1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Robinson Crouse (2)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Robinson Crouse (2)

A+A-

Robinson sadece kendisinin yaşadığı adaya yamyam dediği ‘ vahşilerin ‘ geldiğini fark edince korkuyla Tanrı’ya sığınır. Adada sıtmaya yakalanıp öleceğini hissettiğinde de aynı korkuyu yaşamıştı. İçinde bulunduğu felaketten kurtulmak için Tanrı’nın elinden tutup kendine yardımcı olmasını ister. İncilde durumuna uygun cümlelere rastladığında selamete çıkacağına ilişkin umudu artar. Adada her şeyi tek başına yapan Robinson Tanrı olmadan düzenin devam edemeyeceğini anlar. Vahşiler adaya getirdiklerini yiyerek yok etmektedir. Bu gelişme Robinson’un yaşamını alt üst eder. Adaya şimdi yabancılar gelmiştir. Tanrı’nın yardımını istese de Robinson kaderci biri değildir. Tanrıyla ilişkisi rasyonel argümanlar üzerinden kurulmuştur. 

Kısa bir an Tanrı’nın herkesi farklı yarattığını düşünerek vahşilerin varlığını normalleştirip çekip gitmelerini beklemeye karar verir. Ancak  adanın kendisinin mülkü olduğu duygusu ağır bastığından kurduğu düzeni, konforunu kimseyle paylaşmak istemez. Adada artık yalnız da değildir. Egemeni olduğu küçük bir kolonisi de vardır. Cuma, babası ve İspanyol esir Robinson’a itaat edeceklerine dair yemin etmişlerdir. Ada bir yerde onun ülkesi, üzerinde bulunan her şeyde mülkü haline gelmiştir. Adada kendini Tanrı gibi hissetmektedir. Şimdi elinde bulunan yok etme araçlarının imtiyazıyla karşısına çıkan tehditlerle savaşacaktır. 

Robinson adaya düşmeden önce de çok tehlikeler atlatmıştı. Çıktığı ilk yolculukta bindiği gemi fırtınaya yakalanmış zor kurtulmuştu. Afrika yolculuğunda korsanların saldırısına uğramış ve Mağripli Müslümanların elinde tutsak kalmıştı. Kurtulmak için büyük tehlikeler atlatmıştı. Katolik İspanyollar tarafından kurtarılırken İngiliz olduğunu gizlemişti. Portekiz üzerinden Brezilya’ya gittiğinde de aynı şeyi yapmıştı. 

Babasının itidal tavsiyesinden, bir erkek kardeşinin Toprakaltı ülke denilen Hollanda’ya gidip asker olmasından Robinson ailesinin Protestan olduğunu anlarız. Avrupa’da Protestanlığın kollarının geliştiği ilk yerler Toprakaltı ve İngiltere’nin de aralarında olduğu kuzey ülkeleriydi. Hollanda Avrupa’da inanç özgürlüğünün teminat altına alındığı ilk yerdi. Çok uzun süre Katolik dünyanın merkezi sayılan İspanyolların saldırı ve işgaline maruz kaldı. İngilizler bu saldırılar sırasında stratejik nedenlerle Hollanda’ya yardım etti. Romandan Robinson’un adaya düşmeden önce dini ritüellerden uzak, kiliseye gitmeyen, geleneklerin vesayetini kabul etmeyen biri olduğunu öğreniriz. Bir maceraperest sayılsa da adımlarını kar-zarar muhasebesi yaparak atan biridir. Aklını kullanma cesaretini gösteren zümreye mensuptur. Hayatını kaderin ağlarına terk etmemiştir, kendi elleri arasına almıştır. Yaşadığı her zorluktan aklını ve iradesini kullanarak kurtulmayı başarır. Bu anlamda Robinson Aydınlanma’nın eleğinden geçmiş bir bireydir ve hatta radikal Aydınlanmacı biri olduğu dahi söyleyenebilir. 

Ama Robinson tarzı bireyi Aydınlanma’dan çok önce  reformasyon yaratmıştı. Reformasyon etkileri itibariyle rönesanstan çok daha köklü sonuçlar doğurdu. Reformasyon dini önce sivilleştirdi sonra da bireyselleştirdi. Kilisenin din üzerindeki hakimiyetine son verildi. Papalığın krallık ve prenslikler üzerindeki otoritesini sonlandırılarak inanç yerelleştirildi. Matbaa sayesinde kitap basımının kolaylaşması da her müminin kutsal kitabı kendi dilinden okuyabilmesine fırsat verdi. Müminin Tanrı ile temasında kilisenin ve papazların aracılığının kaldırılması Tanrı’ya ulaşmayı kolaylaştırdı. Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi’nde dinin asıl zaferini reformasyon ile kazandığını söylemişti. Çünkü dışsal bir otoritenin dayatmasıyla kabullenilen din tahtını artık kişinin içinde kuruyordu. Oradaki varlığını söküp atabilmek ise çok daha zordu. 

Robinson sıtmaya yakalanıp ölümü hissettiğinde Tanrıyı anımsar. “ (...) bir Tanrı ya da Yaratıcı bulunduğunu hiç düşünmemiş, doğanın buyruklarına karşı çıkan tam bir vahşi gibi davranmış, yalnızca sağduyunun dediklerini  yapmıştım ki ona da sağduyu denilebilirse. (...) İçinde bulunduğum durumu yukarılardan verilmiş bir ceza ya da Tanrı’nın benden elini çekmesi olarak görmekten çok uzaktım. Bunlar nadiren aklımdan geçen düşüncelerdi. “ Bu sorgulamalar Robinson’u içindeki Tanrı’yı yeniden diriltmeye doğru sürükler. Batan geminin enkazında bulduğu İncil’i okumaya başlar. Tanrı’nın varlığı ona dayanma gücü verir. 

Bu keskin dönüşü kahramanlık çağı romanlarını düşündüğümüzde yazarın ahaliye verdiği taviz olarak da kabul edebiliriz.  Yayıncılık bir sektör ve yazarlarda bu işten ekmek yedikleri için ahalinin zevk ve beğenilerini tümüyle karşıya almaktan imtina edilirdi. Defoe çok sağlam bir kurguya sahip olan romanda anlatıcı ben olarak konuşmaya başladığında İspanyollara Katolik oldukları için düşmanlık besler. Hatta Robinson adadan kaçışını organize ederken en büyük korkusu denizcilerin İspanyol olmasıdır. Brezilya’da plantasyon işletirken Protestan olduğunu gizler. Romanın en önemli leitmotiflerinden biri de Avrupa’yı yüzlerce yıl etkisini altına almış olan bu mezhep çatışmasıdır. Defoe denizlerde süren İngiliz İspanyol savaşında inancını çoğu kez gizlemek zorunda kalan kahramanına yeri geldiğinde uyruğu olduğu İngiltere’ye sadık kalacağını söyletir. 

Robinson felsefi anlamda bir materyalist değildi. Ama en genel anlamda aydınlanmanın bir ferdiydi. Fransız aydınlanmasının Tanrıtanımazlığına epey zaman vardı. İngiliz materyalizmi dediğimiz şey bir felsefe değil daha çok maddiyatçılıktı. Hobbes’un korkusunu yenmek için sözleşme yaparak toplum halinde yaşamaya karar veren bireyiyle başlayan hesapçılık Locke’da zirvesine ulaştı. Etrafını düzenlemeye, doğa üzerinde hakimiyet kurmaya dayalı bu bireyciliğin Tanrı’yla ilişkisi de hesaplıydı. Protestanlığın hesapçılığı düstur edinmiş müminleri hem bu dünyada hem de diğer tarafta ödüllendiriyordu. Katoliklik de olduğu gibi İsa’nın kefaretini ödemek için çile çekmeye, günahların bağışlanması için kilisenin tasallutuna, sayısız ritüele gerek yoktu. Tanrı ihtiyaç hissettiğiniz her an yanınızdaydı. Bir papaza gerek kalmaksızın dertleşebilir, günahlarınızdan arınabilir ve ihtiyaç duyduğunuzda iradenize eşlik ederdi. Robinson’un Tanrısı akılcılığa uyarlanmış, hesaplı davranan, beyaz adamın diğer renklerden üstünlüğünü tanıyan biriydi. 

Robinson Cuma ile karşılaştıktan sonra dilini ve dinini değiştirerek kendine benzetmeye çalışır.  Tanrı’nın herkesi farklı yaratmış olabileceğini kafasından silip atar. Cuma’nın dürüstlüğü, sadakati, samimi ve içten hali Robinson’u kendine hayran bırakır, ama yine de onu kendi dininden vazgeçirmeye çalışır ve amacına da ulaşır. Cuma’yı özgür, eşit birisi olarak kabullenemez. Cuma uyruğudur ve hükümranlığı altında yaşamaktadır. Elbette Robinson’un hesapçı dini Cuma’nın animizmine üstün olacaktır. Aydınlanmanın radikalizmi nasıl hesapçılığa tosluyorsa, benliğe çekilen Tanrı’da ötekini kabullenmiyordu. Büyük devrimi Fransız ihtilalini beklemek gerekliydi. Ancak devrim, insan olmak için dinin ve milliyetin zırhına gerek olmadığını ilan edecekti. Doğuştan herkes eşit ve hürdür. Hiç kimse bir inancı kabul etmeye zorlanamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar