Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Talat'ın ruhu

A+A-

Hans-Lukas Kıeser ' Talat Paşa ' biyografisinde Talat'ın ruhunun ' Türkiye'nin ruhu ' olduğunu söyler.  Erken Cumhuriyette unutuşa terk edilen Paşanın naaşı 1943 yılında  Almanlarla yapılan anlaşmayla İstanbul'a getirildiğinde, tilmizlerinden olan Yunus Nadi gazetesi Cumhuriyette  '' dün aziz kemikleri bakiyesini vatan toprağına koyduğumuz Talat Paşanın bizden ayrı bir adam olmadığını bir daha takdir edersiniz '' diye yazıyordu. Cumhuriyet kurulmuş Paşanın yetiştirdiği komitacılardan mürekkep bir kadro başta Tahsin Uzer, Şükrü Kaya, Abdülhalik Renda, Atıf Kamçıl ve Celal Bayar olmak üzere devlet de üst düzey sorumluluklar almış; Falih Rıfkı, Necmeddin Sadak, Yunus Nadi, Reşit Saffet'ler  basının önemli mevkilerine yerleşmiş; Şükrü Saraçoğlu, Mahmut Esat Bozkurt , Cemil Hüsnü Taray gibi parti çevresinden olanlarsa kritik siyasi mevkilere gelmişlerdi. Paşanın ruhundan kasıt yakın çevresinin yeni Cumhuriyetin köşe başlarını tutması değildi sadece. Etno-kültürel açıdan homojen bir millet tasavvuru, milleti hakime olan Sünni Türklüğün  yüceltilmesi, otoriter siyasi yöntemler, toplumsal eşitlik ve sözleşme anlayışının reddi, komitacı alışkanlıklar,  emperyal hevesler Talat'ın ruhu dediğimiz şeylerdi. Cumhuriyet bu heves ve niyetlerin bir kısmından tarihsel zorunluluklar nedeniyle uzak durmuştu. Ancak pek çoğunu sorgulamaksızın devraldı ve bu miras günümüze kadar taşındı. Meselelere liberal bir vizyonla yaklaşan yazar bu  mirasın Türkiye'nin AB'ye girmesinin, anayasal yurttaşlığı sağlamasının, iç barışını tesis etmesinin önündeki en önemli engel olduğunu belirtir.

Kıeser'in çalışması alışılmış biyografik eserlere benzemez. Karşımızda kronolojiye sadık bir  çalışma bulunmuyor. Kitap Paşanın parti içindeki etkinliğine, siyasi kariyerine ve asıl olarak da komitedeki gücü ele geçirdikten sonra  partiyi ve devleti nasıl yönettiğine odaklanıyor. Yüksek tahsil görmemiş, posta hizmetlerinde sıradan bir memur olarak çalışmış Talat'ın örgütçülüğü ve siyasi zekası ile koskoca İmparatorluğu yönetecek kudrete nasıl  ulaştığının öyküsünü anlatıyor kitap.  İttihatçıların anılarında Paşa partinin gerçek lideri olarak kutsanır. Mütevazılığı, yolsuzluğa bulaşmamışlığı, bütün hayatını komite, parti ve devlete adaması yüceltilerek anlatılır. Kıeser'de kitabında Paşanın bu yönlerini ' siyasi hayvan ' kavramlaştırması üzerinden inceler.

Kıeser'in kitabı İttihatçı anlatıya bir alternatif oluşturmaya çalışır. Resmi anlatıya  göre birinci dünya savaşına gönülsüzce girilmiş, Almanlarla ittifak zorunluluktan gerçekleşmiş, Ermenilere yönelik katliam ise ihanetlerinin üzücü bir sonucudur. Kıeser üretilmiş bu tarihsel mitlerin aslı astarı olmadığını zengin bir malzemeyle ispatlar. Daha  1908 devrimi gerçekleşmeden, Ahmet Rıza gibi istisnai örnekler dışarıda bırakılırsa İttihatçıların vizyonunda halklar arasında toplumsal sözleşmeye dayalı eşitlik anlayışının olmadığını, siyasi ufuklarının yıktıkları Abdülhamit gibi ' milleti hakime ' ilkesiyle yüklü bulunduğunu söyler. Büyük bölümünün Balkan kökenli olması nedeniyle siyasi formasyonları etnik savaşlar, kaybedilen topraklar ve komitacı ilişkilerle yoğrulmuştur. İmparatorluğu  halkların eşitlik taleplerini içerecek federal bir modelle ayakta tutmayı hiç düşünmemişlerdir. Zihniyet dünyaları o dönemin hakim düşünce biçimi olan ' sosyal darwinizm 'le örülmüştür. Bu insanlar dünyasını hayvanlar alemine indirgeyen ve güçlü olanın ayakta kalmasını meşru ve ahlaki kabul eden bir düşünce biçimiydi. İttihatçıların ve erken Cumhuriyetin resmi düşünürü sayabileceğimiz Ziya Gökalp’te tam bir sosyal darwinistti. Düşüncesinin merkezini İslami Türkçülük oluşturuyordu. Dağılan dünya konjonktüründe her ne pahasına olursa olsun Türkün ayakta kalma hakkını savunuyordu. Yüzyıllardır Türklerle birlikte yaşayan diğer halklar, ancak onun üstünlüğünü kabul ettiği, bağımsız varoluş talebinde bulunmadıkları takdirde  hak sahibi olabilirlerdi. 

Yazar 20.yüzyıl başlarındaki İmparatorluk başkenti İstanbul'u Avrupa siyasetinin en önemli merkezlerinden biri olarak tasvir eder. Londra, Berlin, Viyana ve Moskova kadar İstanbul'da  dünya siyasetin de  etkilidir. İttihatçıların ve Talat'ın anlattığı şekilde siyasetin mazlumu ve mağduru değildirler. Talat ve ekibi bile isteye birinci dünya savaşına girmişlerdir. Balkan bozgunu sonrasında işgale maruz kalan Edirne'nin kurtarılması öz güvenlerini yükseltmiş, adım adım büyük savaşın yaklaştığını görmüşler ve kaybedilen toprakları yeniden kazanmanın hayallerini kurmuşlardır. 1913 Babıali baskınıyla parti diktatörlüğüne geçilmiş ve Talat triumvira içerisinde en etkili aktör konumuna yükselmiştir. Almanlarla ittifakı ince ince hesaplamış ve büyükelçi Vagenheim üzerinden Almanlar ittifaka ikna edilmiştir. Ortaklığın  kurulmasında karşılıklı menfaatler ve   perspektifler kolaylaştırıcı olmuş, geç kalmışlık, militarizm, hakim dünya düzenini kabullenmemeye dayalı revizyonizm arzusu ve emperyal istekler yakınlığı hızlandırmıştır. 

Kıeser Balkan bozgunu ile birlikte Talat'ın Anadolu'yu Türkler açısından müstahkem bir mevki haline getirmeyi tasarladığını söyler. Bu niyetin önündeki en önemli engel Anadolu'nun etnik çeşitliliğiydi. Osmanlı ile hasımları arasında imzalanan 1878 Berlin antlaşması hiçbir sorunu çözmemişti. Büyük güçler bu anlaşma ile Osmanlının iç işlerine müdahale hakkı kazanmıştı.  Emperyalist güçler gayrımüslimlerin haklarını savunma bahanesi altında hem Osmanlıyı sıkı biçimde kontrol edebiliyor  hem de Ermenileri kışkırtma imkanına kavuşuyorlardı. Talat bu müdahaleleri bertaraf etmeye eşitlikçi bir perspektiften değil hakim millet mantığıyla yaklaştı. İlk sonuç daha savaş başlamadan ikiyüzbin Rumun Anadolu'dan zorunlu göçle yollanmasıydı. Bu ileride yaşanacak felaketlerin ilk işaret fişeğiydi. Bütün Osmanlı coğrafyası savaş sırasında kan deryasına dönecekti. Halklar birbirini boğazlayacak, insanlar yüzlerce yıldır yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalacaktı.  Yaşananlar etnik temelli sınıf mücadeleleriydi aynı zamanda. Anadolu'nun yerleşik halklarının mallarına ve mülklerine el koyma cihadın en önemli motivasyonuydu. Talat'ın Murat Bardakçı tarafından yayına hazırlanan özel ajandasına göre 40 bin taşınmaza, 90 bin çiftliğe el konulmuştu. El koyanların çoğunluğu İttihat Terakki'nin yerel aygıtlarının aparatları haline dönüşmüş olan eşraftı. Savaşın bizatihi yarattığı vurgunculuğu saymıyoruz. 

18 Mart 1915'de Çanakkale Gelibolu'da kazanılan zafer umutsuzluğa kapılmış İttihatçı liderlik açısından dönüm noktası oldu. Kaybettikleri morali yeniden kazandılar ve 24 Nisan'da Ermeni ileri gelenlerine yönelik tutuklama furyasını programlamaya başladılar. İçerisi psikolojik olarak zaten hazırlanmıştı. Cihat ilan edilmiş, İslami milliyetçilik şaha kalkmış, yerel eşraf Ermeni mal ve mülklerini çok önceden gasp etmeye başlamış ve Talat'a yakın valiler kritik yerlere atanmıştı. Amaç Anadolu'daki çeşitliliği tekleştirmek, Ermeni meselesini kökünden halletmek ve Anadolu'yu Türkleştirmekti. Yıl sonuna gelindiğinde mesele önemli ölçüde halledilmişti. Kıeser buradaki asıl motivasyonun Kafkasların işgali ve Turancı hayaller olduğunun altını ısrarla çizer. Ermenilerin tehciri bir iç isyanı önlemektense  Turan ülküsünü gerçekleştirmenin önündeki ayak bağını ortadan kaldırmak maksadını taşıyordu. Nihai amaç önce Kafkasların işgali sonrasındaysa Orta Asya içlerine doğru ilerlemekti. Enver'e fatura edilen hayaller sadece ona ait değildi. İttihatçı önderliğin en başta da Talat'ın hayalleriydi. Zaten Enver bütün afra tafrasına rağmen Talat'ın çömezidir. Bütün kontrol onun elindedir ve Cemal dahil tamamı Paşa tarafından yönetilmektedir. 

Paşa partinin en zeki, uyanık ve akıllı kişisidir. Kurtuluş Savaşı başladığında hiçbir kompleks duymadan Gazi'nin liderliğini kabullenmiştir. Enver'le ilişkisi karşılıklı olarak kompleksli olan Gazi'nin Talat'la münasebetleri mesafeli ve saygılıydı. Talat 15 Mart 1921 tarihinde Ermeni bir militan tarafından öldürülünceye kadar karşılıklı mektuplaştılar. Gazi tedbirli olmakla birlikte Talat'ın Anadolu'daki mücadelenin liderliğini eline geçirmek niyeti olmadığını fark ediyordu. Talat bulunduğu Berlin'den Moskova'daki  Enver'e, Afganistan'da olan Cemal'e kadar herkesle kurduğu ağlar vasıtasıyla irtibat halindeydi. 

Kıeser Talat'ı ' komplocu otoriteryenizm, toplumsal sözleşmenin reddi, İslamcı ve aşırı milliyetçi ' örüntülerin Türk siyasetindeki mirasçısı olarak değerlendirir. Kemalizm dahil  genel olarak Türk siyasetinin bu kalıpların dışına çıkamadığını iddia eder. Pratiğinin Avrupa sağ faşist devrimciliğine ilham verdiğini söyler. İddiası modern Türkiye'nin gerçek kurucusunun Talat olduğudur.

Önceki ve Sonraki Yazılar