çekilen 1 milyon dolar, firmanın iç hareketleri"

Bankadan çekilen 1 milyon dolara gelince... Bu para, Bilginay firmasının iç para hareketleri, yani kendi ticari işlemleridir ve belediyeyle hiçbir bağlantısı yoktur. İddianamede savcılığın da tespit ettiği gibi 2020-2024 tarihleri arasında Aktaş’a bağlı şirketler, sermaye artırımı gibi gerekçelerle şirketleri arasında 2 milyar lira civarında nakit para çevirmiştir. 

Bu bakımdan sorulması gereken en önemli soru şu: Şirketin rutin bankacılık işlemleri incelenmiş midir? Eğer firma zaten belirli aralıklarla yüksek tutarlı nakit çekimleri yapıyorsa, o 1 milyon doların çekilmesini 'rüşvet için hazırlanmış özel bir işlem' gibi sunmak gerçekçi olmayacaktır. Şirketin haftalık veya aylık işlem hacmi incelenmeden tek bir güne odaklanmak, kanıt üretmek değil, kanaat oluşturmak için uygulanan stratejik bir seçmeciliktir. 

Üstelik bu paranın eşime verildiği iddiasını destekleyen tek bir somut kanıt yok. Banka kayıtları, kamera görüntüleri, tanık beyanı, teslim tutanağı... Hiçbir şey yok. Buna rağmen bazı tarih çakışmaları yan yana getirilip sanki bir illiyet bağı varmış gibi algı yaratılıyor. Oysa hukuk, algı ve kanaatler üzerinden değil, somut kanıtlar üzerinden hüküm verir. 

Sonuç olarak; ortada benimle ya da eşimle ilişkilendirilebilecek tek bir somut kanıt yok. Sadece manipüle edilmiş, aşırı yorumlanmış bir dizi çakışma var. Bu nedenle bu dekontların aleyhime kullanılmaya çalışılması gerçeği değiştirmez; aksine iddiaların delile değil, algı oluşturmaya dayandığını gösterir. Eğer hukuk varsa durum bu gerçeklerin ışığında değerlendirilmelidir. 

"Aziz İhsan Aktaş'ın elini kolunu sallayarak gezmesini adaletle bağdaştırmak mümkün değil"

3-Rüşvet olduğu iddia edilen parayı bankadan Aziz İhsan Aktaş'ın kardeşi Murat Aktaş çekmiş ancak bu kişinin ifadesi dahi alınmamış, firari. Sizin ve eşinizin altı aydır Silivri'de olduğu bu süreçte Murat Aktaş'ın ifadesinin alınmamasına ilişkin olarak neler söylemek istersiniz? 

Bu sorunun kendisi bile sürecin ne kadar sorunlu yürütüldüğünü açıkça gösteriyor. Rüşvet olduğu iddia edilen parayı bankadan çeken kişinin Murat Aktaş olduğu biliniyor. Bu kişi hem olayın merkezinde hem de doğrudan maddi fiili gerçekleştiren kişi. Buna rağmen beş aydır ifadesinin alınmamış olması, hatta firari durumda bulunması başlı başına büyük bir çelişki değil midir? 

Aziz İhsan Aktaş'ın suçlamaları yüzünden ben ve eşim altı aydır Silivri'deyiz. Her türlü belge, ifade, bilgi bizden isteniyor; süreç tüm boyutlarıyla bizim üzerimizden işletiliyor. Buna karşın parayı çektiği iddia edilen kişi ortada yok, bir kez bile ifadesi alınmamış. Bu durum eksik soruşturmayla zaten verilmiş bir hüküm için kanaat oluşturmayı mı amaçladığı sorusunu gündeme getiriyor. 

Biz altı aydır tutuklu bulunuyorken iddia konusu işlemi gerçekleştiren kişinin 'firari' durumda olması ve ifadesinin dahi alınmamış olması, bir kentin seçilmiş belediye başkanı olarak ben tutuklu yargılanıyorken, suç örgütün kurucusu dedikleri ve 704 yıl ile yargılanan Aziz İhsan Aktaş’ın dışarda elini kolunu sallayarak dolaşmasını adaletle bağdaştırmak mümkün değil. Bu gibi çifte standartlar ve soruşturma sürecindeki gedikler ileri sürülen iddiaların ciddi bir zemini olmadığını apaçık ortaya koyuyor. 

4-19 Temmuz'da yapılan bir ödeme iddianamede yer aldı. Ödemenin gerekçesini nasıl açıklarsınız? 

İddianamede yer verilen 19 Temmuz tarihli ödeme, sanki 'şüpheli bir tasarruf' gibi sunuluyor. Oysa bu ödemenin gerekçesi ve zamanlaması tamamen ekonomik, teknik ve hukuki bir zorunluluktan ibarettir. Bu zorunlukları şöyle izah edeyim: Başkan seçildiğimde belediyeyi zaten borçlu devralmıştım. Üstelik iktidarın muhalif belediyelere uyguladığı "silkeleme" operasyonu nedeniyle kaynak sıkıntısı içindeydik. Bu nedenle harcamalarımızı veya ödemelerimizi planlarken kamu yararını gözetmek temel önceliğimiz oldu. Aldığımız sıkı tasarruf tedbirleriyle belediyenin kaynaklarının çarçur edilmesinin önüne geçtik, ilk günden itibaren halkın parasını halka harcama ilkemiz doğrultusunda hareket ettik. Örneğin parklarımızda ihale ile dış firmalarla çalışmak yerine kadınlar ile çalışmayı seçtik. Hem tasarruf ve kamu yararı gözettik hem de kadın istihdamını önceledik. Borçlarımız konusunda da önceki dönem dosyaları üzerinde yaptığımız sıkı çalışmalarla ödeme takvimimizi ve önceliklerini bu ilkeler çerçevesinde yeniden yapılandırdık. 

Bu çerçevede 19 Temmuz'da yaptığımız ödeme esasen önceki yönetim döneminden devralınmış bir hakediş yükümlülüğünün, mevzuat çerçevesinde tamamlanmasından ibarettir, yani ödeme zorunluluğu geçmiş dönemden geliyor. Biz göreve geldiğimizde bu sözleşmeler yürürlükteydi ve belediyenin yasal yükümlülükleri arasında yer alıyordu. Başkanlar hakediş ödemelerini keyfe keder bir şekilde durduramaz veya erteleyemez. Bu raporların ödeme süreci ise teknik birimler, kontrol komisyonları ve Mali Hizmetler tarafından yürütülür. Başkanın bu süreçte 'takdir yetkisi' yoktur; sadece yasa ve mevzuat çerçevesinde eldeki kaynakların yönetilmesi zorunluluğu vardır. 

Başka bir deyişle, 19 Temmuz ödemesini şüpheli göstermek için yapılan tüm yorumlar gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Bu, belediyenin yasal olarak yerine getirmek zorunda olduğu tamamen rutin bir ödeme işlemidir. Bir kez daha vurgulamak istiyorum: Hiçbir belediye başkanı ‘bugün şu ödeme yapılsın’ diyerek 70 milyon liralık hakedişi tek başına gerçekleştiremez. Belediyenin iç yazışmalarında da görüleceği üzere, 19 Temmuz ödemesinin onayı 5 Temmuz tarihinde verilmiştir. Yaptığımız ödemeyi rüşvet kurgusunun bir parçası gibi göstermek hayatın olağan akışına ve belediyelerin kurumsal işleyiş mantığına aykırıdır. Kaldı ki iddia edildiği gibi bir ilişkimiz olsaydı. aynı şirketle temizlik konusunda çalışılmaya devam edilmez miydi? Açık kaynaklı verilerden de görüleceği üzere bir sonraki temizlik ihalesini tamamen başka bir şirket almıştır. 

"Bir avuç gökyüzü altında, dört duvar arasında..."

5-İddianame dışında genel sürece de odaklanmak adına; cezaevindeki durumunuz nasıl, herhangi bir sorun yaşadınız mı veya yaşıyor musunuz? Silivri'de bir gününüz nasıl geçiyor? 

Silivri'de koşullar zorlayıcı elbette, bunu inkâr etmek mümkün değil. En nihayetinde bir avuç gökyüzünün altında dört duvar içerisindesiniz. Ama buraya geldiğim ilk günden beri üretmeyi, düşünmeyi ve dayanışmayı sürdürmeye çalışıyorum. Burada geçen zamanımı tüketmeye değil, zamanı kullanarak düşünmeye ve üretmeye çalışıyorum. 

Günlerimi disipline ederek oldukça düzenli bir rutin oluşturdum. Sabah erken kalkıyorum; Seyhan halkı bilir, normalde de çok erken saatte kalkıp Seyhan sokaklarını gezen, şehrin durumunu gözlemleyen biriydim. Şimdi de erkenden kalkıyorum, sporumu yapıyorum, kitap okuyorum, notlar alıyorum, günlük tutuyorum. Sağ olsun ziyaretçilerimiz hiç eksik olmuyor; buradan sizin vesilenizle dayanışma gösteren tüm herkese bir kez daha kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum. 

Gün içerisinde ziyaretçilerimiz oluyor, onlarla yaptığım görüşmeler bana moral veriyor. Dışarıdan gelen her haber, her mektup ve her sıcak söz çok değerli. 

Birlikte kaldığım kadın arkadaşların her birinin hikâyesi başka bir toplumsal gerçeğe temas ediyor. Burada gördüğüm şey şu: Adaletsizliğin yükü kadınların omzunda daha ağır. Ekonomik şiddet, aile içi şiddet, yoksulluk, hukuki bilgiye erişememe... Hepsi birbirine düğümlenmiş konular. Burada da kadınların birbirini nasıl taşıdığını, birbirine nasıl nefes olduğunu görüyorum. Dışarıdaki kadın dayanışmasını içerde de yaşatıyoruz. 

"Cezaevinde bambaşka engellerin kadınları baskıladığnı gördüm"

Aslında cezaevindeki deneyimlerim beni yeni bir çalışma yapmaya da yönlendiriyor. Daha önce Cam Tavanları Kırıyoruz başlıklı bir kitap yazmıştım; yerel yönetimlerde kadın siyasetçilerin görünmez engellerle mücadelesini anlatıyordu. Şimdi burada, bambaşka engellerin, dezavantajların kadınları baskıladığını görüyorum: Yoksulluğun, adaletsizliğin, eğitimsizliğin ördüğü demir kafesler... Kadınlar demir parmaklıklar ardında adeta ikinci bir kafese kapatılmış  gibiler. Bu nedenle kadın mahkûmların yaşamlarına, adalet sistemindeki yerlerine ve onların kendilerini ayağa kaldırma çabalarına dair bir çalışma yapmayı planlıyor, bu konuda notlar alıyorum. Belki bir gün bir esere dönüşür. 

Elbette duygusal olarak zorlandığım anlar oluyor. Eşim içerde ,3 çocuğumuzdan ayrıyız. Çok sevdiğim ve çok güzel işler yapmayı planladığımız Seyhan’dan uzaktayım. Ama şunu samimiyetle söyleyebilirim: Bu süreç beni kırmadı; aksine, güçlendirdi. Maruz kaldığım haksızlık hakikati savunma kararlılığımı daha da arttırdı. Haklı olduğunu bilmenin öz güveniyle, dışarıda olduğu gibi, mücadeleme inançla ve dirençle devam ediyorum. Silivri'de geçen her gün, adaletin önemini, insan olmanın anlamını ve kadın dayanışmasının gücünü bana yeniden hatırlatıyor. Bu süreç Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’in değerlerine daha sıkı sarılmamız gerektiğini gösteriyor. 

6-Bu süreçte sizi en çok yıpratan ne oldu? Özellikle kadın bir siyasetçi olarak hayatınıza etkileri nedir? 

Bu süreçte beni en çok yıpratan şey, hakikatin bu kadar kolay çarpıtılabilmesi ve insanlara ağır bedeller ödetebilmesiydi. İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı. Hukuksuzluk zaten yorucu; ama asıl yıpratıcı olan, bunu bildikleri hâlde bazı çevrelerin bu hukuksuzluğu siyasal bir araca dönüştürmesi oldu. Kendi doğrularınız, emeğiniz ve yılların mücadelesiyle bir yere geliyorsunuz; ama bir anda sizi kirli bir oyunun içine çekmek istiyorlar, asıl tüketici olan bu. 

Tabii bir de kadın bir siyasetçi olmanın yükü var. Erkekler hakkında açılan davalar çoğu zaman 'siyasi süreç' diye okunuyor; kadınlar hakkında açılan davalar ise hemen 'kişisel kusur', 'ahlaki şüphe', 'güvenilirlik sorunu' gibi klişelere bağlanıyor. Bu çok köklü ve hâlâ kırılmamış bir cam tavan: Kadın mağdur olsa da hatalı, başarılı olsa da yetersiz kabul ediliyor. Bu süreçte bunu daha da net gördüm. 

Yıprandım mı? Evet. Çünkü ailemin, özellikle de eşimin, çocuklarımın ve yakınlarımın haksız bir şekilde bu sürecin içine çekilmesi kolay taşınacak bir yük değil. Cezaevinde geçen her gün, kadın olmanın zaten ağır olan yükünü daha görünür kılıyor. Erkek siyasetçiler için 'güçlü durmak' bir beklenti; kadın siyasetçiler için ise bu bir "kendini ispat" veya bir sınav meselesi hâline geliyor. Sadece güçlü olmanız yetmiyor, aynı zamanda 'erdemli', 'sakin', 'uyumlu', 'her şeye rağmen zarif' olmanız bekleniyor. Bunların hepsi bir araya geldiğinde omuzlarınızdaki yük artıyor. 

Sonuç olarak, en çok yıpratan şey, haksızlığın büyüklüğü oldu belki; ama beni en çok güçlendiren şey de kadınların birbirini nasıl nefes olabileceğini yeniden görmek oldu. Bu süreci atlattığımda, siyasi rekabetin mahkeme salonlarına taşınması, yargı savaşları aracılığıyla yürütülmesinin kamu hayatımızda yarattığı tahribat konusunda daha aktif bir duruş sergilemeyi arzuluyorum. Sosyal demokrat bir politikacı olarak ülkemi içine itilmeye çalışıldığı bu adaletsizlik uçurumundan kurtarmak için mücadele etmek azmindeyim. Bir de kadınların hem siyasette hem de adalet sisteminde yaşadığı yapısal sorunlarla ilgili daha kapsamlı, daha etkili çalışmalar yapmak istiyorum. Çünkü yaşadıklarım sadece kişisel bir deneyim değil; ülkedeki tüm muhaliflerin ve kadınların ortak hikâyesinin başka bir yüzü. 

7-Tutukluluğunuzda umudunuzu yeşerten nedir? Silivri'den dışarıya seslenmek isteseniz neler söylerdiniz? 

Beni ayakta tutan en temel şey haklı olduğumu bilmem ve hakikatin bir gün mutlaka ortaya çıkacağına olan inancım. Haksızlığın şiddeti ne kadar yıpratıcıysa, dayanışmanın gücü de o kadar sağaltıcı. Silivri'de geçirdiğim bu aylar boyunca dışarıdan gelen her mesaj, her selam, her 

dayanışma, mitinglerde, yürüyüşlerde isimlerimizi haykırıp adalet talep eden yurttaşlar bana hep şunu hissettirdi: Yalnız değilim. 

Cezaevindeki insan için umut, bazen bir kitapta geçen bir cümle oluyor; bazen bir şiir dizesi, bazen de başka mahkûmlarla yapılan bir sohbet... Her birinin hikâyesi, memleketin başka bir yarasını gösteriyor. Onlarla kurduğum ilişkiler hem dayanışmanın gücünü görmemi hem de adalet ihtiyacının ekmek kadar, su kadar temel ve vazgeçilmez olduğunu daha net anlamamı sağladı. Beni kırmak için kullanılan bu süreç, aslında beni daha çok topluma, daha çok kadınlara, daha çok adalete bağladı. 

Bir de şunu açıkça söylemeliyim: Beni yıpratmak için aleyhime ileri sürülen iftiralar, ne oylarıyla beni belediye başkanı seçen Seyhan halkının vicdanında ne de genel kamuoyu nazarında bir karşılık buluyor. İnsanlar gerçeği görüyor. Bu yüzden içimde bir öfke değil, bir kararlılık taşıyorum. Bu kararlılık bana umut oluyor. Ülkemi içine itilmeye çalışıldığı adaletsizlik uçurumundan çıkarmak için mücadele edeceğim. Hem siyasetçi olarak hem insan olarak bunun ertelenemez bir görev olduğunu düşünüyorum. 

Buradan çıktığımda hem kadınların siyasette ve adalet sisteminde karşılaştığı yapısal engellere hem de siyasi rekabetin yargı eliyle yürütülmesinin yarattığı tahribata karşı daha gür bir sesle konuşacağım. Çünkü yaşadıklarım sadece benim hikâyem değil; bu ülkede adaletsizliğin gölgesinde yaşayan herkesin ortak hikâyesinin bir parçası. 

Silivri'den dışarıya seslenmek istesem şunu söylerdim: Hakikatin sesi belki kısılabilir ama asla susturulamaz, yok edilemez. Bugün yaşadığım haksızlık, yarının adalet mücadelesine dönüşecek. Ben burada gücümü güvenden, dayanışmadan ve haklılıktan alıyorum. Kimse umudunu yitirmesin. Adalet mutlaka kazanacak; yeter ki biz o günü bekleyen değil, o günü hazırlayan insanlar olalım. 

YAŞAM Haberleri

Murat Sancak tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi
Ailesini katleden sanık cinayetleri kabul etmedi
Adana'da mühendis emekli olunca yaptı! 2 bin tane birden ekti, şimdi fabrikasını kuracak
Türkmenbaşı Bulvarı’nda bulunan turunç ağaçları neden kesiliyor?
Adana Yüreğir Cumhuriyet Halk Eğitim Merkezi'nde Yeni İddialar: Bu Kez de Görevlendirme Krizi!