1. YAZARLAR

  2. Dr. Ömer Uluçay

  3. Sınırda Roman
Dr. Ömer Uluçay

Dr. Ömer Uluçay

Sınırda Roman

A+A-
  1. Psikolojik roman 

Psikolojik roman, karakterlerin iç dünyasındaki çatışmaları, duygusal sorunları, travmaları ve diğer psikolojik özelliklerini konu edinen bir edebiyat türüdür.  

Psikiyatrik romanlar, psikolojik rahatsızlıkları olan insanların yaşamlarını anlamakta ve farkındalık yaratmaktadır. Bu çeşit edebi eserler, normal ve farklı olan insanları tanımalarına, ilişkilerini düzenlemelerine yardımcı olmaktadır.

  Bilindiği gibi insan, cisim/beden ve maneviyattan oluşmakta, manevi değerler beden davranışını belirlemektedir. İnsanın en büyük özelliği akıllı olmasıdır. Eğer akıl yoksa insan, nebatat-hayvanat türünün özelliklerini korumakta ve buna göre yaşamaktadır.

Demek oluyor ki manevi değerler, insanın yaşam motoru ve pusulası/direksiyonu olmaktadır. Bu manevi değerler ise ruh/nefs kavramlarıyla ifade edilmektedir.

İnsanlar; akıl düzeyleri ile ruh ve nefs istekleri kadar çeşitli ve aktiftirler. Akıl düzeyi IQ testleriyle ölçülmekte, duygu ve davranışları ise insanlığın kabul ettiği, benimsediği çeşit ve sınırlar içindeki haller olup “normal” ve “anormal/hasta” olarak ifade edilmektedir.

‘Beden ruhun aynasıdır’ denir ama herkes bu aynadan göremez, pusludur, hünerlidir, sırlıdır, hikmetlidir. Görenler, bilenler, bedeni ve gözleri okurlar, kendi normlarına alır ve mana verirler: Nurlu, güçlü, öfkeli, istekli, davetçi, kararlı, zeki, bön ve şeytan vd…

Kişilik ve karakter nedir?

İnsanların duygu, düşünce ve davranışları; onun “kişilik” ve “karekteri”ni yansıtır.

Kişilik ve karakter kavramları, sıklıkla birbirinin yerine kullanılan sözcükler olsa da aslında farklıdırlar.  

Kişilik; bireyin doğuştan getirdiği kalıtsal faktörlerle, genetik özelliklerle, çevrenin etkileri ve deneyimlerinin bileşimidir. “Kişilik”, insanların nasıl davrandıklarını, düşündüklerini ve hissettiklerini belirleyen kalıplaşmış bir ‘özellikler seti’dir.

 “Karakter” ise, kişinin etik değerlerle ilgili özelliklerini ve davranışlarını ifade etmektedir. Karakter, kişiliğin bir bileşenidir. Bir kişinin karakteri, kişilik özelliklerine ve değerlere dayalı olarak şekillenir.

Sonuç olarak, bir kişinin kişilik ve karakter özellikleri, onun hayatını ve ilişkilerini şekillendirir.

“Borderline karakter” ne demektir?

Ruh/akıl işlevinde “normal/anormal” arasındaki sınır; gözün beyazı ile karası arasındaki çizgi ve ekvator çizgisinin manyetik kutup çekimi gibi kesin ve değişmez, dar değildir. İnsanların ortak deneyimleri, davranışları, algıları, inançları, ahlakı bu sınırı belirlemekte ve aralarında geniş gri bir kuşak/zon-bölge bulunmaktadır.

Bu gri bölge kişilik ve davranışlarını sergileyen bireyler için “Borderline karakter” tabiri kullanılmaktadır. Bu bölge alacakaranlıktır: Karar var kesin değildir, ses var net değildir, söz var kararlı, inandırıcı ve sabit değildir, birey ikircikli ve seçim yapma zorluğu içindedir, sağlam ve çürük yumurtalar birliktedir, düşünce sistematiği yoktur ve her zaman değişim-dönüşüm içindedir, fikir ve duygular denizin dalgaları gibidir, daima hareket halindedir, sahil hep ıslaktır. Hayal ve gerçek birliktedir. Bulanık suda balık avlamak pek zordur. Sevinçli ve kederlidir, fedakâr ve öfkelidir, hasımdır, af yoktur, inattır.

Borderline Kişilik Bozukluğu (BKB), kişilik özelliklerinin ve davranışlarının ciddi bir şekilde bozulduğu, kronik ve karmaşık bir psikiyatrik durumdur. Bu durum kişinin yaşamında ciddi işlev bozukluğuna neden olur.Aşırı duygusal insanlar buna adaydır.

 

"Borderline edebiyat” ne demektir?

“Borderline edebiyat” terimi, duygu ve düşünceleri, davranışları ile “Borderline karekter” gösteren kişilerin psikolojik durumlarını anlatmak için kullanılmaktadır. Bu edebiyat türü, kişilerin ilişki temini ve sürdürmeleri için yardımcı olmaktadır. Karakterler özelliklidir, buğday ile çeltik tarlaları ve bunların özellikleri, gelişmesi farklıdır.

 Ambivalans nedir?

Ambivalans, aynı anda farklı, zıt ya da çelişkili duyguların varlığıdır. Yani bir kişinin aynı anda sevgi/öfke-nefret hissetmesi, karar aşamasında söz konusudur.

“İmpulsive-compulsive ambivalans” ne demektir?

"Impulsive ambivalans", kişinin içinde bulunduğu durumla ilgili ani ve bireysel zıtlıklar içinde tepkiler vermesidir(papatya falı gibi, “seviyor-sevmiyor”).

"Compulsive ambivalans" ise, zorlayıcı-mecburi ama içe sinmeyen kararların verilmesi halidir(yani “hem ağlarım, hem giderim... Seni asmalı, darağacının dibine de oturup ağlamalı” gibi.).  

Duygusal ambivalans, özellikle ilişkilerde sıkça yaşanır. Kişi, partneri hakkında hem olumlu hem de olumsuz duygular nedeniyle kararsız olabilir. Kişi, partnerini sevdiği için ilişkisini sürdürmek ve öfkesi nedeniyle de bitirmeyi düşünebilir.

“Şizofrenik roman” nedir?

Şizofreni; gerçekliği algılama, düşünce süreçleri, duygusal tepkiler ve sosyal davranışlar gibi temel işlevleri etkileyen bir psikiyatrik hastalıktır. Kişiler genellikle gerçek ile hayal dünyaları arasında ayrım yapmakta zorlanırlar ve bazen gerçek dünya ile sanrılar arasında ayırım yapamazlar. Bu hastalığın belirtileri arasında yanılsama (hallüsinasyon), mantıksız düşünce süreçleri, sosyal çekilme, ilgisizlik ve duygu yoksunluğu yer alabilir.

Stockholm-Lima Sendromları”

Stockholm sendromu, rehine alınan kişilerin rehin alanlara sempati duyması, duygusal bağ kurması ve sevmesidir. Bu durum psikolojik savunma tepkisi olarak değerlendirilmiştir.

Lima sendromu: Gaspçının, rehin alanın rehineye aşık olmasıdır. Stockholm sendromunun tam tersi bir durumdur.

 ‘Yazar-Eser-Kahraman’ ilişkisi (Yazardan ↔ Esere)

Her yazar, yazdıklarında; yaşadıklarından, duygu ve düşüncesinden, umut ve hayallerinden söz eder. Bunları söyletir, bir kahramanın dilinden. Böylece, yazarın ruh yapısı yansıyor esere, bu pencereden.

Yazar, eserdeki kahramanı oluşturur ve onun karakter özelliklerini, davranışlarını, düşüncelerini ve yaşam tarzını belirler. Kahramanın hayatı, yazarın kurgusal evreninde şekillenir ve yazar, hikâyenin gidişatını belirleyen kişidir.

Kahraman, yazarın yarattığı bir karakter olmasına rağmen, kendi benliğine, hayatına ve düşüncelerine sahip bir varlık olarak algılanabilir. Eserdeki kahramanın karakteri, olayların gidişatı ve hikâyenin sonu yazarın iradesiyle belirlenir. 

Sınır edebiyatı”

Sınır edebiyatı (Border Literature),sosyal ve doğal bir sınırın iki yakasının yaşamını anlatır. Burdaki insanların toplumsal koşullar, mecburiyetler nedeniyle zıtlıkların birlikteliğini anlatır. Bireyse Borderline karakter özelliklerini örnekler.

Bu terim, sınırların üstünde, altında veya arasındaki yerlerde yaşayan toplulukların edebiyatını tanımlamak için kullanılır. Bu topluluklar, etnik azınlıklar, göçmenler, sığınmacılar veya sınırların yakınında yaşayan topluluklar olabilir.

Sınır edebiyatı, aynı zamanda dil ve kültürler arası çevirileri de içerebilir. Bu edebiyat türü, çoğunlukla sınırların bulunduğu bölgelerdeki yazarlar tarafından üretilir ve yerel bir perspektif sunar.

Sınır edebiyatı, kültürel etkileşim, çatışma, kimlik ve yerleşim konularını, yazarların kendi deneyimlerini  ele alır. Bu edebiyat türü, aynı zamanda sınırda yaşayan insanların hayatta kalma mücadelesini, yabancılaşma ve aidiyetsizlik hissini de yansıtır.

ekran-resmi-2023-05-12-11-54-15.png

image.webp

  1. Borderline Karakter Örneği:”Jako”

Bu anlatımlar, Saba Kırer[1]in öykü/romanı “Jako"[2] içindir. Kitabı birkaç defa okudum[3]. Önce üslubuna alışamadım, düz okumak istedim olmadı. Baktım cadde asfaltlanmamış, aralıklı Arnavut taşları ile döşenmiş. Bir sözcükten bir cümle var. Her birinde tek tek durup etrafı incelemek ve sonra yola koyulmak var. Dil sade, cümleler kısa, tasvirlerde aşırı sözcük tasarrufu var.

Kitapta metin dizimi özelliklidir; satırlar bölünmüş ve paragraf yapılmış. Bölümlerin başlık ve içerikleri farklı olmakla birlikte,”pano”ya uygun düşmüş, süslemiş, zenginleştirmiş, çeşitlenmiş, tıpkı bir mozaik gibi.

Olaylar; anı mıdır, yoksa kurgu mu? Karışık bir izlenim veriyor. ”Kolaj” tipi anlatım ve aktarmalar, biraz deneysel yapı var.

Anlatımın bir ucu kaçıyor bazen, okuyucu katılıp dolduracak boşluğu. Gerçek, hayal, kurgu iç içedir, deneme bölümleri var. Az söylüyor, ama çok söylüyor. Sözcükler seçilmiş ve anlamlı bir dizim. Bazen kafiyeli, iç armonisi ile şiirsel.

Yılmaz Aslan, Emre Gümüşdoğan, Ebru Kış, Melek Ekim Yıldız, Musfafa Özke, Celâl Soycan, “Jako” hakkında değerlendirmeler ve eleştiriler yapmışlar.

*

“Jako” kitabı, okundukça zenginleşen bir eser. Hemen özetlenecek ve bazı bölümleri ezberlenip söylenecek gibi değil. Bir trapezci gibi bir sözcükten diğerine atlamalı ve ipteki çubuğu tutmalı, yoksa felaket… Metni çözünce, bir daha okumak gerekiyor ve durup düşünüyor insan.

Yazar, eğitimi ve mesleği gereği, sözün ustası. Sözün içinde pamuk var, yün, yapağı, tiftik ve ibrişim, sim var. Eğiriyor ustası. İpin ucunu kaçırmadan sarmalı.

Eserde; iç-dış diyalog ve iç gözlem, tasvir var.  Eser, elli başlıktan oluşmuş (her biri 2-3 sayfa ve iki tanesi birer sayfada (s.36,102) sadece birer satır), bu biçim, içeriğine uygun düşmüş. Karakterlerin ruh dünyası parçalanmış, post-modern anlatıma uymuş. Sembolizm ile kapalı haller açığa çıkmış, telef olmadan.

Cinsellik, az sözcükle vurgulu sembolik anlatılmış. Aslında sözcükler, cinsel anlamda yorumlanarak okunursa, her şey açık, durgun, katatonik, çılgın, volkan, bir salıncak. Bilen varacak hazzına (yılan, tramplen, silgi, fallus, cinnet, sanı…).

 Önce “Jako”:Bir insan ismi olmakla birlikte, Kongo-Afrika’da yaşayan bir papağan cinsi. Özellikleri şöyle: [Ortalama 80 yıl yaşarlar. Sahiplerine çok bağlanıyorlar ve ilgisiz kaldıklarında tüylerini yolarlar. Kapı ve telefon seslerine yanıt veriyor, birebir aynı sesle taklit ediyor].

Saba Kırer, aslında erkek karaktere göre bir isim seçmiş kitaba. Aslında eserde konuşan kadındır. Buna aracıdır Jako. Bir iç-dökmedir bu anlatım, bir kadının aşk denemesi ve ikircikli hali.

Bu kararsız tutum, şiir tadında anlatılmış. Çok az kişinin ortak olabileceği ruh halleri. Bu soğuk kavşaklarda, cinsellik iklimi değiştiriyor, ısıtıyor. Bunu herkes bilir.

*

Ben burada bir-iki noktaya temas etmek istiyorum:

Arkaik bir anı: Gecenin karanlığı, Jako’nun gözleri gibi, siyah. Çok basamak çıktı ama tepeye varamadı ,”başa gelen hal”. Öne çıkış var, ama istasyona varmıyor ve “açılamayan bir tramplenin eşiği ya da”. Evet, hasret veya mevta.

Burada sembolik bir anlatım var, isabetli, saklı, bilen bilir.[Gerçekte tramplen; yüzme sporunda, suya yüksekten atlamada kullanılan, bir ucu sabit, öteki ucu esneyen sıçrama tahtası. Ama burda…]

Jako, tutundu romanın ipine, önüne açıldı “cümle kapısı”. Jako “ne şen!” Anlaşılan, dünyayı gördü Jako. Romanın ipi, yani bedenin göbek ipi, çözülünce açılır kapı.

Ayna ve silüet: Her yerde ayna var, dış ve iç gözlem. Her biri ayrı dünyalar: Antre, salon, yatak odası ve banyoda ayna. Her birinin dünyası, iklimi farklı. Tekbaşına ve birlikte. Bir de bedenin organik çıplaklığı, bu dünyaların mekânı.

Kadın, Jako’nun yanında ve kalabalıkta bile yalnız. Aynı zamanda iki dünyayı yaşamaktadır (ambivalans). Yani, güvensizlik, aidiyetin yokluğu veya kaybı. İp ellerinde, unutmuşlar sarmayı. Kararsız ve mutsuzlar. Buna rağmen birlikte olmuşlar, Jako’nun elleri kanlı. Kaza mı, çaresiz ve ölümcül, sönen umut, yeşermeyen fide. Ellerini yıkadı Jako, ama kan geçmedi. Kadın, “Jako’yu ve kederi taşıyacak”

Jako romanında kadın; pasif ve işlevsizdir, durumu kavramamıştır, Jako’yu kabul ve takip ederek sürece üzülmektedir. Karmaşık ve mutsuz sonucu ve Jako’yu bir kader olarak kabullenmiş. Yazar, Jako romanını böylece sonlandırmış. Konuyu ve Jako’yu dağınık ve kadını çaresiz bırakmış. Tünelin ucu görünmüyor ve her yer karanlık.

Yazar, örneğin kadını bilinçli ve etkin kılarak; Jako’nun durumuna bir çare ve kendi umutlarına bir ışık bulmak amacıyla bir hekime başvurmalı ve yardım istemeliydi. Tedavi sonrasında ve tavsiyelere uyarak durumu gözlemleseydi, belki mutlu son gerçekleşirdi. Böylece, Jako romanı, Borderline karakterli insanlarla eş/partner olanlara bir ışık yakmış olurdu sanırım.

Bu şekliyle Jako romanında yangın var, itfaiye yok. Eğer kadın aktif rol alsaydı, yangın sönecekti.

*

“Jako”nun hikâyesi ilginç. Biraz sabırla okunsa çok şey görülecek. Ancak her iki karakter de belirsiz. Normallerin işleri de var, delilerin düşünce ve değerlendirmeleri de. Hem gerçek var, hem de hayal. Parçalar toplanınca bir mozaik çıkacak. Her biri okuyana göre.

Doğrusu, farklı bir tarz olarak, okunacak bir kitap, Jako.

 

[1] Saba Kırer (1963, Adana): Öykü, eleştiri, deneme yazdı. Yazıları (2004-), Hürriyet Gösteri Sanat, Cumhuriyet Kitap, Kitap-lık, Geceyazısı, Radikal Kitap, Düzyazı Defteri, Yom Sanat, Kum Sanat, İmge Öykü dergilerinde yayınladı. Kırer’in ana temaları; borderline kişilikler, toplumun benimsediği tipler, göç, göçmenliktir. Yapıtları: 1. Ayna Kırılmış Baksana, İstanbul, Kavis Kitap, 2010. 2. Nurdan Gürbilek – Devasa Vitrin, İstanbul, Can Yayınları, 2011. 3. Yazarın Gölgesi – Sadık Hidayet: Ölüm, Kadın ve Kör Baykuşun Yeniden Yazılışı, İstanbul, Kavis Kitap, 2011 (Rıza Beraheni ve Haşim Hüsrevşahi ile birlikte). 4. Kızlar ve Babaları, Paradigma Yayınları, Yayın Yılı: 2011, (ortak kitap)

[2] Saba Kırer: Jako, İstanbul, Everest Yayınları, Melisa Mat, 112 s, 2008.

[3]Dr.Ömer Uluçay:  Psikolojik Roman Ve “Jako” (1-3),Adana Medya Gazetesi, 2008.

Önceki ve Sonraki Yazılar