1. HABERLER

  2. GÜNDEM

  3. Sığınmacılar, Fonlar, At İzleri, İt izleri...
Sığınmacılar, Fonlar, At İzleri, İt izleri...

Sığınmacılar, Fonlar, At İzleri, İt izleri...

Turgay Develi yazdı

A+A-

Türkiye'de göçmenler, mülteciler ve sığınmacılarla ilgili tartışmalar yakın zamanda bitecek gibi görünmüyor. Sayıları milyonlarla ifade edilen Suriyeli sığınmacılarla ilgili kavga-gürültü tam gaz devam ederken son haftalarda yeni gündemimiz, sınırı güle oynaya geçerek Türkiye'ye akın akın gelen Afgan sığınmacı kafileleri. Afganistan Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde "Afganistan'dan 10 milyon kişi göç edebilir." diyerek ülkemizdeki tartışmaların ateşine benzini de dökmüş oldu.

Konu çok kapsamlı olduğu için tartışmaların da birçok farklı boyutu oluyor ve gündemde çoğu zaman tabiri caizse at izi it izine karışıyor.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, hangi siyasi görüşe mensup olursa olsun vatandaş, ülkeye bu derece kontrolsüz bir şekilde sığınmacı alınmasına samimi olarak anlam veremiyor. İnsani sebeplerle açıklamaya çalışan var, 'din kardeşliği' diyen var, toplum yapısını değiştirme amacıyla hükümet tarafından tertiplenen bir 'demografik işgal' olarak tanımlayan var. Ancak sokaktaki vatandaşların büyük bir kısmı hükümetin bu göçmen politikasını tam olarak anlamlandıramıyor.

Çoğu iktidar partisi destekçisi olan dar gelirli vatandaşlar, işlerini ellerinden alan ve mahallelerinde ciddi asayiş problemleri yaratmaya başlayan sığınmacılar sebebiyle hükümete şaşkınlıkla karışık isyan ederken; laik kesim ise takip ettikleri 'muhalif', 'bağımsız' ve 'modern' gazeteci ve akademisyenler arasında aniden türeyen hümanizm soslu sığınmacı sevdasına anlam vermeye çalışıyor. 

Yurtdışından fonlandığı 'ortaya çıkan' gazeteciler, batılı vakıflar ve üniversitelerce desteklendiği (ilginçtir yeni) anlaşılan akademisyenler ve yurtdışında yaşayıp Türkiye'de sığınmacılardan şikayet edenleri faşizmle suçlayan 'aydınlar', normalde kanaat önderliği yaptıkları 'beyaz Türk' takipçileri arasında ciddi bir infiale neden oldu.

Gerek göç mefhumu, gerek yabancı düşmanlığı yeni birer konu olmadıkları gibi, tarihte ilk kez 2021 Türkiye'sinde yaşanan şeyler de değil. 

Savaştan ve zulümden kaçarak Türkiye'ye sığınan insanlara elimizden gelen yardımı göstermek, çalışarak hayatta kalabilmek amacıyla ölümü göze alarak binlerce kilometre kat eden insanlara kucak açmak, kendine Türkiye'de bir hayat kurabilmeyi başarabilmiş olanları topluma kabul ve entegre etmek, tek amacı kayatta kalabilmek, çalışabilmek ve belki ülkesinde kalan ailesini besleyebilmek olan bu sığınmacıları ırkçılık, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığından koruyabilmek, bana göre önce insan olmanın, sonra da sağlıklı bir toplum olmanın gerekliliklerinden birisidir. 

Ancak insanlık ve hümanizm perdesinin arkasına saklanarak başka amaçlar peşinde koşanların izini at izlerinden ayırmak ve bunların ipliğini pazara çıkarmak da sağlıklı, adil ve müreffeh bir ülke ve toplum için olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

Bu bakımdan hayattaki her şeyin olduğu gibi bu sığınmacı konusunun da ekonomik ve pek tabii sınıfsal olduğunun farkına acilen varılması gerekiyor. 

Sermayenin ve batılı vasilerinin çıkarları söz konusu olduğunda her seferinde 'mucizevi' bir şekilde hükümetle yan yana gelen sözde muhalif Türkiye 'liberal'lerinin ve milli görünümlü neoliberal Ak Parti hükümetinin, sığınmacılar konusunda neden ve nasıl yan yana geldiğinin anlamlandırılabilmesi için meseleye doğru açıdan bakılması büyük önem teşkil ediyor.

Sermaye açısından, hükümetin ülkeyi kontrolsüz bir şekilde sığınmacılarla doldurması, güvencesiz ve her daim karın tokluğuna çalıştırılan köle pazarının genişlemesi, yani onlar açısından dişlerine değecek taze kandır. 

Yasin Aktay'ın "İşverenler, yatırımcılar, sanayiciler Suriyelilerden çok memnun. Suriyelileri çıkartın bu ülkenin ekonomisi çöker." demeci olsun, Mehmet Özhaseki'nin "Sanayiyi mülteciler ayakta tutuyor." beyanı olsun, aslında hükümetin ve sermayenin bu sığınmacılara bakış açısının birer itirafından fazlası değil. 

Keza Ak Parti'lilerin göçmen sevdasını, yabancılara olan muhabbetini ve yaradılanı yaradandan ötürü sevme düsturunu Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü'nde işkence sonucu öldürülen Nijerya'lı göçmen Festus Okey'in 14 yıl süren davası boyunca da gören duyan olmamıştı zaten.

Olaya hümanizmin arkasına sığınarak yaklaşan, şikayet edeni faşist olarak yaftalamakta mahir liberal gazeteci ve akademisyenler ise ne hikmetse yaptıkları yayınlarda, paylaştıkları fotoğraflarda ne köle gibi çalıştırılan ve bir göz odada 10-15 kişi yaşamak zorunda bırakılan sığınmacılara, ne büyükşehirlerin gettolaşan mahallelerinde bozulan asayişe, ne de işini karın tokluğuna çalışan bir sığınmacıya kaybettiği için yoksulluk ve çaresizlikten kendini asan vatandaşlarımıza yer vermeye pek yanaşmıyor. 

Aksi gibi, katlanılamaz yaşam koşullarından şikayet eden vatandaşlarımızı ırkçılıkla suçlayanlar, asıl ırkçılığı yaratacak olanın, hali hazırda ekonomik gücü yerlerde sürünen bir ülkenin kontrolsüzce sığınmacı alması sonucu ortaya çıkması muhtemel iktisadi bunalım ve bunu takip edecek olan sosyal patlama olacağının da ya farkında değil, ya da bilerek görmezden geliyorlar.

Keza bu aşırı hümanist gazeteci ve akademisyenlerden, manavda karpuz seçer gibi üçer beşer mülteci seçen, kalan milyonları da Türkiye'ye 'iteleyen' Avrupa Birliği'nin göçmen politikasına karşı da tek söz duyamıyoruz.

Vatandaşın bu kadar dertli olduğu bir konuda takınılan bu tavır doğal olarak dikkat çekiyor ve tepkilere yol açıyor. Dolayısıyla 'yetmez ama evet' faciasından sonra bir kez daha yurtdışı destekli Türkiye liberallerinin bayağılıkları ortaya saçılmış durumda.

Yurtdışından fon almak pek tabii suç değil, keza basının ve akademinin ciddi bir baskı altında olduğu Türkiye'de basın, düşünce ve ifade özgürlüğünün kırıntılarının dahi korunması çok önemli. Kaldı ki yandaş basın, sığınmacılar konusunda aynı noktada durdukları halde hali hazırda yurtdışından fonlanan basın organları üzerinden tüm muhalif duruşu yaftalayarak yine bir 'dış güçler iktidarı yıkmak istiyor' ajitasyonuna başlamış durumda. 

Ancak yine de, yaşanan her olayı ve ortalığa saçılan her kirli çamaşırı 'Bunların konuşulması iktidara yarar' bahanesiyle sümen altı etmenin yanlış olduğu; aksine bu fonları almayı 'başaran' gazeteci ve akademisyenlerin bağımsızlık, tarafsızlık ve hümanizm palavralarının arkasına gizlenmiş propaganda faaliyetlerinin açığa çıkması bakımından bu tartışmaların faydalı olduğu kanaatindeyim. 

Özetle, 'muhalif' liberallerin sermayenin ve batının çıkarları söz konusu olunca yine 'mucizevi' bir şekilde hükümetle yan yana geldikleri; 'milli' hükümetin kendi halkının refahı pahasına ülkesini Avrupa'nın sığınmacı çöplüğü yapmak için kendini paraladığı; 'demokrat' Avrupa'nın, savunduğu her değeri muntazaman çiğneyen bir lideri sığınmacıları parası karşılığı kendi ülkelerine göndermiyor diye öve öve bitiremediği; kısacası herkesin ipliğinin pazara çıktığı bir kavşakta duruyoruz.

Burada bizlere düşen görev, hem sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkeyi uçuruma sürükleyen iktidara, hem de sermayenin ve başka ülkelerin borazanlığını yapanların 'muhalif' kisvesi altında ciddiye alınmasına ve gündem belirlemesine karşı mücadele etmektir. Muhalif geçinen bu zevatı alaşağı etmenin yolu ise linçten değil, entelektüel pespayeliklerini teşhir etmekten geçiyor.

Daha önemlisi, ekonomisi yokuş aşağı çakılarak giden, işsizlik oranı patlama yapmış, yoksulluğun dağları aştığı ülkemizde halkın gerçek gündemine sözcülük etmek; bıkmadan, usanmadan anlatmak ve göstermek zorundayız. 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.