
Hegemonyadan Hakimiyete Giden Yol (6)
Hegemonyadan Hakimiyete Giden Yol (6)
Britanya Krallığının hegemonyası 1750'lerde başladı ve 19.yüzyılın sonuna kadar devam etti. İki savaş yani birinci ve ikinci dünya savaşları Britanya krallığının içinde yer aldığı ittifakların zaferiyle sonuçlansa da yükselişe geçen yeni hegemonik güç ABD'nin savaşların kritik anlarındaki müdahaleleri olmasaydı sonuç böyle olmayabilirdi. 1873-1895 arasında yaşanılan ve uzun dalga kuramcılarının kondratiyev b dalgası dedikleri kar oranlarının azalması ve aşırı sermaye birikimi olarak kendini gösteren tarihsel kapitalizmin yapısal krizi Britanya hegemonyasının inişe geçtiğinin başlıca işaretiydi. Britanya krallığı hegemonik liderliği peyderpey ABD'ye devrederken karşısına çıkan asıl rakip Almanya'ydı. İlk savaşta Almanya Britanya krallığınının hegemonik gücünün aşil topuğunu kesmek isterken ikincisinde nihai hedefi faşist bir dünya imparatorluğu kurmaktı.
Britanya bir ada ülkesi olduğu için Avrupa'daki hakimiyet ve mezhep savaşlarının dışında kalmayı başarmıştı. Bu savaşlara istediği an katılarak hem karlı çıkmış hem de savaşın getirdiği maliyetlerden asgari düzeyde etkilenmişti. Denizaltı ülkesinden aldığı finansal ensrümanları ülkesinden Katolikliği kovarak bir başka gücün yani Papalığın iç işlerine katılmasının da önüne geçmişti. Yaptığı burjuva devrimi ile kapitalizmin gelişmesinin önündeki engelleri kaldırmıştı. Ada ülkesi olmanın avantajlarını kullanarak açık denizlerde korsanlığı özendirmiş ve Ferguson'un dediği gibi korsanlık kraliçe himayesinde yapılır hale gelmişti.
Amerikan kıtalarından kuzeyde olanının fethi Britanya hegemonyasının kaderini çizen en önemli etken olmuştur. İspanyolların aksine adadan kuzeye giden göçmenler asıl olarak yağma ve talan için değil yeni bir yaşam kurmak için gitmişlerdir. Mezhepsel baskılar ve nüfus fazlası göçün başta gelen nedenleri arasında yer alıyordu. İspanyol fetihlerini değerli madenlerin yağma ve talanı motive ederken Britanya krallığı ahalisi gittikleri yerde yerlilerle çok fazla karışmıyor ve kendi kolonilerini kuruyorlardı. İspanyol ve Portekizlilerin yağma ve talan güdülerinin arkasında çok güçlü misyonerlik duyguları da vardı. Yerlilerin animistik sayabileceğimiz inançlarını zorla değiştirerek onları Hıristiyan yapma istekleri çok fazlaydı. Britanyalılar aileleri ile göç ediyor ve yerlilerle evlilikten kaçınırken İspanyol ve Portekizliler yerlilerle evlilik yapıyordu.
Ama yine Ferguson'un da belirttiği gibi korsanlık adalılar için bir yaşam tarzıydı. Özellikle İspanyollar Amerikan uygarlıklarının yağma ve talanından büyük servetleri yapmışlardı. İspanyol altın çağı olarak ün salan çağın altında bu zenginlik vardı. Devlet himayesinde korsanlık yapan adalı korsanlar Atlantik'te İspanyol kadırgalarının önünü keserek veya zorla durdurarak bu yağmadan kendi paylarını da alıyorlardı. Britanya emperyalizmine ve hegemonyasına asıl gücünü veren şey ise düzen kuruculuğuydu. Bu sayede küçük bir ada ülkesi dünyanın üçte birini kontrolü altına alacak ve asgari bir personel ile dünyayı yönetecekti.
Britanya krallığı yeryüzünün tanık olduğu ilk kapitalist emperyalist güçtü. Yukarıda da söylediğimiz gibi gücünü düzen kuruculuğundan alıyordu. Gittiği yere bir düzen taşıyordu. Bu düzen ise piyasaya, rekabete, hukukun üstünlüğüne, yerlilerle uyum sağlamaya, kurumlarının gücü ile bu gücü yerlilerin tarihi ve geleneği ile bağdaştırmaya dayanıyordu. Okumuş bir İngiliz için dünya ülkesi gibiydi. Küresel düşünme kabiliyetini daha en başta ediniyordu. Güçlü eğitim kurumları gelen talebeye bu bilinci aşılıyordu. Üniversiteler bu dünya görüşünü yaygınlaştırıyordu. Emperyalist bilinç hiçbir yerde bu ülkede yerleştiği kadar kök salmış değildi. Bunu kendilerinde neredeyse doğal bir hak gibi görüyorlardı.
Yoksa Oxford veya Cambridge mezunu olan ve soylu veya burjuva kökenlerden gelen birisi tüm ömrünü nasıl ülkesi ile hiçbir benzer yanı olmayan başka başka coğrafyalarda geçirebilirdi. Bu yer uzak Asya'da bir yerde olabilirdi veya Afrika'nın en ücra bir noktası da olabilirdi. Veya Avustralya gibi çok uzaklarda yepyeni bir yerde olabilirdi. Britanya emperyalizmini bu özelllikleri diğer emperyalizmlerden farklı kılıyordu. Ele geçirdikleri her yere kendi toprak sistemlerini götürüyorlar ve her yerleşimciye yetecek kadar bir toprak veriyorlardı. Metodist kiliseler sosyal yaşamı düzenliyor ve muhafazakar bir ahlakı egemen kılıyordu. Piyasa ile münasebetlerinde son derece bireyci sosyal ilişkilerinde muhafazakar oluyorlardı.
Emperyal kurumlar, bir ada ülkesinin getirdiği avantajlar, denizlerde sağladıkları hakimiyet ve son derece sınırlı bir orduyu beslemeleri Britanya'yı bir süre sonra üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk haline getirdi. Çok stratejik düşünüyorlardı. Üstünlüklerini denizden alıyorlar ve bu alanda kimsenin yaklaşamayacağı bir güce ulaşmışlardı. Hint kıtası gibi devasa bir yeri bir şirket aracılığıyla yönetebiliyorlardı. Katıldıkları savaşlarda kendi yurttaşlarını değil uyruklarını savaştırıyor ve bu sayede kamuoyu baskısını hissetmiyorlardı. Yeryüzünün gördüğü en işlevsel emperyal düzeni kurmuşlardı.



HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.