1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Max Weber’e Göre Siyaset (2)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Max Weber’e Göre Siyaset (2)

A+A-

Weber politikacıları değişik alt türlere ayırır. İlk önce ‘ önder politikacıları ‘ inceler. Önder politikacılar Batı’da diplomatika ile birlikte zuhur etmiştir. Akdeniz ticaretini uzun süre kontrolleri altında bulunduran Venedikliler bilgiye çok büyük önem veriyorlardı. Ticaret yaptıkları yerlere elçiler gönderiyorlar ve bunlar vasıtasıyla ne olup bittiğinden haberdar oluyorlardı. Elçilik raporlarında ulaşılan mükemmeliyet diplomasinin doğumu için bir hazırlıktı adeta. Bu görevlere daha çok hümanistik bir eğitimden geçmiş olanlar gönderiliyordu. Hümanistik eğitim edebiyat ağırlıklı bir eğitimdi. Güzel yazmayı ve konuşmayı, şiir ve edebiyattan anlamayı, dengeli ve ölçülü davranmayı gerektiriyordu. Weber modern devletin bürokratik uzmanlaşma olmadan ayakta duramayacağını bilmekle birlikte bunu aynı zamanda bir tehlike olarakta görüyordu. Bunu aşmanın yollarından biri hümanistik eğitime önem verilmesiydi. Bürokratik yabancılaşmanın pan zehiri bir yerde hümanistik eğitimdi. Diplomatika konusunda yetkinleşmiş olanlar bu tür hümanistik eğitimden geçmiş kişilerdi. Bunların Sultanlık dediği patrimonyal düzenlerdeki karşılığını Vezirler zümresi oluşturuyordu. Çin’de ise Mandarinler dediği sınıf Orta Krallığın yönetiminde yaklaşık on iki yüzyıl söz sahibi olmuştu. 

Bundan sonra Weber profesyonel politikacı dediği zümrenin değişik uygarlıklardaki ayak izlerini takip eder. Kıta Avrupa’sında en başta gelen kaynak ruhbanlardı. Uzun süren Batı Ortaçağı sırasında bilgi manastırlarda arşivlenmiş ve burada üretilmişti. Rahipler hem dinsel hem de edebi bir eğitimden geçirilmişlerdi. Prens zümrelere karşı verdiği mücadele sırasında sırtını bu unsurlara yasladı. Çünkü bir toprak parçasına sahip değildi, okuma yazma biliyordu ve bekar olduğu içinde tek bağlantı noktası Prensti. Osmanlı’da Sultana bağlı bir sınıf olan Kapıkullarını aynı yöntemlerle devşiriyordu. Bu durum Budist Çin ve Japonya ile Lamaist Moğolistan ve Brahmanist Hint alt kıtasında da aynı biçimde işliyordu. 

İkinci tabaka diplomatikanın da doğumuna ebelik etmiş olan hümanistik eğitimden geçmiş literati idi. Literati okumuş yazmış kişi demekti. Bu kişi hümanistik bir eğitimin sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Latince ve Eski Yunanca’ya hakimdi. Klasik şiiri özümsemişti. Çin mandarinleri her şeyden önce edebi bir sınıftı. Savaşçı karizmatik zümrelerle aralarında daimi bir rekabet vardı. Çin literatisinin temelleri Konfiçyüs tarafından atılmıştı. Bu sınıfa dahil olabilmek için katı bir eğitimden ve sınav sisteminden geçmek gerekiyordu. İmparatorlar dahi bu sınıfa şükran duyarlardı. Bir mandarine sahip olan aile toplum içinde ayrıcalıklı sayılırdı. Angaryanın dışında olup fiziksel olarak dokunulmazlıkları vardı. Temelleri antik Çin’de atılan bu sınıf ülkenin kaderinde etkili olmuştu. 

Üçüncü kaynak Prensin iradelerini ezdiği soylulardı. Prens soyluları ezip özerkliklerini yok ettikten sonra Mutlakiyetçi aşamada bunların bir kısmını sarayına devşirdi. Aristokrat olan bu kişiler soyluluk eğitiminden geçmişler ve şövalyelik ruhlarına işlemişti. Saray kültürü bunları ilerleyen aşamalarda bir centilmene dönüştürecek ve salon adamı haline getirecekti. Weber Alman junkerleri üzerine bir yazısında bu sınıfın aristokratik bir terbiyeden geçmemiş olmasından yakınır. Weber’e göre junkerler Aristokrat değil kaba saba pleplerdi. Kulüplerde edindikleri düello kültürü soylu olmaları için tek başına yeterli değildi. Latin aristokrasisi bir salon adamına dönüşebilirken İngiliz gentrisi yani eşrafı iki yüzyıl içinde bir centilmen haline gelmişti. Almanya’nın talihsizliği böyle bir zümreden yoksun olmasıydı. 

Sonuncu kategoriyi hukukçular oluşturuyordu. Üniversiter eğitimden geçmiş hukukçu tipi Batı’nın bir ürünüydü ve siyasal yapının gelişiminde muazzam etkileri olmuştu. Eski Mısır’da, Antik Çin’de, Hellen’de mükemmelleşen bürokratik devletin en etkili örneklerinden birini de Roma yaratmıştı. Roma İmpatorluğu’nun ayakta durmasının en önemli amillerinden birisi ürettiği sofistike hukuk sistemiydi. Dünyada bunun bir benzerine rastlanılmamıştır. Weber ne Hint ne de İslam hukuk düşüncesinin Roma’nın ulaştığı rasyonelliği yakalayamadığını  ileri sürer. Bu hukuk kilise ve doğal hukukla da birleşerek büyük hukukçuların ortaya çıkmasına imkan sağlamıştır. Bu hukuksal rasyonalizasyon sağlanmadan ne Mutlakiyetçi devlet ne de devrim olabilirdi. 

Fransız devrimi önemli ölçüde hukukçuların eseriydi. En başta Robespiere bir taşra avukatıydı. Marat ve Danton’da hakeza öyleydiler. Bir yandan da yeni doğan kitle hareketi gazeteciliği daha etkili hale getirmişti. Hırsları, belagat konusundaki üstünlükleri, hukuksal pozitivizmi yorumlamadaki rasyonel düşünüşleri hukukçuları 18.yüzyıldan itibaren etkili bir mesleki zümre haline getirmişti. Meclislerin, parlamentoların siyasal yaşamda giderek etkili hale gelmesi mahkeme kürsülerini kullanmanın tecrübesine sahip bu kişileri polemik, spekülasyon, argümantasyon bahislerinde bir adım ileri çıkartıyordu. 

Yeni doğan partiler daha henüz sınıf partileri haline gelmiş değillerdi. Partiler belli zümreler etrafında kümeleniyordu. Üretim ilişkilerinde atelye aşamasından fabrikaya geçiş yeni yeni başlıyordu. Üretime odaklanmış sermaye sınıfı için kamusal işlere ayıracak çok fazla bir zaman yoktu. Bu sınıf tüm dikkatini üretimin örgütlenmesine, rasyonel tekniklerin icadına ve işgücünden azami artı değeri çekip almaya vermişti. Bir sınıf adına politikayı belli zümreler yapıyor ve hukukçular bunların en önünde geliyordu. Küçük burjuva doğaları gereği modern sınıfların etkilerine çok açıktılar. Paris sankülotları yani baldırı çıplakları olmasaydı Jakobenler devrimi bu kadar ileriye taşıyamazlardı. Devrimci kulüpler giderek birer siyasal parti haline geldiler. Partilerin taşta örgütlenmelerinde de hukukçular en önde yer almaya başladılar.

Önceki ve Sonraki Yazılar