1. HABERLER

  2. GÜNDEM

  3. Gözde Ramazanoğlu, Ulucami'yi anlattı
Gözde Ramazanoğlu, Ulucami'yi anlattı

Gözde Ramazanoğlu, Ulucami'yi anlattı

Sedat Memili'nin özel haberi

A+A-

Çukurova Üniversitesi Ramazanoğlu Konağı Kültür Merkezi'nde bu hafta güzel ve yararlı bir sürpriz ile karşılaştık. Yaklaşık (benim bildiğim) on yıldır, yaz dönemi dışında her cumartesi günü bir etkinliği organize eden Prof. Dr. Gözde Ramazanoğlu, ilk kez konuşmacı olarak konukların karşısındaydı.

Haber - Yorum / Ramazanoğlu Beyliği'nden günümüze kalan ve ana'nın en muhteşem tarihi eserlerinden biri olan Ulucami Külliyesi'ni bizzat anlattı.

İşi uzmanından dinlemek çok farklı oluyor. Mimar olan Sayın Ramazanoğlu'nun anlatımı ile Ulucami Külliyesi gözüme daha da değerli görünmeye başladı.

Fotoğrafları, Adana'nın Eski Fotoğrafları editörlerinden Sabri Gül çekti. Ben de izni ile bu yazımda onları kullanıyorum.

Bu yazımda sadece Sayın Hocamızın anlattıklarını ana başlıkları ve yazmış olduğu eserlerden esinlenerek kısaca nakletmeye çalışacağım.

 

BÜTÜNLÜK DUYGUSUNUN MİMARİSİ

Tanrı'nın Ocak ayında Adanalıya bağışladığı çok güzel bir hava vardı. Serin ama ilkbahara göz kırpan bir havada, Prof. Dr. Gözde Ramazanoğlu anlatmaya başladı:

"Adana'nın en önemli tarihi eseri olan Ulucami Külliyesi, günümüze ulaşan şekliyle, cami, türbe, medrese, çeşme ve "Vakıf Sarayı" olarak adlandırılan Ramazanoğlu Konağı ile oluşan yapılar topluluğudur.

Yapıldığı dönemde içinde bir hastane ve imaret günümüze kadar gelmemiştir. Caminin güneyinde ise büyük mezarlık kaldırılmış, Ziya Paşa dediğimiz kent parkı meydana getirilmiştir.

Mimari birimlerin farklı tarihlerde yapılması, gerek mimari gerekse bezeme özelliklerinde farkındalıklara neden olmuştur. Ancak ortaya çıkan ürün, mimari bütünlükten uzak olmayıp, tam tersine, bütünlük duygusunu uyandıran başarılı birleşim, yapıyı özgün kılarak mimari çekicilik kazandırır."

 

NEDEN ULUCAMİ?

"Yapının adı neden Ulucami?"  diye sordum.

"Ulucami, çok ayaklı, eş nitelikli örtü sistemiyle inşa edilen, enine gelişen plan yapısına sahip camileri tanımlar. Ayrıca, şehrin en büyük camisine Ulucami denir."

Prof. Dr. Gözde Ramazanoğlu, Ulucami'nin değişik bazı kaynaklarda farklı adlarla anıldığını da anlattı:

"Evliya çelebi'nin Ramazanoğlu Camii adıyla andığı, insanların bu çok süslü sanat yapısının ikincisini yapmaktan aciz kaldığını belirttiği Ulucami, arşiv kaynaklarında Halil Bey Camii, Cami-i Cedid-i Halil Bey veya sadece Cami-i Cedid (Yeni Cami) ve Cami - Kebir olarak adlandırılmışlardır.

Caminin inşasına 1508 tarihinde Halil Bey başlamış, 1541 tarihinde Piri Bey tamamlamıştır."

 

SADAKA TAŞI

Gözde Hoca, Caminin, Kızılay Caddesine bakan kuzey tarafında çeşmeyi anlattıktan sonra dikdörtgen pencere içinde bulunan taşın "Sadaka Taşı" olduğunu söyledi.

Sadaka Taşı'nın anlamını soranlara da: "Gücü olanlar buradan geçerken kimsenin göremeyeceği şekilde bu taşın üzerine para bırakır, buradan geçen bir ihtiyaç sahibi de yine kimsenin görmediği şekilde ihtiyacı olduğu kadar alır... Yani ne yardım edeni kimse görür ne de yardım alanı..." olarak anlattı.

Ulvi anlayıştan doğan erdemli bir davranışın günümüzde örnek alınması gerekir diye düşündüm.

 

EBEDİLEŞTİRİLEN YÜCELİK DUYGUSU

Caminin batı kapısı Osmanlı, doğu kapısı ise Memlük mimarisi tarzındadır.

Her hafta ziyaret ettiğim Ulucami'nin batı tarafında bulunan işlemeli kuleyi görürüm ancak ne anlama geldiğini o gün öğrendim. (Çevremizde dikkat etmediğimiz ne çok bilgi varmış)  Gözde Hoca anlattı:

"Batı kapısının giriş bölümünün üzerinde yükselen iri muharnas işlemeli kulevari örtünün Anadolu'da ikinci bir örneği yok. Ulucami 1534'te Kanuni Sultan Süleyman ile Irakeyn Seferine katılan Matrakçı Nasuh'un, Irak bölgesinde olduğu gibi, Erzurum, Tebriz ve Sultaniye'yi gösteren minyatürlerinde de mukarnas kubbeli türbelerin 13 yy boyunca Selçuklu - Atabek ve zengiler eliyle şekillendirilip geliştirildiği ve yücelik duygusunu ebedileştirmek amacıyla inşa edildiği anlaşılmaktadır.

 

HATAY AĞACI VE EJDER

 

Bu örtüyü taşıyan poligonal kasnağı çepeçevre kuşatan mukarnas nişleri arasındaki "Hayat Ağacı" kabartmasına doğru uzanan simetrik ejder kabartmasının Anadolu’lu olduğuna şüphe yoktur. Aslında Uzakdoğu Çin Sanatı'nın tipik hayvanı olan ejderler, farklı bir stil ve semboller dünyası ile ilgili olarak Selçuklu sanatına girmiştir. Bilhassa taş ve alçı kabartmalarda görülen ejderl figürleri, Anadolu Selçuklu Sanatında oldukça yaygındır. Sivil ve dini eserlerde yer alır. Bilhassa kale, han, darüşşifa gibi sivil yapılarda hâkim oluşu dikkat çeker.

 

Ejderin Orta Asya kanalıyla gelen Türk Çin takviminde kullanılması, Selçukluların doğu geleneklerine bağlılığını bir dega daha ortaya koyar. Ejderin sembolik dünyası bizi kısmen Orta Asya inançlarına götürür. Eski Orta Asya inancına göre gök kubbenin idaresi, ahengi, bir ejder çiftine bağlıdır. Yıldızların senelik dönüşünü bu çift ayarlar..."

 

Çok güzel bir gündü. Gözde Hoca anlattıkça konuklar ilgiyle izliyordu. Anlıyoruz ki tarihi değeri olan her yapı, göründüğünden çok farklı anlamlar taşır.

Her zaman gördüğüm ve şadırvanında dinlendiğim Ulucami'nin mistik atmosferinin yanında şimdi de sanatsal özellikleri ile hayranlığımı kazanmıştır.

Prof.Dr. Gözde Ramazanoğlu'na Ulu Cami konusunda aydınlattıkları, Sabri Gül'e de fotoğrafları için teşekkür ederim.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.