1. HABERLER

  2. YAŞAM

  3. Amerikan Seçimlerinin Düşündürdükleri
Amerikan Seçimlerinin Düşündürdükleri

Amerikan Seçimlerinin Düşündürdükleri

Hacı Hüseyin kılınç yazdı...

A+A-

Amerikan seçimlerinin resmi olmayan sonuçlarına göre Demokrat Parti adayı Biden seçimleri kazandı. Bu seçimin mahkemede biteceğinin aylar önceden söylenmesinde bir kehanet yoktu. Çünkü Trump ve temsil ettiği değerler düşünüldüğünde bunu söylemenin müneccimlikle bir ilgisi bulunmuyordu. Şimdi Trump ve hempaları usulsüz oy kullanılması nedeniyle mahkemelere başvuracaklar. Oyların hem genelde hem de kritik eyaletlerde birbirine yakınlığı Trump’ın çamura yatması için elverişli bir malzeme sunuyor. 

Türkiye hala dünyanın taşrası olduğu için Amerikan seçimleri daha çok bize nasıl yansıyacağı kadarıyla takip edildi. Trump’ın kalmasının olası sonuçları ile Biden’ın mevcut iktidara ilişkin aleyhte konuşmaları öne çıkartıldı. Biden’ın seçim kazanmasının Türkiye açısından doğuracağı muhtemel senaryolar gündeme getirildi. Bu konuyu hakkıyla ele alabilecek bir değerlendirme yapabilmek için üç zamanı dikkate almak gerekiyor. 

Birincisi Braudel’in longue duree dediği uzun dönemli bir tarih okumasına ihtiyaç var. Burada küresel kapitalizmin ikinci paylaşım savaşından beri hakim, belirleyici gücü olan Amerikan emperyalizminin sistemik rolüne odaklanmak; bu güç epeydir kan kaybediyor ve bir gerileme içinde.

İkinci olarak bu uzun zamanlı bakışın orta düzeydeki yansımaları yani bu güç geriliyorsa ve belli bir süre sonra küresel kapitalizmin hakim gücü olmaktan çıkacaksa bu gelişmeyi aktörler nasıl karşılayacak ve Amerikan emperyalizminin farklı fraksiyonları buna ilişkin nasıl stratejiler geliştirip tepkiler veriyorlar.

Üçüncü değerlendirme ise ana ve güncele ilişkin olandır, şimdide yaşanılanları bu orta ve uzun vadeli zaman anlayışı ile ilişkilendirip değerlendirmek. Bir giriş olarak düşündüğümüz bu yazıda daha çok ilk çerçeveye odaklanıp bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. 

Seçimlerden aylar evvel yayınlanmaya başlayan anketlerde Biden’ın seçimi 10 puan farkla kazanacağı söyleniyordu. Bu fark seçimlerin yapılacağı güne kadar neredeyse hiç azalmadı, yapılan anketler hep böyle diyordu. İlk şaşırtıcı gelişme herhalde bu olmuştur. Dünyanın “ yeni normalini “ birtürlü kabullenemeyen ve eskinin normali içinde düşünmenin konforuna alışmış olanlar Trump’ın bu kadar yüksek bir destek alabileceğini ve bu düzeyde bir delege sayısına ulaşacağını hiç tahmin etmiyorlardı. Trump ile Biden arasındaki oylar ülke geneli düşünüldüğünde yaklaşık bir puanın bile altındadır.

Trump gibi çoğunluk kanaat bildiricinin “ otoriter/popülist “ diye yaftaladığı bizim ise yeni faşizmin bir temsili olarak neo/faşist dediğimiz bir adam 60 küsür milyon Amerikalının desteğini almıştır. Trump siyahiler, hispanikler içindeki oy desteğini geçmişe göre yükseltmiştir.

Küçük kasaba ve şehirler gibi Amerikan muhafazakarlığının ve gericiliğinin güçlü olduğu bölgelerden büyük destek alan Trump, metropollerin umutsuz, geleceğinden emin olamayan kesimlerinden de önemli ölçüde oy almaya başlamıştır. 

Popülizm bir siyaset tarzı ve üslubudur. Hem sağdan yapılabilir hem de soldan. Sağdan yapılanı kriz dönemlerinde aşırı sağa açılır ve faşizmle bir simbiyoza girer. Trump beyaz, güvencesiz, geleceğinden emin olamayan ve ekonomik olarak kaybeden kesimlerin korkularına seslendi.

Bu kesimlere kaybetmelerinin nedeni olan düşmanlar gösterdi. Bunlar göçmenlerdi, Çinlilerdi, Amerika’yı düşünmeyip sermayesini başka coğrafyalara taşıyan güçlerdi ve Demokrat seçkinlerle onların işbirlikçisi olan Wall Street mali/finans sermayesiydi.

Kısaca Trump iktisadi dürtüleri sisteme yöneltmek yerine sistemik güçlerin düşman olarak kodladığı unsurlarına yönlendirdi. Sürpriz biçimde 2016 seçimlerini kazandığında da aynısını yaptı. 

Yerli, beyaz Amerikalı’ya milli bir gurur aşılamaya çalıştı.

Soyut vaadler üzerinden değil korku ve endişeler üzerinden bir siyaset kurdu. Amerika’nın küresel yükümlülüklerine değil içerideki sıkıntılara vurgu yaptı. “ Önce Amerika “ sloganını bu nedenlerle ortaya attı. Amerika dünyanın yükünü taşımak zorunda değildi, kendi insanını korumalı ve gözetmeliydi.

Ne kadar tanıdık değil mi bizdeki “ yerli ve milli “ jargonu ile. Bizde küresel güçlere kafa tutan bir lider orada küresel sorumluluklarından vazgeçip önce Amerika diyen bir lider. Zemin aynı, seslenilen güdüler benzer ve temalar ortak. 

Trump türü siyasetçiler kriz döneminin yeni normalidir. Hindistan’da Modi, Macaristan’da Urban, Rusya’da Putin bizde Tayyip Erdoğan bu dünya tarihsel gelişmenin farklı varyantlarını temsil ediyorlar.

İktisadi refah artışı devam ederken, sermayenin genişleme döneminde sıcak para dünyayı değerlenmek için gezerken ve toplumun geniş kesimlerinin tüketim düzeyi yükselirken liberal bir iyimserlik hakimdi dünyaya. Clinton dönemi küreselciliğin zirve yaptığı zamanlardı. Oğul Bush ile Amerikan emperyalizmi imparatorluk reflekslerine başvurup bir son salto ile küresel gücünü tahkim etmek istiyordu. Obama dönemi ise İmparatorluk refleksi ile davranmanın ne kadar maliyetli olduğunu ve bu maliyeti taşımanın artık zor olduğunu göstermişti Amerikan elitlerine.

Trump ise bu krizin Amerikan toplumunu da vurduğunu, burada zenginlik ile yoksulluğun dipdibe olduğunu, yoksulluğun artık sadece siyahileri ve hispanikleri değil sistemin omurgası olan beyaz, yerleşik, orta sınıf Amerika’lıyı da kıskıvrak etkisi altına aldığını göstermişti. Trump bu semptomların göstergesiydi. 

Bu seçimi Trump kaybetmiş gözüküyor, ancak siyaseten temsil ettiği semptomlar yerli yerinde duruyor. Amerika bölünmüş, kutuplaşmış ve sert sınıfsal çatışmaların yaşanacağı bir ülke olarak yoluna devam edecek.

Biden ile devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.