Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Marx versus Weber

A+A-

Weber başlıkta olduğu gibi Marx’a karşı bir düşünür müydü? Yaygın düşüncede bunun böyle olduğu varsayılır. Weber’in Marx’ın karşısına çıkarılmış en çaplı ve etkili düşünür olduğu kabul edilir. Soğuk savaş başlayıncaya, düşünsel ortamda bundan tam anlamıyla etkileninceye kadar böylesi bir karşı karşıya getiriş kimsenin aklına gelmemişti. Elbetteki Marx ile Weber’in düşünceleri arasındaki ayrımlara dikkat ediliyor, metodolojileri ile siyasal tercihleri arasındaki farklara değiniliyordu. Ama Marx’ın karşısına Weber ile dikilmek bir soğuk savaş kurgusuydu. Sosyolojiyi tarih ve felsefe ile olan bağlarından uzaklaştıran, iktisatı ekonometriye gerileten, politikayı iyi yaşam idealine tutkulu bir bağlanış olmaktan çıkarıp siyasetbilim haline çeviren Amerikan soğuk savaş düşüncesi Marx’ın karşısına Weber’i çıkartabilmek için elinden geleni yaptı. 

Kapitalizme en sert eleştirileri yapmış düşünürün fikirleri evcilleştirildi. 50’li yılların gözde sosyoloji kuramı modernleşmenin erken bir habercisi olduğu ilan edildi. Düşüncesinin en önemli uğrağı sayılması gerekli akılcılığın egemenliği eleştirel içeriğinden yoksun kılındı. Weber için akılcılık kaçınılmaz olmakla birlikte çok da kutsanacak birşey değildi. Giderek yayılan, her şeyi etkisi altına alan önüne geçilemez bir süreçti. Weber’deki akılcılık Aydınlanmanın eleştirel, sorgulayıcı akılcılığı ile aynı şey değildi. Eleştirel kapasitesini yitirmiş, bireyin çıkarlarını maksimize etmeye kilitlenmiş, hesapçı, çıkarcı bir akılcılıktı bahsettiği. Bunun kaçınılmaz olduğunu kabul etmekle birlikte her hangi bir çıkışı mümkün görmüyordu. Mahfazaya benzettiği bu kapatılmışlık bir Weber çevirisinde ‘demir kafes’ olarak tercüme edilince bu metafor ile tanınacaktı. Kapitalist akılcılık demirden bir kafese ebedi mahkumiyet demekti. 

Kendini zihin tarihçisi kabul edenlerin aksine düşünür ‘meslek olarak bilimin’  daha hemen başında ekonomi politikçi olduğunu ilan eder. Klasik ekonomi politik zenginliğin kaynağı ile ilgilenmişti. Çıkarları, ihtiyaçları ve maddi dürtüleri incelemişti. Kendinden sonda gelenlerin aksine Weber içinde yaşadığı çağı kapitalizm olarak adlandırmaktan sakınmadı. Sınıfların varlığını inkar etmedi. Rasyonel olarak örgütlenmiş bürokrasiyi kapitalizmin zorunlu bir sonucu saydı. Şiddet aygıtları üzerindeki tekeli modern devletin en ayırıcı vasfı kabul etti. Bu kabullerin hiçbirisi Marksizmle çelişmez. 

Weber sınıfların varlığını toplumsal analiz için yeterli saymadığından statü kavramını üretti. Sınıflar üretim araçları sahipliğine ve mülkiyet rejimine tabiiken statü kaynağını değerlerden alıyordu. Statünün temelinde onur ve şeref gibi değerler vardı. Maddi dürtüler değil değerler statü arayışına itki sağlıyordu. Akılcı ilkeler etrafında örgütlenmiş bürokrasinin kapitalist devlet için zorunluluğunu Marksizm hiçbir zaman inkar etmedi. Devlet aygıtının hangi ilkeler etrafında değil hangi çıkarları korumaya hizmet ettiğine dikkat kesildi. Bürokrasiyi kaçınılmaz bir yazgı değil toplumun üzerinde yükselmiş bir safra saydı. Bu devletin en ayırıcı vasfı Marx’a göre de bir baskı aygıtı olmasıydı. Baskı sadece çıplak şiddet üretmiyor ayrıca meşruluk ve rıza da sağlıyordu. 

Bu ortak yanlara karşılık Weber ile Marx arasındaki esaslı ayrılık metodolojiden ve politik perspektiflerden kaynaklanıyordu. Marx Alman idealizmine Hegel aracılığıyla bağlanırken diyalektiği yöntem olarak sahiplenmişti. Ama diyalektiği Hegel’den kurtarırken tepeden tırnağa her şeyini değiştirmiş sadece ‘rasyonel çekirdeğini’ muhafaza etmişti. Diyalektik Marx’ın elinde ‘silahların eleştirisinin yerini tutamasa da eleştirel bir silaha’ dönüştü. Alman tarih okuluna bağlı bir düşünür olarak Weber ne pozitivizmi ne de o günün modası  Neo-Kantçılığı benimsedi. Olgularla değerler arasında ilişkisel bir sosyoloji kurmaya çalıştı. Hocası Dilthey’in doğa bilimleri ile kültür bilimleri arasında yaptığı ayrıma sadık kaldı. Doğa bilimlerinin yöntemi olan gözlem ve nedensellik insan bilimlerine uygulanamazdı. Kültür değerler alanı demekti. Doğa verili kültür ise insanın yapıp etmelerinin bir ürünüydü. Kültür ilkeler, değerler, tercihler ve yargılar üretirdi. İnsan bilimleri ile ilgilenen biri nesnesine değerlerden bağımsız yaklaşamazdı. Weber pekçok kavram üretti. Bunlardan en önemlisi ideal tip’di.

İdeal tip ‘birbirinden ayrı, dağınık, şöyle böyle varolan ve ara sıra yok olan somut bireysel görüntülerin birleşimiyle biçimlenir. Bu zihinsel yapı kavramsal saflığıyla gerçeklik içinde herhangi bir yerde deneysel olarak bulunamaz. Bir ütopyadır. Gerçek durumun ya da eylemin kıyaslandığı ve belli önemli parçaların açıklanması için incelendiği, katıksız ölçüde ideal, sınırlandırıcı bir kavramın anlamı vardır onda.’ Weber ideal tipler ile düşünür. Ürettiği ideal tiplerin tarih içindeki karşılıklarının izini sürer. Bu izi takip ederken bir başka kavramı ‘seçmeci yakınlıkları’ üretir. Örneğin Kalvinizm   kapitalizme en uygun inanç biçimidir. Bir yerde kapitalizmin asıl dini ne Katoliklik ne de Protestanlıktır. Girişimci sınıfın özgül ihtiyaçları ile Kalvinizm tarlhsel olarak seçmeci bir yakınlık içine girmişler ve kapitalizmi ortaya çıkarmışlardır. Birbirinden doğmamışlardır, aralarında nedensel bir ilişki de yoktur. Birbirinden ayrı ayrı varolan iki şey birbirini çekmeye başlamış ve özgül durum ortaya çıkmıştır. Bu özgüllüğü Weber ‘ideal tip’ olarak soyutlar. Mukayeseli bir tarih okuması içinde izini sürer. 

Weber’in de derdi kapitalizmin neden Batı Avrupa’da doğduğunu anlamaktı. Weber tüccar sınıfının varlığını inkar etmez. Ama dünyanın başka yerlerinde de bu sınıfın üstelik çok daha gelişmiş haliyle varolduğu söyler. Ama neden bu imkana sahip iken Hintte veya Çin’de değil de kapitalizm İngiltere’de doğmuştur. Bu sorunun cevabı ilkel sermaye birikimine değil reformasyona bağlıdır. 16.yüzyılda büyük reform hareketi yaşanmamış olsa idi kapitalizm dolamayacaktı. Weber için bu doğum Rönesans’dan çok daha önemlidir. Rönesans çok dar bir soylu zümresini ilgilendirmişken reform hareketi tüm Avrupa’yı etkilemiştir. Bu dönüşüm içinde çok özgül bir mezhep olan Kalvincilik asetik özelliklerini girişimci sınıfın hizmetine sunmuştur. Bu dönüşüme Marx’la karşılaştırma içinde bir sonraki yazıda bakalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar