Yazılı ve görsel basının tüm noktalarına hakim bir koro Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşı gerçekte bir Rusya-Nato savaşı olarak görüp bunun üzerinden de emperyalizm karşıtı pozisyon alan bir avuç kişiyi hep bir ağızdan Putinsever olarak nitelendirdi. Egemen sınıfın propagandistleri olarak nitelendireceğimiz bu çevreleri çok hesaba katmasak dahi savaş karşıtlığındaki samimiyetlerine inandığımız önemli bir çevrede neredeyse bu koroyla aynı notaları seslendirdi. İnsan bazen şaşırıyor, her şey bu kadar yalın iken, gözlerimizin önünde cereyan ediyorken bu büyük yanılgının nedenleri üzerine düşünmeden edemiyor. Ama birazcık tarih bilincine sahip olanlar bilir ki başlarına gelen bu hadise tarihte sonradan haklılıkları ayan beyan ortaya çıkacak olan başkalarının da başına gelmiştir.
Lenin'in 1.Dünya Savaşı çıkıncaya kadar kendisine rehber edindiği Plehanov ile Kautsky'de sıkı bir savaş karşıtıydı. Emperyalist bir savaşın bütün yakıcı sonuçlarıyla birlikte bir dünya savaşına dönüşeceğini öngörüyorlar ve kendi ulus/devletlerinin savaşa katılması halinde karşısında durmayı yani bozgunculuğu karar altına alıyorlardı. 1912 yılında Basel'de toplanan 2.Enternasyonal Kongresi'nde bozgunculuk tüm üye partiler tarafından eksiksiz kabul ediliyordu. Ama savaş başlayınca, kıvılcım her yere yayılmaya başladığında, ülkelerde savaş çığırtkanlığı ve şovenizm bir histeri haline geldiğinde o anlı şanlı parti ve liderlerin hepsi parlamentolarındaki savaş tezkerelerine evet dediler. Bir avuç insan dışında kimse tecrit olmayı göze alarak bu dalganın karşısında duramadı. Savaşın kısa süreceği, çoğunluğun karşısında durmanın politikadan yalıtılmayı gerektireceği gibi kuyrukçu açıklamalar teori katına yükseltiliyordu. Savaşa karşı duran bir avuç insan İsviçre'nin Zimmerwald kasabasında savaş karşıtı yeni bir enternasyonalin toplanması için bir araya geldiğinde sayıları Lenin'in sonradan anılarında anlattığı gibi ancak iki at arabasına sığacak kadardı.
Milyonlarca üyesi olan partilerin teorisyeni ve stratejisti olan adamlar politikada yalnızlığı göze almadıkları için, kendi doğrularında ısrarcı olamadıklarından ve her şeyden daha önemlisi kitlelerin ön yargılarına teslim oldukları için politika sahnesinden silindiler. Ne Plehanov'un ne de Kautsky'in sonradan esameleri okunmadı. Plehanov'a kadirşinaslığı gösteren yine Lenin oldu. Ekim devrimine karşı çıkmasına, devrimi vakitsiz bulmasına, geri bir ülkede devrimin gerçekleşmesini ısrarla reddetmesine karşılık Lenin onun tüm felsefi çalışmalarının yeniden yayınlanmasını salık verdi Tüm Rusya Yazarlar Birliği'ne. Kautsky ise Plehanov'dan çok daha uzun süre yaşadı. Marx ve Engels'in en iyi talebesi olarak biliniyordu. Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin merkezci eğilimini temsil ediyordu. İşçi sınıfının niceliksel büyümesi ile yakın bir zamanda toplumda çoğunluğu oluşturacağını ve bunun da parlamenter yollarla iktidarı almasına yol açacağı gibi ilerlemeci, mekanik bir dünya görüşüne inanıyordu. Kendi emperyalist devletlerinin çıkardığı savaşlara itiraz etmeyen bir işçi sınıfının şovenizmin esiri haline geleceğini göremiyordu. Emperyalist yağmadan alınan payların işçi sınıfının bir katmanını bu yağmanın ortağı haline getireceğini ve bir işçi aristokrasisini ortaya çıkartacağını hesaplayamıyordu. Sosyal Demokrasinin gurusu olan Kautsky 30'ların ortasına kadar yaşamasına rağmen 1914 yılında politik olarak intihar etmişti.
Onlar kuyrukçuluk yaparak politik intiharlarını gerçekleştirirken İsviçre'de sürgünde bulunan adam rehber bildiklerinin iflası karşısında teorik krizler, nöbetler geçiriyordu. Çünkü kendisini talebeleri olarak düşündüğü adamların politik ölümü gerçekleşmiş ve birer mevta haline gelmişlerdi. Bu zor zamanlarda kendini her şeyden yalıtıp Bern'deki küçük pansiyonundan her gün Hegel okumaları yapmak için şehir kütüphanesine gitmeye başladı. Bu çalışma yaklaşık dokuz ay sürdü. 1908 yılında Materyalizm ve Ampiryokritisizm'i yazarak parti içinde yenilginin yarattığı gizemciliğe karşı militanca bir felsefi mücadele vermek zorunda kalan adamın materyalizm anlayışı 18.yüzyıl Fransız materyalizminin ufkunu aşamıyordu. Ancak Hegel okumaları ve diyalektiği yeniden kavrayışı zihnindeki bunalımlara son verdi. Şimdi dünya, emperyalist savaş, doğudaki ulusal kurtuluş savaşları, devrim, guruların ihaneti bütün yalınlığıyla önünde serimleniyordu. Bu adam Lenin'di. Amerikalı neo-marksist Kevin B. Anderson Lenin'in bu dönemine hasrettiği ' Lenin, Hegel ve Batı Marksizmi ' isimli çalışmasında bu dönemi zihni bir yeniden doğuş ve entelektüel bir devrim olarak anlatır. Benzer bir yaklaşım Brezilyalı troçkist Michel Lövy'de de vardır. Her ikisi de Leninizmin asıl temellerinin bu tecrit koşullarında, teorik hayal kırıklıkları içinde atıldığını söyler. Lenin'in de kendisini kuyrukçuluğa kaptırması, Stalin'in 2.Dünya Savaşı sırasında yaptığı gibi büyük Rus imgesine sıklıkla başvurması halinde böylesi bir zihni devrimi başarmasının mümkün olmayacağını belirtirler.
Bu topraklara geldiğimizde de karşımıza yine böyle emsalsiz bir örnek çıkıyor. Lenin'in teorik olarak Bern'de gerçekleştirdiğini Mustafa Kemal Halep'ten işgal altındaki İstanbul'a geldiğinde pratik olarak yaşadı. Bu altı aylık süre onun bir Osmanlı Paşası olmaktan vazgeçebilme ihtimalini düşünmesine, Anadolu'da bir kurtuluş planı hazırlamaya karar verdiği dönemdi. Yalnızlığı, omuzundaki apoletlerden vazgeçmeyi göze alabildiği için kurtuluş savaşının önderliğini elde edebildi. İstanbul'da oyalanmaya devam etseydi, kariyer hesaplarını işgal altındaki bu kentin şartlarını esas alarak yapsaydı, büyük bir emperyalist gücün kanatları altında istikbal arasaydı yine de kurtuluşa önderlik edebilir miydi diye sormadan duramıyor insan?