Yaşar Abi İçin!

Hacı Hüseyin Kılınç

Fakülteye başladıktan kısa süre sonra ortaya çıkan astımım talebeliğin getirdiği özensiz yaşam ve zor koşullarla birleşince artık İstanbul'da kalmam zorlaşmıştı. Fakülteyi bitirip bitirmemekte çok umursadığım birşey değildi. 15 yaşında yakalandığım öğrenme ve okumaya duyduğum iştah hız kesmeden devam ediyordu. Fakülte uzamış, barınma koşullarım zorlaşmış ve astım bir türlü yakamı bırakmıyordu. En doğru iş köye dönmek ve kitaplara kapanmaktı. İştahım yatıştığında fakülteyi bitiririm diye düşünüyordum. Köyde doğmuş, orta öğrenimi kasabada tamamlamış genç yaşta büyük bir metropol olan İstanbul'a gelmiştim.

ÖDP (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) yeni kurulmuştu. Adanalı olmama rağmen Adanayı çok tanımıyor ve bilmiyordum. Arkadaşlarımın büyük çoğunluğu fakülteyi bitirdiğinden etrafımda tenhalaşmıştı. Haftada veya 10 günde bir Adana merkeze geldiğimde ÖDP İl Binası en sık uğradığım yerdi. Salı günleri haftalık değerlendirme toplantıları olurdu. Bu toplantılar partinin çoğunluğunu oluşturan DY'liler (Devrimci Yol) ile diğer gruplar arasındaki tartışmalarla geçerdi. Diğer gruplar daha ideolojik oluşumlar olduklarından ağızları daha iyi laf yapar DY'nin sözcüleri daha pratik işler üzerine konuşurdu. Şimdi düşünüyorumda bize iyi tahammül ettikleri aklıma geliyor. Ben ideolojik düzeyde eleştirmekle birlikte onları anlamaya çalışırdım. Çünkü partinin bütün pratik işleri onlar üzerinden giderdi. Aidat toplamak, partiyi açmak-kapatmak, çay demlemek vs...

Yaşar abiyi ve etrafındakileri bu toplantılarla tanıdım. Toplantılara toplu halde gelir giderlerdi. Onlara bulundukları mahalleden dolayı Saydamlılar denilirdi. Parti içindeki eğilim ve grupları ideolojik tartışmaların ötesinde iş yapma biçimleri ve pratikteki tutumları ile daha iyi tanımaya başladıktan sonra Saydamlılara özel bir yakınlık duymaya başladım. Bunda hiç kuşkusuz Yaşar abinin tarzının, devrimciliği ifade ediş biçiminin çok büyük bir etkisi vardı. Onlar ideolojik tartışmaları bizim önemsediğimiz kadar önemsemiyor ve asıl iş olarak mahallelinin sorunlarına ağırlık veriyordu. DY'nin toplantılarda tartışmalara dahil olan sözcüleri diğer gruplar karşısında diğerleri kadar sekter davranırken Yaşar abinin başı çektiği Saydamlılar herkesi yoldaşı olarak görüyordu.

Saydamlılar DY'li olmakla birlikte bir tür otonomi ilan etmiş gibiydiler. Bu otonomide hiç kuşkusuz mahalle dinamiklerinin de çok büyük etkisi vardı. Sol bir türlü kitleselleşemez iken onlar belli bir kitleye ulaşmışlardı. Bu insanlar halkın içinden çıkıp geliyor ve partide toplanıyorlardı. Çoğu gündüzleri çalıştıktan sonra Yaşar abinin mağazasının karşısındaki lokalde toplanıyor daha çok pratik faaliyetler üzerine sohbetler yapılıyor ve bazanda günün önemli politik sorunları üzerine tartışmalar oluyordu. Ev ziyaretleri ile devam eden çalışmalar gecenin geç saatlerine kadar devam ediyordu. Ben bir süre sonra fakülteyi bitirip avukatlık stajına başlayınca bu çalışmalara daha fazla katılmaya başlayacaktım. Bu benim halk arasındaki ilk siyasal deneyimimdi.

Saydamdaki grubu en başta mahallelilik biraraya getirmişti. Yerel sorunlar ve ihtiyaçlar üzerinden siyaset yapıyorlardı. Bu gruptakiler herşeyden önce iyi arkadaştılar. Halkın içinden geldikleri için ideolojik ayrılıkları abartmıyor, anlaşamadıklarını düşmanlaştırmıyordu. Yaşar abi bu grubun ruhu gibiydi. Şef değildi, diğerleri üzerindeki etkisi fedakarlığından ve adanmışlığından geliyordu. Aslında her biri öyleydi. Arkadaşlık ile paylaşmak, yoldaşlık ile dayanışma arasındaki bağı hayatın içinden kurmuşlar ve bunu bir tarz haline getirmişlerdi. Neticede biz mahalleden değildik, ama bir süre sonra oradaki hayatın çağrısına, davetine uymuştuk. Bir süre sonra beni aradaki farklara rağmen aralarına aldılar. Bunu kafalamak için yapmıyorlardı ancak. Gruplarına kazanmak gibi özel bir dertleri yoktu. Çalışmalara uyum sağladığım, ortak bir davranış tarzı oluşturabildiğimiz için kendilerinden sayıyorlardı. Halbuki ben parti içindeki hiçbir eğilime angaje olmuyor, ancak pratikte onlarlaydım. Diğer gruplar kafalayamadıkları beni artık DY'ci sayıp hayıflanırken onlar sözcüleri bile sayıyordu.

Bu insani ilişkilerin merkezinde hep Yaşar abi vardı. Beni çeken şey aslında onların tarzıydı. Devrimciliği, sosyalizmi lafta değil pratikte ve insan ilişkilerinde hayata geçirişleriydi. Devrimcilik, sosyalizm bugünde ve pratik varoluş içinde bir maddeye kavuşuyordu. Yücel abi, Levent usta hepsi bu yaşamın bir parçasıydılar. Çok erken kaybettiğimiz Camcılıkla uğraştığından Camcı Süleyman olarak bilinen abim, yoldaşım... Süleyman abinin motorsikleti ile yaptığımız çalışmalar... Girmediğimiz sokak, ev kalmazdı. En son çalışmalar bittikten sonra ne var ne yok paylaşılırdı. Beni bu ortama teşvik eden Hüseyin ve Kezban Atıcı'ydı.

İşte böyle bir dönemde Yaşar abiyi tanıdım. ÖDP bir iç buhranın içine sürüklenip, parti içi hayat çekilmez hale gelince artık bağımsız biri olmama tahammül edilemeyeceğini anladığımda istifa ederek partiden ayrıldım. Ama Yaşar abi bu ayrılığı bazılarının yaptığı gibi hiç sorun etmedi. Çünkü o siyaseti birilerini kafalamak, kadro kazanmak için değil halkın söz, karar ve yetki sahibi olması için yapıyordu. Sosyalizmin büyük laflarla değil hergünkü faaliyetin bıkmadan ve usanmadan sürdürülmesi ile yaklaşacağına inanmıştı. ÖDP'nin çok sesliliğini kaybederek monolitik bir parti haline gelmesi onu da daraltmış olmalı ki bir süre sonra o da bir grupla birlikte partiden ayrıldı. En son DEM partide mücadelesini sürdürüyordu. Çocuk yaşlarda başladığı devrimciliği onu kaybettiğimiz ana kadar militan bir ruhla sürdürmeye devam etti. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.