1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Marksizm ve Hümanizm
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Marksizm ve Hümanizm

A+A-

Hümanizm dünya tarihinin tanık olduğu en köklü hareketlerdendi. Hümanizm sayesinde insan, üzerindeki vesayet odaklarından kurtulmuş başlı başına bir entite haline gelmişti. O güne kadar insan hep bir başka varlığın, gücün, ilahi otoritenin izdüşümü sayılıyordu. Mükemmellik, kusursuzluk insana değil ya doğaya ya da Tanrı’ya yakıştırılıyordu. Doğanın mükemmelliğini, saat gibi işlediğini hayranlıkla ifade edenler en sonu doğanın bizatihi Tanrı’nın kendi olduğunda birleşiyordu. Hümanizm bu değerlerin, görüşlerin yerine insanı odağına aldı. Ama hümanizmin insanı soyut ve bireyciydi. Ortaya çıkan insan tipi burjuva dünya görüşünün izlerini taşıyordu. Göksel ve yersel otoritenin buyruğundan çıkmış bu insanı kendi beni dışında çok az şey ilgilendiriyordu. İnsan temel değer ve ölçü kabul edildiğinden daha doğarken doğal haklarla dünyaya geldiği varsayılıyordu. Toplumun kuruluşu her biri kendi çıkarı için ortak bir mukavele imzalayarak biraraya gelmiş bu insanların birlikteliğine bağlanıyordu. İnsanın geçirdiği tarihsel değişim gözardı edilerek başlangıçtan beri böyle olduğu, ancak kendi cehaleti, kusuru, yanlışı sonucunda insan olma vasfını kaybettiği ve şimdi onu yeniden kazandığı söyleniyordu. 

Marksizm burjuva hümanizmine kategorik bir karşıtlık içinde değildir. Soyut içeriğine vurgu yaparken inkarcı davranmaz. Burjuva hümanizminin sınırlarına dikkat çeker. Bu sınırlar tarih ve toplum dışılıktır. O nedenle burjuvaziye ait her kategoriyi tarihselleştirip toplumsallaştırdığı gibi aynı yöntemi insana da uygular. Eğer hümanizmi en kaba hali ile  genel insan sevgisi, düşkünlüğü olarak alırsak Marksizmin varoluşunun bu içerikleri gerçeğe büründürmek olduğu sonucuna varırız. Marksizm değişmez, sabit, kalıcı bir insan doğası olduğuna inanmaz. Soyut bir insani öz kavrayışla ilgisi yoktur. Nihayetinde Marksizm bir Antrıpoloji değil doğanın, toplumun ve tarihin bilimsel temellerde açıklanmasıdır. 

Her Marksist her Sosyalist önsel olarak hümanisttir. İnsanın aşağılanması, horlanması, zulme uğramasına kayıtsız kalmaması, bunları insan onuruyla bağdaştırmaması ve insanın yücelmesi gerekli bir varlık olduğuna inandığından dolayı böyle bir yola girmiştir. Egemen ve resmî ideolojiler içinde yaşanılan hayatı doğallaştırır. Her şeyin böyle gelip böyle gideceğini vazeder. Eşitsizlik, ayrımcılık, cinsiyetçilik insanlığın kaderidir. Bunlara karşı çıkmak daha büyük sorunlar çıkartır diye itiraz edenlere nasihatte bulunulur. Ortak duyuya içkin insani hasletler hep ötelenir, kenara itilir, bastırılır. Bu hasletlerin izinden gitmenin, peşini bırakmamanın hayalcilikle eşdeğer olduğu anlatılır. Bunları yaşamın gayesi yapmanın gençliğe özgü bir davranış olduğu, bir işe, bir aileye sahip olunduğunda unutulacağı öğretilir.  

Marksizm hümanizm değildir. Tek başına ona indirgenemez. Hümanizm Marksizmin kurucu bileşenlerinden biridir. İnsani bir hümanizmin hayata geçmesinin önündeki en büyük engel yaşadığımız toplumsal ilişkilerdir. Bu ilişkilere bireycilik, parçalanmışlık ve yabancılaşma damgasını vurur. Toplumsal ilişkilerin nesneler arasındaki ilişkiler gibi gözükmesi dünyayı kavramamızın önündeki en büyük engeldir. Gücümüzün yetmediği, sanki bizim dışımızdaki güçlerin eseri sayıp sorgulamaksızın kabullendiğimiz tüm ilişkiler bizim yapıp etmemizin bir sonucudur. Kendi ellerimizle, tercihlerimizle yarattığımız dünya başkalarının değil yapıp etmelerimizin bir ürünüdür. 

Eşyalar arasındaki ilişkilerin gerisinde toplumsal ilişkiler bulunduğunu, gayrı insani gözüken dünyanın insani faaliyetlerimizin sonucu olduğunu, başımıza gelen her türlü felaketin bu kadar ağır sonuçlar doğurmasının kendi hatalarımızdan kaynaklı olduğunu anladığımız an her şeye yeni baştan başlayabiliriz. Yeniden başlama iradesini gösteremediğimiz taktirde varolan uygarlığın sonunu getireceğiz. Çünkü kapitalisti uygarlık dediğimiz bu biçim insanla doğa arasındaki çelişkiyi sınırlarına ulaştırdı. Kurduğumuz uygarlık büyük başarıların altına imza attı, ama onu kontrolümüz altına almadığımız taktirde her şeyiyle birlikte mahvolacak. 

Hümanizm hareketi ile kapitalist dünya sistemi aynı yüzyılda doğdu. Kapitalist uygarlık ile hümanizm arasında derin bağlar vardır. İnsanın temel değer olarak alınması doğayı insanın buyruğu altına verdi. Doğanın sınırsız bir potansiyeli olduğu ve bununda insanın yararına dilediğince kullanılabileceği hesap edildi. Daha ilk andan bunun böyle olmadığını anlayabilmek mümkündü şimdi ise çok geç kalmış vaziyetteyiz. Gerçek bir hümanizm yani soyut ve bireyci olmayan, somut ve toplumsallaşmış bir biçimi canlı hayatlarımızı  güvenceye alabilir. Bunun için hayatlarımıza egemen olmuş kısmi rasyonalite ile toplumsal yaşama hakim genelleşmiş irrasyonalite arasındaki çelişkinin giderilmesi gerekiyor. Bu çelişki kapitalizmin doğasından kaynaklanıyor. Her bir birey kişisel davranışlarında azami faydayı elde etmek için rasyonel davranırken toplumsal yaşama kargaşa hakim oluyor. Çok az bir harcama ile yaşadığımız felaketlerin verdiği zararları en asgariye indirebilmek mümkünken akıldışılığın hakimiyeti şehirlerimizi yok ediyor. 

Yeni bir hümanizme, insanileşmeye ihtiyacımız var. Beşyüz yıl önce başlayan ve kapitalizmin hakimiyeti ile rotasından çıkan hümanizmi hem  yeniden rotasına hem de mantıksal sonuçlarına ulaştırmamız gerekiyor. Gerçek bir hümanizm, insanileşme, ancak sosyalizm sayesinde olacaktır. Uygarlık krizine son verebilmek, ancak kapitalizme son vermekle mümkün. Rasyonel, tüm üreticilerin kararları birlikte aldığı, planlamanın hayatımıza yeniden girdiği, temel kamusal ihtiyaçların ortaklaşmış kamu sayılan devlet tarafından karşılandığı, devletin ise üzerimizde yükselen bir safra, ur olmaktan çıktığı ve demokratik olduğu bir yaşam sosyalizm değilse nedir?

Önceki ve Sonraki Yazılar