1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Şeytanın Avukatı Olmak
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Şeytanın Avukatı Olmak

A+A-

Türkiye geride bıraktığımız haftayı her güne yayılan sarsıcı gelişmelerle geçirdi. Şu kurduğumuz cümlede belki bir klişe. Bu topraklarda yaşayan birisi zaten her günün sarsıcı bir gelişmeye sahne olacağına zaten hazırlıklı olmalıdır. Uzun süredir hazırlıkları yapılan adımlar seri olarak uygulamaya kondu. İktidarın bu adımları atmak için uygun bir konjonktür beklediği ve bunun oluştuğuna dair kanaate ulaştıktan sonra bir darbe mekaniğine bağlanmışçasına sanki bu adımları attığı anlaşılıyor. Yazıda bu konjonktürün analizine girişmeyeceğiz. Başka yazıların konusu olsun o iş. Burada iktidarın attığı adımların mantığını, o mantığı oluşturan zihniyeti anlatmaya çalışacağız. 

HDP’nin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurunun MHP kongresinin bir gün öncesine dek ertelenmesi iktidar bloku arasındaki pazarlıkların o dakikaya kadar devam ettiğini gösteriyor bizlere. Muhtemeldir ki bu gizli pazarlıklardan ancak birkaç kişinin haberi oluyordur. AKP Genel Başkan Vekili olan Numan Kurtulmuş dahi bu görüşmelerin bilgisinden yoksundur. Siyasi iktidarın elinin altında siyasi kararlarını anında hukuken uygulamaya dönüştürecek yargısal mekanizmalar olduktan sonra bunlar çok kolay işler artık. AKP’nin açılan kapatılma davasının Kürt seçmeni kendisinden uzaklaştıracağını düşünmemesi ahmaklık olur. Parti içinde dahi seçmen davranışlarını hala önemseyen çevreler bu davanın AKP’nin siyaseten işine yaramayacağını lisanımünasiple dillendirdiler. Dindar, muhafazakâr Kürt seçmen nezdinde desteği her geçen gün eriyen AKP demek ki bu erimenin daha da hızlanmasını göze almış görünüyor.

İstanbul Sözleşmesi için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Sözleşmeden çekinilmesi tartışılmaya başlanıldığında partili kadınlar büyük tepki vermişti. Bu tepkilerin liderliğini de bizzat Erdoğan’ın kızı çekmişti. Sözleşmeden çıkma isteği tarikatlar, cemaatler ve özellikle de Saadet Partili çevreler tarafından talep edilmişti. Bu adımın da eğer seçmen desteği ölçü alınırsa AKP açısından getirisinin götürüsünden çok olacağı anlaşılıyor. Erdoğan’ın bu adımı seçmen reflekslerini dikkate alarak, bunları hesaplayarak attığını düşünmenin de bir o kadar ahmaklık olacağı kanaatindeyiz.

En son İstanbul’daki Gezi parkı ile ilgili alınan karara gelelim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uhdesinde bulunan park bir Cumhurbaşkanlığı kararı ile Sultan Yıldırım Beyazıt Han Vakfına devredildi. Gerekçe bidayette vakıf mülkü olan arsa, bina ve yerlerin ilk sahiplerine iadesi gerekiyormuş. Bunun ardında iktidarın bir paranoya olarak bilinçaltına işleyen Gezi Parkı kalkışmasının bu parkta başlayıp bütün Türkiye’ye yayılmasının ve bunu da kendisine karşı uluslararası bir komplonun parçası olarak görmesinin doğurduğu hınçtan başka bir şey olmadığını kestirmek için müneccim olmaya gerek yok. İktidar muhtemelen kafasındaki projeyi yani burasını Topçu Kışlasına dönüştürmek için ilk adımı atıyor. Bununla da Gezi eylemlerini ve orada üretilen yaşam pratiğini Türkiye’nin demokratik geleceğinin bir provası olarak görenlere de bitmeyen kinini kusmuş oluyor.

Bütün bu adımları alt alta dizdiğimizde nasıl bir sonuca varabiliriz. Attığı her adımı seçmen eğilimlerini ölçerek, anketleri dikkate alarak atmakla tanınan Erdoğan bu kararların seçmen desteğini arttırmak bir yana seçmen kaçışına neden olacağını, eriyen oylarını daha da eriteceğini hepimizden daha iyi biliyordur herhalde. Bunlar artık umurunda değilse, onun tarafından dikkate alınmıyorsa demek artık başka bir aşamadayız. Biz Türkiye’nin içine girdiği sürecin şu yaptığımız çözümlemeler dikkate alınmadan anlaşılamayacağı düşüncesindeyiz. Muhalefet hala işlerin eski usulle devam edeceğine, Türkiye’de iktidarın er veya geç milletin önüne konulacak sandıkla değişeceğine inanıyor. İçine girilen ekonomik buhranın, %30’ları bulan geniş tanımlı işsizliğin, kepenk kapatan siftah yapamayan esnafın, ürünü tarlada kalan köylünün, reel enflasyon karşısında geliri eriyen emeklinin bu iktidarın işini önüne sandık konulduğunda bitireceğini düşünüyor. O saat gelinceye kadar da seçmeninden sabırlı olmasını, her türlü zillete katlanmasını bekliyor. Yerel seçimlerde elde edilen başarının en nihayetinde milletin önüne sandık konulduğunda daha güçlü bir biçimde tekrarlanacağını düşünüyor ve hesabı kitabı da buna göre yapıyor.

Buradan çıkan sonuç şu; Erdoğan ile muhalefetin aklındaki gelecek senaryoları farklılaşıyor. Erdoğan devletin her noktasına hükmetmenin gücüyle geçmişten çok farklı biçimde geniş seçmen yığınlarının hassasiyetlerini gözetmeyen bir noktaya evirilmiş vaziyette. Erdoğan artık sadece dar seçmen çekirdeğinin, tarikat ve cemaatlerin taleplerini gözetiyor. Bu seçmen kategorisi Türkiye’deki toplam seçmenin %15’idir ancak. Ekonomik bir başarı yazması imkânsızlaşan, dış politikada yaptığı tüm hamlelerden içerideki baskıcı ortamı devam ettirme pazarlığı karşılığında çark eden Erdoğan geniş seçmen yığınlarına anlatacağı bir başarı öyküsünün, hikâyenin kalmadığının da bilincinde.

Erdoğan için bu evre kapanmıştır artık. Elinin altındaki devlet aygıtlarına hükmederek, onları her türlü amacı için kullanmaya hazır halde tutarak iktidarını devam ettireceğini düşünüyordur. Bu özgüveni de ona hala parlamenter körlük içinde davranmayı huy edinmiş muhalefet veriyordur belki de. Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürülürken utangaçça Meclisi terk eden, onu fiili direnişinde yalnız bırakan, HDP’nin kapatılması karşısında önüne gelen dosyanın hala arkasına önüne bakacağını söyleyen, İstanbul Sözleşmesi kaldırıldığında direnişi sadece kadınların sırtına yıkan muhalefetten bahsediyoruz. 

Bütçe müzakereleri Meclis’te devam ederken Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinin görüşülmesi sırasında kendisine laf atan muhalefet sıralarına dönüp Çavuşoğlu şunları söylemişti; ‘’ size iktidarın verileceğini mi zannediyorsunuz, devletin size iktidarı bırakacağını mı düşünüyorsunuz? ‘’ Bu bedahetin, açık sözlülüğün kimse üzerine gitmemişti. Üzerinden onca vakit geçmesine karşılık Bakana bu lafı neden ettiği bile sorulmadı. Muhalefet ancak bu sorunun peşine düştüğünde geleceğe iyimser bakabiliriz. 

O zaman şeytanın avukatlığını yaparak soralım  ya sahiden ‘’ Devlet muhalefete iktidarı vermediğinde ne olacak? ‘’

Önceki ve Sonraki Yazılar