1. YAZARLAR

  2. Cengiz Yıldırım

  3. Âşık Veysel’in Yaşamı, Felsefesi, Âşıklık Geleneğindeki Yeri
Cengiz Yıldırım

Cengiz Yıldırım

Âşık Veysel’in Yaşamı, Felsefesi, Âşıklık Geleneğindeki Yeri

A+A-

3.Bölüm

  1.5. Okuma İsteği ve Sazla Tanışması.

Okuma isteği başlığının o dönemde yedi yaşındayken görmeyen biri için önemi yoktur. Ancak Veysel daha sonra anılarında okumayla, okulla ilgili şunları anlatıyor:

“Artık ilkokul çağlarına doğru idim; ama okul yok ki, okuyayım. Okul olsa bile ben nasıl okuyabileceğim? Yazıyı görmüyorum ki. Şimdiki gibi körler okulu yok ki, babam öküzünü ineğini satıp göndersin. Köyümüzde köy imamı Molla kâhya vardı. Okul çağı gelenler, onun odasında toplanırlardı. Kur’an-ı Kerim okurlardı. Ancak Elif Cüzü’nü öğrenebiliyorlardı. Bir de namaz surelerini. Ağabeyim Ali gelir ‘Elif..be..te..’ diye sayardı. O zamandan dahi bu kelimeler aklımda yer etmiştir. Zaman zaman öğrendiğim sureleri okurum.”

“Ah şu zaman ki devir! Körler okulu var; herkes okuyup yazmayı öğreniyor, körü de sağlamı da herkes memur olabiliyor. Biz bütün bu yenilikleri Gazi Paşa’ya borçluyuz.” (Yılmaz, 1996: 13-14).

Okuyamayan, yazamayan gözleri görmeyen Veysel’inbu durumu karşısında, baba Karaca Ahmet, anne GülizarHanım, hatta Sivrialan halkının tamamı, çocuk Veysel’ingeleceğini düşünürler. Bir köy yerinde gözleri görmeyen,sürüyü çevirip gelemeyen, koyunu kırkamayan, öküzüçifte koşamayan çocuk ne yapabilirdi? Bu durumun farkındaolan Veysel üzülür. Sadece Veysel mi, annesi, babasıda çok üzülürler. Âşık Veysel hatıralarındakonuya şöyle değinir:

“Ben, henüz on on beş yaşlarına değmiştim. Babam benim için düşünürdü. Bu çocuk biz öldükten sonra ne olacak, kim bakar diye”

İki gözünü de kaybetmesiyle artık bir köşeye çekilen Veysel’i acıklı durumu babası Karaca Ahmet’i yaralar. Veysel’in babası Karaca Ahmet, Ortaköy Bektaşi Tekkesi’nde Mustafa Abdal Baba’ya bağlıdır. Tekkenin sürekli takipçilerindendir. Bir gün Ortaköy Mustafa Abdal Tekke’sine gider. Tekke postnişini Mustafa Abdal Baba, Karaca Ahmet’e Veysel’in durumunu sorar. O da, “Bir süpürgeyi saz gibi eline alıp türkü, deyiş çağırıyor. Sesi de pek yanık” der. Mustafa Abdal Baba’da “O zaman Veysel’e saz öğretelim ilerde Zâkir olur” der ve duvardaki eski çatlak sazı indirir Veysel’e götürmesi için Karaca Ahmet’e verir. Fakat Veysel’in bunu kendi kendine öğrenmesi de pek mümkün gözükmemektedir. Bu sebepten baba Karaca Ahmet oğlu için saz dersleri ve saz hocasını düşünmeye başlar.

Veysel ilk saz derslerini, Sivrialan’da bir Bektaşi aydını olan Molla Hüseyin’den almaya başlar. Molla Hüseyin Sivrialan’da tek okumuş kişidir. Mektep, medrese görmemiştir. Dili söz, eli kalem tuttuğu için molla adını takmıştı köylüler ona. Molla Hüseyin, Veysel’in sazı öğrenmesi için elinden geleni yapar. Ancak ilk yıllarında ümit yoktur. Baba Karaca Ahmet de bu duruma üzülmektedir (Alptekin, 2011: 21). Âşık Veysel hatıralarında saz kursu almayla ilgili konuya şöyle değinir:

 

“Saz öğrenme merakım arttı amma bir türlü öğrenemiyorum. Hüseyin Dayı’nın yanından ayrılınca sazı bir tarafa atıyorum. Rahmetli babam öğrenmemde ısrar ediyor, hatta beni dövüyordu. Oğlum biz ölürsek sana kim bakar? Mutlaka seni bir sanat sahibi etmek istiyoruz. Sen sazdan başka ne yapabilirsin? Çift süremen, tohum ekemen, ekin biçemen, Bunu öğrenirsen köy odalarında, toplantılarda, kahvelerde çalarak ekmek paranı çıkarırsın derdi. Ondan sonra saza ısındım; çalmağa başladım. Teli kırılırsa, doğru Hüseyin Dayı’ya koşardım ”(Turan, 2011: 21).

 

Veysel’in yetiştiği yöre Emlek yöresi ozanlar yatağı bir yerdir. Köye sık sık gelen âşıklar halkı bir odaya toplar bildiklerini anlatır saz çalıp türkü söylerler. Veysel bu toplantıların baş dinleyicilerindendir. Saz çalmaya on beş yaşında başlayan Veysel bu hususu bir dörtlüğünde şöyle dillendirir:

Bağlandım köşede kaldım bir zaman

Nice kimselere dedim el’aman

On onbeş yaşıma girince hemen

Yavaş yavaş düzen ettim sazımı

Veysel’in ikinci saz hocası babasının arkadaşı Çamşıhlı Ali Ağa’dır. Ali Ağa Çamşıh da ozanlık geleneğini yaşatan bir ailedendir. Ailede, Âşık Ali Metin, Mehmet Ali Karababa, Mahmut Erdal gibi tanınmış ozanlar vardır. Ali Ağa, Veysel’i zamanın ozanlarıyla tanıştırdığı gibi Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dertli ve Ruhsati gibi efsaneleşmiş ustaların eserleriyle de tanıştırır, onları ezberletir (Öz, 2013: 36). Bu hususu Veysel hatıralarında şöyle anlatır:

“Bizim köye Çamşıhlı Ali Ağa diye bir zat geldi. Babamla, Ali Ağa iyi anlaştı. Ali Ağa’nın bizim evde kalması için ısrar etti. Ali Ağa da babamı kırmayarak bizim evde senelerce kaldı. Artık ustam Ali Ağa oldu. Ali Ağa’nın bağlaması Hüsniye idi. Hüsniye bağlamanınsesi, beni etkiler oldu. Ali Ağa bana kendi bildiği türkü vedeyişleri öğretmeye başladı. İlk öğrendiğim deyiş Kul Abdal’ındır.Devamlı çalarken onu hatırlarım:”

Takdirden gelene tedbir kılınmaz

Ne kılayım çare ben şimden geri

Yaram türlü türlü merhem bulunmaz

İstersen merhemi çal şimden geri

O yıllarda Veysel’in Ali adında bir ağabeyi ve Elif adında bir kız kardeşi vardır. Bundan sonra bacısı Elif elinden tutarak dolaştırır. Gittikçe içine kapanan Veysel, ozanı bol Emlek yöresinde yeni bir kişilik olarak belirmeye başlar. Veysel bütün karamsarlığına rağmen azimle ve ısrarla yoluna devam eder. Umutsuzluk zamanla yerini ideale bırakır. Yirmi yaşlarına geldiğinde artık iyi saz çalan, iyi usta malı türkü okuyan bir halk sanatçısıdır. Köyünde ve Ortaköy, Hüyük, Örenyurt, Sarıkaya, Beyyurdu, Hardal gibi çevre köylerde düğünlere gitmeye başlar. O dönem köylere kiminle çıktığı hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Sivrialanlı Yusuf Güneş, “Âşık Veysel’i köylere bizim köylü Halil Ağa (Halil Ercan) götürürmüş”, der.

Âşık Veysel’in Asker Olma İsteği

Osmanlı 1914’te I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında yer alarak seferberlik başlattı, Veysel’in ağabeyi Ali cepheye gitti. Akabinde emsalleri de, kendi yaşındaki arkadaşları da cepheye gittiler. Veysel, çatlak sazıyla baş başa ve çok istediği askerlikten mahrum kaldı. Bu durum, münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva açtı. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun bir hâlde bıraktı. Veysel, köyünden biraz uzakta olan küçük bahçesinde bostan bekçiliği yapmakta; armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır (Bâkiler, 1989: 19)

I. Dünya Savaşı’na katılamamak Veysel’de bir eziklik duygusu uyandırır. Bunda biraz Anadolu’da “erkek, oğlan” olgusunun etkisi vardır. Veysel’in yurtseverliğinin, vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır. Bu konudaki hislerini bakın nasıl dile getirir:

Ne yazık ki bana olmadı kısmet

Düşmanı denize dökerken millet

Felek kırdı kolum, vermedi nöbet

Kılıç vurmak için düşman başına

Askere gidemeyişiyle ilgili üzüntüsünü daha sonraki yıllarda Yavuz Bülent Bâkiler’e şöyle anlatmıştır:

“Gençlik yıllarımda en büyük üzüntüyü Birinci Dünya Savaşı çıktığında yaşadım. Savaş başlayınca bütün köylü asker oldu. Benim emsallerim de askere gitti. Yirmi yaşımda olduğum halde gözlerim görmediği için beni askere almadılar. Köyde yaşlı erkeklerle, kadınlarla baş başa kaldım. Çok müteessir oldum. Çok üzüldüm. Çok çektim. Onlar memleket hizmetine gitti. Ben köyde mahzun ve mahrum kaldım. Ben Allah’ın nasıl kuluyum ki bundan, bu vatan hizmetinden mahrum kaldım diye çok acı çektim.”

“Sonra İstiklal Savaşı oldu. O yıllarda ben yine köydeydim. Bir iki yere gidip geldimse de önemsizdir. O sıralarda Atatürk’ün adı yayılmıştı. Atatürk falan yerde düşmanı bozmuş, Atatürk şurada şu kadar düşmanı esir etmiş söylentiler dolaşır dururdu. Köye gelen jandarmalar bize Atatürk’ten bahsederlerdi.”

Mustafa Kemal önderliğinde yürütülen Milli Mücadele’nin sonlarına doğru Veysel, hem arkadaşsız kaldığından, hem de askere gidemediğinden dolayı çok üzgündür. Hep bahçesindedir. Tam da bu dönemde köye iki asker kaçağı gelir. Kaçağın birisi Veysel’in dayısının oğlu ve arkadaşı olan Sivrialan’dan İbrahim Tutiş (Cört), ikincisi ise Zaralı Kasım Doğan’dır. Kasım hem keman çalar hem de türkü söyler. Bu kaçaklar gündüzleri ormanda saklanır, geceleri Veysel’le birlikte olurlar. Veysel’in ailesi Kasım’ı çok sevmiştir. Köylerinden genç yaşında ölen Hamza’nın dul eşi Kamer’le iç güveysi olarak evlendirilir.

E-posta: [email protected]

e-posta [email protected]

Cep Tel: +90 533 351 74 60

Ankara/Türkiye

 

3. Bölüm Sonu

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.