Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Sol ve Teoloji

A+A-

Max Weber modernleşmenin dünyanın büyüden arındırılması demek olduğunu söylemişti. Her şeyi maddiyata, değiş tokuşa, meta mübadelesine indirgeyen kapitalizmdi. Weber büyüden arındırma derken dünyanın ruhsuzlaşmasından, tinselliğin kaybından, maneviyatın yokluğundan bahsediyordu. Bürokrasinin icadının, fonksiyonelleşmenin, iş bölümünün insanlığı uzmanlaşmaya, uzmanlaşmanınsa yabancılaşmaya ve bütünlük kaybına yol açtığından dem vuruyordu. Toplumsal yaşamı demir kafes metaforuyla açıklarken aslında iç çeken bir umutsuzluk içinden konuşmaktadır. Demir kafesin içine kapatılmış insan her türlü kurtuluş beklentisini yitirmiştir. Artık dünya büyüden, mitlerden ve sahih anlamda dinsellikten uzaklaşmıştır. 

Makinalaşmanın, uzmanlaşmanın ve iş bölümünün dünyasında “ Tanrılarda insanları “ terk etmiştir. Nietszche’nin “ Tanrı öldü “ derken kastettiği budur. Filozof sadece Hıristiyanlığın Tanrısının değil genel olarak Tanrı’nın öldüğünü ilan eder. Modernleşme ve doğal sonucu olan sekülerleşme Tanrıyı bireyin vicdanına hapsederken ruhunda mekanı olarak kabul edilen vicdan maalesef ruhsallık yitimini engelleyememektedir. Tanrılar ortalıktan çekildiği için insan yoksullaşmıştır artık. Filozof böyle bir dünyaya tahammül edemediğinden insanlardan uzaklaşır ve büyük bir geriye sıçrayışla antik Yunan’a sığınır. 

Antik Yunan’da tanrılar her yerde ve insanlarla içiçedir. İnsanlarla aralarında aşılmaz sınırlar ve mesafeler yoktur. Pagan bir dünyadır tasvir ettiğimiz ortam. Tanrılar insanlar gibi kızmakta, alınmakta, gücenmekte ve hiddetlenmektedir. Bu dünya aynı zamanda mitik bir dünyadır. Felsefi düşünce mitlerle içiçedir. Dünya büyülüdür, efsunludur ve Tanrılarla dopdoludur. 

Kant, felsefenin kendine gelinceye kadar her şeyle ilgilendiğini ama asıl ilgilenmesi gerekeni ihmal ettiğini söylerken kastettiği akıl idi. Kavram ve kategori inşaları, sistemik düşünceler akıl denilen meleke ile gerçekleştirilmiş, ama aklın kendisi sorunsallaştırılmamıştı. Kant akıl ile dini uzlaştırmaya çalışmış ise de son tahlilde dinin akıl karşısında gerilediğinin, Tanrı’nın varlığının ispatınınsa artık akıl devrede olmadan mümkün olmadığının farkındaydı. Felsefe teolojinin hükümranlığından çoktan çıkmış ve aralarındaki ilişki tersine dönmüştü. Kant dinin alanını sınırlanırken insan açısından ortaya çıkan boşluktan endişe ediyor, estetiğe özerk bir alan açmak suretiyle insanın tinsellik kaybını önlemeye çalışıyordu. 

Marx ise ustası Hegel’in diyalektiğini kullandığından her şeye çelişkilerin bütünselliği içinden bakıyordu. Ona göre “ her türlü eleştiri işe dinin eleştirisiyle başlamalıydı. “ Dinin eleştirisini yerine getirmeyen bir eleştiri görevini savsaklamış demekti. Ama Marx kaba bir materyalist hiç değildi. Aydınlanma düşünürlerinin özellikle Ansiklopedistlerin kaba materyalizminden kendisini çok net bir biçimde ayırmıştı. Fransız aydınlanmacıları Teoloji ile değil kurumsallaşmış dinle hesaplaşmışlardı. Felsefi düzeyde hesaplaşmanın yaşanamaması  dinin eksik bir kavranışına buda militan bir ateizme dönüşmüştü. Bütün bunların sonucu bilimi kutsamaya ve en nihayetinde pozitivizme vardı. Pozitivizm dünyayı bir bilim din düşmanlığına indirgedi. Dinin yerine getirdiği fonksiyonu, tinsellik ihtiyacını asla kavrayamadı. 

Dinin gerçek eleştirisi açısından genç Marx’ın düşünceleri önemli bir dönüm noktasıdır. Fuerbach’ın din eleştirisini ciddiye alırken onun tarihsellikten yoksun olduğunu saptar. Gerçek eleştirinin ancak tarihsel ve diyalektik yöntemler kullanıldığında mümkün olacağını düşünür. “ Din afyondur, esrardır ve uyuşturucudur. Ama aynı zamanda kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz dünyanın ruhudur, ezilenin çığlığı, feryadı ve iç çekişidir. “ Bir pozitiviste sadece ilkellik, aptallık ve gerilik olarak görülen dinsel olgu Marx’da tüm çelişkileri içinde kavranır.  O da modernliğin insanda yol açtığı ruhsuzluğu, tinsellik kaybını fark eder ve dinin bu ihtiyacı giderdiğini vazeder. 

Eski Ahit’de Rab’bin insanı kendi suretinde yarattığı yazılıdır. İnsan yaratılmıştır, ancak Rab ona kendi özelliklerinin bir kısmını da vermiştir. Yeryüzündeki her şeyin insanın hizmetine sunulduğu da söylenir. Onun Eşref/i mahlukat olarak kabul edilmesinin nedeni de budur. İnsan yüceldiği oranda Tanrı’ya yaklaşabilir ve suretinden edindiklerine layık olabilir. Bu da insanın alçalmaması, hemcinsi başta olmak üzere tüm varlıkları yüceltmesiyle mümkündür.  İnsan ancak tüm varlığı eşiti ve eşdeğeri kabul ettiği, bunun koşullarını ısrarla araştırdığı, yüceltmenin önündeki engellerle sürekli mücadele ettiği taktirde Tanrı’nın kendisine yüklediği sıfatlara layık olabilir. 

Hiyerarşik ilişkileri olağanlaştıran, eşitsizlikleri normalleştiren, eşitlik imkanlarının önüne sürekli engeller çıkartan bir din Tanrı’nın yaratma gayesiyle çelişir. Teoloji, ilahiyat buna asla müsaade etmez. Bu dinlerin çıkış gayesine terstir. Dünyevi güçler baş edemedikleri bu ilkelerle önce sinsice uzlaşmışlar sonrasında ise amacından saptırmışlardır. Tek kitaplı dinlerin Peygamberlerinin başına gelen de bundan ibarettir. 

Solun kaynakları işte bu kadar eskidir. Bu kaynakların kurutulmasana izin vermemek bugünün en önemli görevlerindendir. Teolojiye dönüşmüş onun karşısında gerilemiş bir soldan değil kaynaklarının, zenginliklerinin farkına varmış bir soldan bahsediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar