Yeşilköy'den Bir an...

İnsan çamurdan yaratıldıysa, Doğa kendi çocuklarına yalancı olamazdı.

Irmaklar daima türkü tadında bereketleriyle denize ulaşır.

Türküleri bazen öfkeli bir sele, bazen de ilahi bereketi andırır.

Bu ırmaklar üzerindeki köprüler, iki yaka arasındaki selamdır.

Selamlar nasıl ki gönülleri bağlarsa, köprüler de iki yakayı birbirine bağlar.

Ceyhan Nehri'nin güneyindeki son köprü Bebeli Köprüsü'dür. Köprünün Batı yakasına geçtiğinizde yol sizi Yeşilköy'e götürür.

Yol üzerinde buluna akaryakıt istasyonu içten davetkârlığı ile karşınıza çıkar.

Devasa ağaçların gölgesinde minderli kerevit, en iptidai yöntemlerle kurulmuş hamak, (kilimin ikiye katlanması ile oluşturulmuştur.) İçinde ördek, tavuk, horoz ve hindi bulunan kümes.. Bu sahnenin olmazsa olmazı bir çaydanlık, yorulmuş gibi tıslayarak buhar tüttürüyor. Çaydanlık, ocak haline getirilmiş bir kaç tuğla üzerine eğreti yerleştirilmiş. Zaten, Düzgün ve tertipli olsaydı, doğanın uyumunu bozardı.

Bu davete ilgisiz kalamadım. Durdum, bakınıyorum.

Yaşlı bir abla:

"Oğlum, çay içmeden gitme" dedi.

Kendi çayımı doldurdum. Hiç tanımadığım insanın yanında ve ilk gördüğüm bir yerde kendi evimde gibiydim.

Yabancılık, doğanın eseri olamazdı.

Bence "sahiplenme" duygusu ile birlikte "koruma" ve ardından "yabancılık" kavramı gelişmiştir.

İnsan çamurdan yaratıldıysa, doğa kendi çocuklarına yabancı olamadı.

Bu sınırlar, mülkiyet hırsı, koruma, sahiplenme... Herhalde bunlar, kendi yarattığımız cehennemin zebanileri olmalıydılar.

Kendi hırsları ve günahları ile cehennemin odununu üretenler yüzünden milyonlarca masum da bedel ödemekteydi.

Hiç bir dinin, hiç bir tanrısı böylesine adaletsiz olamazdı.

O gün öyle düşündüm...

1/1