1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Ernest Mandel’in Devrimci Hümanizmi
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Ernest Mandel’in Devrimci Hümanizmi

A+A-

Ernest Mandel’in 100.yaşının anısına iki yazı kaleme almıştık ve bunları arttırmayı planlıyorduk. Türkiye’nin hareketli gündemi yazıların aksamasına neden oldu. T.S.Eliot’un ‘ayların en zalimi olduğunu söylediği Nisan’ Mandel’in de doğduğu ay. Bugüne kadar bu büyük devrimci Marksist ile ilgili ne bir anma yazısına rastlayabildik ne de teorik olarak ondan ciddi olarak beslendiğini düşündüğümüz çevrelerin dosya konusu yaptığına tanık olduk. Umarız bu eksiklik giderilir ve anısına gerekli ilgi gösterilir. Çünkü Mandel bu alakayı herkesten fazla hak eden bir geçmişe ve birikime sahip. Marksizmden uzaklaşmanın gemi azıya aldığı dönemlerde teoriyi hayatın değişik alanlarına son derece yaratıcı biçimde uygulayarak birkaç kuşağın Marksizme ilgisini canlı tutmuş bu kuşakların gelişmesine yön vermişti. Onun kaybı ile devrimci Marksist gelenek hem değerli bir militanından mahrum kalmış hem de yaratıcı ve üretken bir teorisyenini yitirmişti. Kaybının üzerinden otuz yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen yarattığı boşluk hala doldurulabilmiş değil. 

Mandel’in Marksizmi sonuna kadar devrimci hümanist bir duyarlık ve içerikle yüklüydü. Her olguyu, gelişmeyi insanın kurtuluşu ve özgürleşme çabası üzerinden değerlendirirdi. Sovyet düzeninin çökmesi ile birlikte sol çevrelerde bir yılgınlık ve inançsızlık baş göstermişti. Kurtuluşa ilişkin umutlar, hayaller yerle bir olmuştu. Sosyalizmin yetmiş yıllık tarihi sonucunda ‘uygulandığı haliyle sosyalizm’ bizzat kitleler tarafından yıkılmıştı. Ne emperyalist komplolar ne de filan kişinin ihaneti milyonlarca insanın bir rejimi yıkması için tek başına yeterli değildi. Uygulandığı haliyle sosyalizmin kitleler açısından hiçbir çekiciliği, yaşanabilirliği kalmamıştı. Batı’nın tüketim kapitalizmi kitlelere içinde yaşadıkları sistemden daha cazip görünüyordu. 

Sosyalizmin bizzat yığınlarca yıkılması sosyalizme ilgi duyan her çevrede tam bir şok etkisi yaratmıştı. Çöküşü öngören çevrelerde bile derin bir karamsarlık hakim olmuştu. Çünkü duvarın altında kalan sosyalizmin şu veya bu çeşidi değil bizatihi kendisiydi. Kapitalizmi aşan bir ufuk çizgisi olarak sosyalizm tahayyülünün yaşadığı bu ağır yenilgi birçok çevreyi daha insani bir kapitalizm arayışına yöneltti. Mücadele kapitalizmi aşmak, bir devrimle ortadan kaldırmak ve özyönetime dayalı bir sosyalizme geçmek için değil demokrasiyi derinleştirmek için verilmeliydi. Demokrasi ucu açık, salt liberallere terk edilemeyecek kadar kıymetli birşeydi. Uygulanmış sosyalizmin çökmesinin asıl nedeni demokrasiden yoksunluktu. 

Mandel bir devrimci hümanist olarak yabancılaşmanın aşıldığı, emeğin sömürüsünün ortadan kalktığı, özyönetime dayalı bir sosyalizme olan inancından hiç vazgeçmedi. Emeğin sömürüsü ve meta fetişizmine dayalı doğası karşısında iyileştirilmiş bir kapitalizm olası değildi. Adaletsizliği, eşitsizliği, hiyerarşiyi, açlığı, yoksulluğu, zenginliğin bir avuç insanın elinde toplanmasını sağlayan kapitalizmdi. Meta fetişizmi insanlar arasındaki gerçek ilişkilerin yerini nesneler arasındaki ilişkinin alması demekti. Emek süreci baştan aşağı işçinin ürettiği ürüne yabancılaşması üzerine kurulmuştu. Bu yabancılaşma doğayla, üretimle ve türüyle insan arasına kalın duvarlar örmek suretiyle işliyordu. Bu nedenle Mandel yabancılaşmayı Marx’ın olgun halinin terk ettiği bir kategori olarak görmedi. Yabancılaşma genç Marx’dan olgununa kadar varlığını devam ettirmiş, ancak aradan geçen süre içinde içerik değiştirmişti. Önce felsefi bir kategori olarak benimsenen kavram giderek zenginleşmiş ve çok muhtevalı bir biçime bürünmüştü. Yabancılaşmanın aşılması Marx’ın daima en büyük hedefleri arasında yer almıştı.  

Yabancılaşma üzerinde ısrarla durmamızın nedeni bu kavram bazı çevreler tarafından burjuva bir kategori olarak değerlendirildiği içindir. Özellikle Althusser ve çevresi Marksizmi bir anti-hümanizm olarak ilan etmişti. Bu ilan kuşkusuz pratik sonuçlarıda olan teorik bir duyuruydu. Yabancılaşma genç Marx’a mal ediliyor, ekonomi politiğin diline yerleştikten sonra bu kavramı artık terk ettiği söyleniyordu. Mandel büyük bir devrimci hümanist olarak bu görüşe en önce itiraz edenlerdendi. ‘Marx’ın İktisadi Görüşlerinin Oluşması’ isimli çalışmasında Althusser’in bu savını inandırıcı argümanlarla çürütmeyi başarmıştı. Yabancılaşma Marx’ın bütün kuramsal yaşamı boyunca terk etmediği bir kavramdı. 

Mandel’in devrimci hümanizmi zaman zaman Lövy’in de belirttiği gibi peygambervari bir eda ediniyordu. Lövy bununla şart kipinde konuşmayı hatırlatmak istiyordu. Çünkü bir peygamber yaklaşmakta olan felaketleri bildirmek için harekete geçerdi. Peygamber sözündeki aciliyetin, dolaysızlığın nedeni buydu. Eğer söze kulak verilmez, işitilmez, duyulmaz ise insanoğlunu bekleyen felaketti. Bu felaketten kaçınmak için insanoğlunun irkiltilmeye gereksinimi vardı. Kapitalizmin kriz eğilimlerini en iyi tarihselleştiren ve yıkıcı gücünün en iyi farkına varanlardan biri olarak Mandel felaketler karşısında insanoğlunu bir peygamber edası ile uyarmayı içselleştirmişti. Mandel için felakete direnmek ve insanları uyarmak insani bir yükümlülüktü. Bir yerde şöyle der: ‘ kölesini kamçılayan köle sahibinin elinden kırbacını almaya çalışırsak ya da kitlesel katliama karşı bir ayaklanma örgütlemeye ( Varşova Gettosu’nda olduğu gibi ) çalışırsak daha iyi bir insan olmaz mıyız? Gayrı insani koşullara direniş bir insan hakkı ve insani bir zorunluluktur- her hangi bir bilimsel bilgi veya öngörüden bağımsız olarak”.  

Bu peygambervari seslenme tarzı sadece Mandel’e mahsus değildi. İnsanlık denilen türe büyük bir devrimci hümanist duygu ile bağlanan her devrimcide vardı. Marx Komünarları Versay üzerine yürümemekle, merkez bankasına el koymamakla eleştirmiş olsa da arkalarından bir ağıt yakarak ‘gökyüzünü fethe çıktılar’ diyerek selamlamıştı.  Savaşın ortasında bütün sosyal demokratlar savaş bütçesine evet dediğinde bu ihaneti kaleme aldığı Junius Broşürünü Lüksemburg ‘ ya sosyalizm ya barbarlık ‘ çağrısıyla sonlandırmıştı. Kornilov darbesi sonrasında yer altına inmek zorunda kalıp Finlandiya’ya geçen Lenin devrimi yapamadıkları taktirde Rusya’yı bir felaketin beklediğini söylemişti. 

Gençliğinde toplama kamplarından iki defa kaçmaya teşebbüs ettikten sonra Berlin duvarının yıkılmasınada tanıklık eden Mandel’i ayakta tutan şey bu devrimci hümanizmdi. Kapitalizm her ne olursa olsun yıkılmalı ve sosyalizm geçmiş deneylerinden dersler çıkararak kendini yenilemeliydi. Küçücük de olsa eğer bir umut var ise peşine düşünülmeliydi. Mandel insanın kurtuluşu olan devrim konusunda Pascal’ci bahsi oynamaya hazırdı: “ Kendini devrime adama konusunda Pascal’in bahsinin yekdiğeri hiçbir zaman bugünkü kadar geçerli olmamıştı. Eğer kendimizi adayamıyorsak, herşey daha baştan yitirilmiştir. Başarma şansı yüzde bir bile olsa, nasıl olur da bu seçişi yapmayız? Garabet bile bundan evla.” Duvar çöktüğünde üç beş yıllık sosyalisttik ve Marksizmi yeni öğreniyorduk. Eğer vazgeçmediysek ve imanımızı yitirmediysek Mandel’in içten, samimi devrimci hümanizminin bundaki rolü büyüktür.

Önceki ve Sonraki Yazılar