
Sadıka Sabancı İlkokulu’nda başlayan hikaye, Almanya’nın en prestijli ödülüne dönüştü!
Almanya’nın en prestijli tıp ödülünü kazanan Dr. Ebru Yıldız, göçmen bir ailenin çocuğu olarak başladığı hayat yolculuğunda yılın başarılı doktoru unvanına ulaştı.
Adana’da başlayan bir çocukluk, Almanya’da büyüyen bir azim hikayesi...
Dr. Ebru Yıldız, göçmen bir ailenin çocuğu olarak iki kültür arasında kendine bir köprü kurmuş, o köprüden binlerce insana umut taşıyan bir hekim. Essen Üniversitesi Tıp Fakültesi Organ Nakli Merkezi Genel Müdürü olan Dr. Yıldız, organ bağışı konusundaki çalışmalarıyla insanların hayatına dokunuyor. Dr. Yıldız, Almanya’da ‘‘Yılın en başarılı Kadın Doktoru’ ödülüne layık görüldü.
Ebru Yıldız’la başarılarının ardındaki hikâyeyi, göçmen bir kız çocuğundan yılın doktoruna uzanan o uzun, zorlu ama umut dolu yolu konuştuk. 46 yaşındaki Dr. Yıldız’ın 6 yaşına kadar Adana’da akrabalarının yanında yaşamış. Adana’daki Sıdıka Sabancı ilkokuluna başladığı gün hala gözlerinin önündeymiş. O gün doktor olmaya karar vermiş. İkinci hayali Barış Manço gibi şarkıcı olmak; üçüncüsü de kuaför. O birinci hayalinin peşinden koşmuş…
ALMANYA’DA YILIN BAŞARILI KADIN DOKTORU OLDU
Aldığınız ödül bizi de çok sevindirdi. Sizinle gurur duyduk. Neden bu ödülü aldınız?
Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. Bu ödül, Almanya’da 10 yıldır verilen German Medical Award, yani Alman tıp ödüllerinden biri. Değişik kategorilerde ödüller veriliyor; bende ‘Yılın en başarılı Kadın Doktoru’ ödülüne layık görüldüm. Bu ödülü özellikle organ bağışı konusundaki çalışmalarım nedeniyle aldım. Almanya’nın üçüncü büyük organ nakil merkezi olan Essen Üniversitesi Tıp Fakültesi Organ Nakil Merkezinde 6 yıldır genel müdürlük yapıyorum. Uzmanlık eğitimim de bu hastanede geçti, yani mesleki yaşamımın büyük kısmı burada şekillendi. Organ bağışı konusunda kampanyalar yapıyorum. Özellikle de Türk halkına ve yabancı halka da ulaşmaya çalışıyorum. Aynı zamanda Alman Tıp Türk Tabipler Derneğinde de çalışmalar yürütüyorum.
Ödülü alırken heyecanlı mıydınız?
Heyecanlıydım tabii ki, böyle bir ödüle layık görülmek çok güzel bir duygu. Özellikle burada verdiğim çalışmaların görülmesi beni çok mutlu etti. Çünkü organ bağışı, konuşulması sevilmeyen bir konu. Çok az insana ulaşabildiğimiz ve maddi destek bulmakta zorlandığımız bir alan. Bu konunun görülüp ödüllendirilmesi, beni heyecanlandırdı. Bu ödül vesilesiyle daha çok halka ulaşabilirim. Bundan dolayı çok sevinçliyim.
ORGAN BAĞIŞI VE HAYATA DOKUNAN ÇALIŞMALAR
Organ bağışı konusunda nasıl çalışmalar yürüttünüz?
2017’den beri bu konuda çalışmalar yürütüyorum. Bundan 4 yıl önce bölgesel çalışmaları yoğunlaştırdım. Sosyal medyada, kendi özel Instagram hesabımdan bilgilendirmeler yapıyorum. Kampanya bölgeden eyalete, oradan da Almanya çapına büyüdü. Özellikle doğrudan hastalarla da organ bağışını anlatıyorum. Cami, spor salonu... Nereden başvuru gelirse gidip bilgilendiriyorum. Çünkü organ bağışında güven de lazım. Herkes 'organ bağışı iyi bir şey' diyor ama yapmaya gelince insan tedirgin oluyor. Niye iyi? Bunun açıklamasını yeterince yapmıyoruz. Ben halka yakın bir şekilde anlatıyorum. Sadece 'bir bilgilendirme formu okuyun' demek istemiyorum. Hakikaten insanların güvenini sağlamak lazım.
Peki yeterli mi bağışlar?
Organ bağışı hakikaten hayat veren bir bağış. Sadece tek kişiye değil, genellikle hasta olan bir kişinin anne ya da babasına da hayat veriyoruz. Bir aileye hayat veriyoruz. Mesela bir hastamız vardı, 5 çocuğunu büyütme şansı oldu. Baba organ bekliyordu, karaciğer nakli oldu. Şimdi sadece kendisi hayatta kalmadı, 5 çocuğunun büyümesini de görüyor.
Organ naklinde özellikle çocuklar ilk aklıma gelen oluyor. Organ bekleyen çocukları düşünelim. Organlarında hasarla doğanlar ya da 2-3 sene içinde organa ihtiyacı olan çocuklarımız var. Bu çocuklar bedensel, sosyal ve ruhsal olarak zorlanıyor. Nakil yapılırsa bu çocuklar normal gelişebiliyor ve büyüyebiliyor. Nakil ile bu çocuklarımız bir kez daha dünyaya geliyor. Örneğin Temmuz ayında World Transplant Games dünya çapında olimpiyatlar yapıldı. Burada başı çeken sporculardan birisi 9 aylıkken karaciğer naklini bizim hastanemizde oldu.

ORGAN BAĞIŞI KİŞİSEL BİR KARAR
Organ bağışı konusunda ne çağrı yapmak istersiniz?
Organ bağışı çağrısı yapacağım zaman hiçbir zaman 'organ bağışı yapın' diye kimseye diretmiyorum, bu hakkı kendimde hiçbir zaman görmedim. Herkesin özel bir kararı. Buna kendimiz karar vermeliyiz. Almanya'da veya Türkiye'de, organ bağışçısı olmak istiyorsak bunun kararını verip e-devlette veya Almanya'daki organ bağışı kayıt sistemine kayıt etmemiz lazım. Ya da organ bağış kartımız var, onu doldurursak geçerlidir. Ama bu kararı hakikaten kendimiz verelim, başkasına bırakmayalım. Çünkü Almanya'da beyin ölümü gerçekleşir ise organ bağışı organ bağışı kararını çocuklarınıza, annenize, babanıza soruyorlar. Lütfen bu kararı başkasına bırakmayın. Ben insan sevgisine inanıyorum. Türk toplumunda da, Alman toplumunda da bu sevgi var ve insanlara yardım etme sevgisi ve duygusu da var. Eğer bu kararı kendimiz vermezsek beyin ölümü gerçekleştiğinde yakınlarımız bu kararı vermek zorunda kalacak. Bu konuda çok acı bir olay yaşadım. ‘Organlarını bağışlamak ister misiniz’ sorusunu bana da sorabilirlerdi.
OĞLUMUN BAŞINA GELEN OLAY BENİ ÇOK ETKİLEDİ
Oğlum fıstık yemeye çalışmış, akciğerine kaçmış. Bunu fark etmedik, fark edildiğinde ciğer şişmişti. Bronkoskopla çıkarmak zorunda kaldık. Oğlum kurtuldu, 1-2 gece yoğun bakımda kaldık. Ben oğlum bronkoskopa girerken bile kapının önünde telefonla organ bağışını koordine ediyordum. O an bana 'Organ bağışçısı olmak ister miydiniz?' sorusu sorsalardı cevap veremezdim. Çünkü kendi ailem için bu konuyu düşünmemiştim. Bu olaydan sonra kendim oturup düşündüm. İki buçuk hafta sürekli bu soruyu sordum kendime. Şu an bile tüylerim ürperiyor, tabii ki istemediğim bir şey. Ama 'Evet' derdim. Ben bile bu işin içinde olan bir insan olarak iki buçuk hafta düşündüm. Bu konuyla yakından ilgilenmeyen aile o an nasıl cevap versin? Benim amacım, ailelerde doktor arkadaşlarımın da bu soruyu o üzücü anda çözmek zorunda kalmamaları.
hiçbir aile o an cevap veremez. Benim amacım, doktor arkadaşların da bu soruyu sormak zorunda kalmaması.

Toplum bu konuda yeterince bilinçli değil dimi?
İnsanların soruları ve korkuları var. Biz akademisyenler olarak, öncelikle 'Evet korkunuz normal, nerede korkunuz var?' diye bunları öğrenmemiz, o korkuları açıklamamız, anlamlı mı anlamsız mı anlatmamız lazım. İş yerimizde, her işe yeni başlayan gruba organ bağışı konusunda sunum yapıyoruz. Çok ilginç sorular geliyor. Bir çalışanımız, 'Organ bağışı yapmak istiyorum ama yakılmak istemiyorum, normal defnedilmek istiyorum, onun için organ bağışı yapamam' dedi. 'Öyle bir şey yok, organ bağışı yapıldıktan sonra istediğiniz şekilde defnedilebilirsiniz' dedim. O kadar sevinerek organ bağış kartını doldurup imzaladı ve rahatladı. Bilinçlendirme görevini biz uzmanlara, medyaya ve sağlık otoritelerine veriyorum.
DOKTOR OLMAK ÇOCUKLUK HAYALİMDİ
Bu başarıların arkasında nasıl bir hayat var?
Evliyim ve 2 çocuğum var. Kızım 11, oğlum 8 yaşında. Ailemden büyük destek görüyorum. Doktorluk yorucu bir meslek ailenin desteği çok daha önem kazanıyor.
Ben Almanya'da doğdum, göçmen bir ailenin çocuğuyum. Babam 1975'te Adana’dan Almanya’ya geldi. Sonra annemi getirdi. 1979'da ben dünyaya geldim. Annem-babam burada çalışıp para kazanıp geri dönmek isteyen ailelerdi. Ben çocukluğumu Adana'da hatırlıyorum. Annem babam çalışmak zorundaydı beni akrabaların yanına Adana’ya yolladılar. Hatta 5 yaşında ilkokula anneannem yazdırmış. Hani çocuğun canı sıkılıyor, ne yapalım diye. Sıdıka Sabancı ilkokuluna gittim. Anne baba Almanya'daydı. Büyük bir duygusal kopukluk yaşadığım yıllar. Ben fazla hissetmedim ama şimdi annem o kopukluğu daha çok hissediyor. 6 yaşında ise Almanya'ya geldim. Türkçe biliyordum ama Almanca bilmiyordum. Burada okula başladım.
Adana’daki Sıdıka Sabancı ilkokulu ise hala gözümün önünde. O okula girerken doktor olacağım demiştim? Çocukken aslında üç hayalim vardı; birincisi doktorluk ikincisi Barış Manço gibi şarkıcı olmak üçüncüsü de kuaför. Ama her zaman ilk başta doktor olmak istiyordum.

‘GÖÇMEN ÇOCUĞUSUN, YAPAMAZSIN’ DEDİLER
Doktor olmak içinde Gymnasium'a (Anadolu Lisesi eşdeğeri) geçmem çok önemliydi. O zamanlar göçmen ailesi çocuklarına 'Siz yapamazsınız' deniliyordu. Öğretmenlerim de 'Yapamazsın' dedi. Ailem diretti, hakikaten onlara minnettarım. Gymnasium'a gittim ve başardım.
Liseden sonra hemşireliğe başladım. Üniversiteye başlama sürecinde hemşirelik yapıyordum. Mesleğimi yaparken, arkadaşlarım bana tıp okumak için kullanılabilecek bir 'yan kapı' olduğunu söylediler. Kimya öğretmenliğine kayıt yaptırıyorsunuz. Ardından, tıp fakültesinin derslerine girip bu derslerde başarı gösterirseniz, sizi asıl tıp programına alıyorlar. Bende bunu yaptım. İşte bu 'yan kapı'yı bilmiyordum; bu nedenle yol gösteren, bilgi paylaşan arkadaşlara gerçekten ihtiyacımız var.
Üniversite eğitimim boyunca hemşire olarak çalıştım. Ayda 10-12 gece nöbeti tutuyordum. Gündüzleri üniversiteye gidiyor, geceleri ise hemşirelik yapıyordum. Altı yıl boyunca çok yoğun emek harcadım, ancak her iki işi de severek yaptım. Hemşirelik bana tıbbı anlamakta, insanları anlamakta ve iletişim konusunda çok yardımcı oldu.
‘Bu da çok zor, olmayacak’ dediğiniz zamanlar olmadı mı?
Ben hiçbir zaman zorlukları düşünerek ilerlemiyorum. Herkes 'Bunun hepsini hangi ara, nerede yapıyorsun?' diyor. Zorlukları düşünmüyorum. Kendime hedef koyduysam yürümeye başlıyorum. Yolda zorluklar zaten geliyor, bir şekilde aşılıyor.

TÜRKLER OLARAK 3 KAT FAZLA ÇALIŞMAK ZORUNDAYIZ
Almanya'da göçmen kökenli biri olarak yükselmek zor muydu?
İnanıyorum ki bu pozisyonda bir Alman otursa daha az sorun yaşar. Bu pozisyonda bir bayan değil de erkek otursa yine aynı şekilde bu mücadeleleri daha az yapmak zorunda kalır. Bu yaklaşımın değişeceğini düşünmüyorum. Çünkü her zaman bu yabancı bizden olmayan duygusu yaşanıyor Profesör Fuat Saner'in çok güzel bir tanımı var: 'Eğer ki bir pozisyona gelmek istiyorsak biz Türkler olarak Almanlardan 3 kat daha fazla çalışmak zorundayız.' 3 kat fazla çalışırsak görmek zorunda kalıyorlar. Aşırı yoğun çalışıyoruz, bunun farkındayım. Ama bunu kendim için yapmıyorum. Çocuklarımın ve gelecek nesilin, güzel bir geleceği olsun istiyorum. Onların yolu açık olsun, bizden daha rahat olsunlar. Bu çok nesil alacak, henüz bitmedi maalesef.
GENÇLER BİZE GELSİN, YOL GÖSTERELİM
Gençlere ne tavsiye edersiniz?
Gençlere örnek olabilmek, onların yolunu açabilmek önemli. Bizler bir yerlere gelmek için çok çabaladık. Şimdiki gençliğimiz şanslı ve bu şansı kullansınlar. Biz varız. Gelin bize, destek olalım, yol gösterelim. Yapmamız gereken fazla bir şey yok, 'Şu yoldan gidersen daha hızlı ulaşırsın' demek. Gençlerimiz gelsin, bizi kullansınlar, bize sorularını sorsunlar. Bu bilgilerimiz boşa gitmesin. Ayrıca buradaki Türk halkına verebileceğimiz şeyler de çoğalır. Kendi aramızda yardımlaşmalar, bilgilendirmeler... Türk toplumu olarak o birlikteliği yakalayabiliriz. Bu dayanışma, toplum olarak daha sağlıklı yaşamamıza da yardımcı olur. Türk kültürel inceliğini bilenler olarak bizler köprü görevi görebiliriz.
Burada doğup büyümüş akademisyenler olarak, toplumumuza katkıda bulunma sorumluluğumuz var. Unutmayalım, annelerimiz ve babalarımız Almanya'ya yıllarını verdi, bu ülkenin ilerlemesine emekleriyle katkıda bulundular. Bizler de akademik başarılarla bu katkıyı sürdürdük. Bu emeklerin görülmesi, takdir edilmesi gerekiyor.
KÖKLERİMİZ BİZİ GÜÇLENDİRİYOR
40 yıldır Almanya’da yaşayan biri olarak Türkçe konuşmanızda çok güzel?
Türk olmanın ve Türkçe bilmenin bana eğitim ve kariyerimde çok faydası oldu. Unutamadığım bir anımı paylaşayım: Ben Gelsenkirchen'de doğdum, bu şehrin lakabı küçük Zonguldak’dır. Celal Aydemir Hocamız vardı. Okul müdürümüz, göçmen çocukları için büyük bir mücadele verdi ve Türkçe'nin Almanca ve İngilizce ile eşdeğer bir dil olarak kabul edilmesini sağladı. Böylece ben 1. sınıftan 13. sınıfa, lise mezuniyetime kadar Türkçe dersi aldım. Celal Hoca'mızın bu konudaki emeği paha biçilmezdi.
Köklerimizi öğrenmek, anadilimizi bilmek çok önemli. Türkçe, Almanca, İngilizce... Ne kadar çok dil öğrenirsek o kadar iyidir, bu ileride her alanda olduğu gibi tıpta da bize büyük avantaj sağlar. Benim yürüttüğüm bazı projeler, Türkçe bildiğim ve kültürü anladığım için başarılı oldu. Köklerimizi bilirsek kendimizi çok daha iyi hissederiz, çünkü ister istemez Almanlardan farklı düşünüyor ve karar veriyoruz.
İki kültür arasında ancak bu şekilde sağlam köprüler kurabiliriz. Bu nedenle çocuklarımızı Türkçe derslerine gönderelim. Onların bu iki kültür arasında birer köprü olduklarını anlamalarını sağlayalım. Yoksa iki dünyada da kendilerine yer bulamazlar; ne tam bir Türk ne de tam bir Alman olabilirler. Oysaki bizim en büyük gücümüz, iki kültürün en güzel özelliklerini seçip harmanlayarak hem Türkiye hem de Almanya için faydalı olabilme şansına sahip olmamızdır. Ancak bunun için önce Türk kimliğini iyice öğretmek gerekir. Aksi takdirde kimliksizliğe doğru bir kayış oluyor. Ben kendi adıma, iki kültür arasında kendime bir köprü kurdum ve her ikisine de aidim



HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.