1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Kimin bileği bükülecek
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Kimin bileği bükülecek

A+A-

İktidarın CHP’ye yönelik operasyonları dalgalar halinde devam ediyorken taraflardan birinin bileği bükülmeden de sürecin sona ermeyeceği anlaşılıyor. Prusya Genelkurmayının savaş stratejisti Clausewitz ‘Savaş Üzerine’ adlı muhteşem yapıtında savaşı siyasetin bir devamı, ölüm ve imha aygıtları tarafından sürdürülen bir biçimi olarak kavramlaştırmıştı. Siyasette asıl amaç düşmana, hasma veya rakibe kendi iradeni, isteklerini kabul ettirmekti. Siyaset bunu kendine mahsus araçlarla yapmaya çalışıyordu. Siyasetin çözüm olamadığı yerde savaş çıkıyor ve bu defa kökten yok etme, imha araçları devreye giriyordu. Hâlbuki maksat aynıydı, karşı tarafın direncini kırarak kendi iradeni, isteklerini kabul ettirmekti.

AKP ile CHP arasında 19 Mart’tan bu yana yaşanılanları rutin bir siyasi rekabetin çerçevesinde görebilmek ve açıklayabilmek mümkün değil. AKP Genel Başkanı siyasi hedeflerine ulaşabilmek için CHP’ye karşı aleni bir savaş yürütüyor. Amacı siyasi iradesini kabul ettirerek CHP’yi istediği kıvama getirmek ve tüm direncini kırarak majestelerinin emrine amade bir muhalefete dönüştürmek. 19 Mart’tan bu yana soluksuz biçimde içinde yer aldığımız sürecin mantığı bu. Geldiğimiz aşamada taraflar birbirinin bileğini bükemiyor, bir taraf diğerine iradesini kabul ettiremiyor. İktidar artık bir aparatı haline getirdiği yargı eliyle CHP’ye karşı bir ‘şok doktrinini’ hayata geçirmiş gibi davranıyor. Sürekli elektro şok uygulanan bir insan nasıl sersemler ve kendine bir türlü gelemez ise iktidarda yargısal şok darbeleri ile CHP’yi sersemletmeye ve kendini kaybetmeye zorluyor. Elektro şok altındaki kişi şok darbeleri altında bir süre sonra kendini kaybeder ve denilenleri uysallıkla yerine getirmeye başlar. Şokun etkisi ile iradesini ve bilincini tümüyle kaybetmiş adeta bir otomata dönüşmüştür.

Şok doktrinine ilham kaynağı olan uygulamalar ilk önce CIA tarafından keşfedilmişti ve işkenceli bir sorgulama yöntemi olarak hayata geçirildi. Konuşmayan, teslim olmayan ve iradesine sahip çıkan tutsaklar bu türden fiziksel ve psikolojik işkencelerle kendini kaybetmeye ve en nihayetinde teslim alınmaya çalışılıyordu. Siyasal ve toplumsal alandaki pek çok yenilik bu türden aşağılık niyetlerin sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. Gazeteci Naomi Klein aynı adı verdiği kitabında doktrinin nasıl CIA’nın işkence merkezlerinde icat edildiğini ve sonrasında üçüncü dünyanın emperyalizme bağımlı ülkelerinde ekonomik ve siyasal şoklarla uygulamaya geçirildiğini tüm teferruatıyla anlatır. İsteyen oraya bakabilir.

19 Mart’tan bu yana yaşadığımız süreci ancak bu ‘şok doktrini’ çerçevesinde anlamlandırabilir ve yerli yerine oturtabiliriz. Yolsuzluk ve rüşvet adı altında, yükselen muhalefete karşı bir şok doktrini uygulanıyor. Amaç muhalefete inanan, yüzünü ona doğru çeviren yığınların önce aklını karıştırmak, kafasını bulandırmak ve üst üste yapılacak operasyonlar ile bir süre sonra serseme çevirerek iktidarın söylediklerine inanılır hale getirmek. İktidar ilk dalga ile sonuç alacağına ve hedeflerine ulaşacağına inanıyordu. Ancak hiç ummadığı, tahmin edemediği bir tablo ile karşılaşınca şok terapinin dozunu arttırmaya karar verdi. Operasyon dalgalara dönüştü. Başlangıçta yetersiz bir hukuki malzeme ile yola çıkan iktidar ikna ediciliğini kaybettikçe, hukukun aradığı kesin ve inandırıcı delillere ulaşamayınca bu defa elinin altındakilerden gizli tanık ve itirafçı çıkartmaya başladı. Bu yönteminde şok doktrininin hedeflerine ulaşmasına imkân tanımayacağına inanıyoruz.

Şok doktrini, ancak inancını, sadakatini yitirmiş tutsaklarda sonuç verebildiği gibi toplumsal ve siyasal ölçeklere gelindiğinde, ancak iktidarın sadık bendesi haline getirilmiş toplumlarda sonuç verebilirdi. Hâlbuki Türkiye halkı 19 Mart’ta iktidarın daha ilk şok dalgasında hiç umulmadık bir tepki vermişti. İktidar yolsuzluk dediğine yolsuzluk diyecek, rüşvet dediğine ‘he valla doğru söylüyon’ diyecek bir halk ummuştu. Beklenen tam tersi oldu. Halk içinde bulunduğu koşullarında getirdiği büyük bir öfke ile iktidarın gerçek niyetini dosdoğru okuma ferasetini gösterebildi. İktidarın derdi halk indinde ne rüşveti ne de yolsuzluğu yok etmekti. Çünkü kendileri bu konularda tam bir batağa saplanmışlardı. O nedenle halk iktidarın gerçek niyetinin güçlü bir rakipten kurtulmak ve ana muhalefet partisini büyük bir kargaşaya sürüklemek olduğunu anında anladı. Yapılan tüm anketler, ölçümler CHP belediyelerine yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının tüm gayesinin asıl amacı gizlemeye hizmet ettiğine inandığını gösteriyor. O nedenle Erdoğan ağzıyla kuş tutsa bu saatten sonra daralan tabanı dışında yaptıklarına kimseyi inandıramaz.

Her seçimi kazanan veya gerçekten kazandığına inanılan Erdoğan’ın başına seçim zaferleri nedeniyle bir yanılmazlık halesi takılmıştı. Reis asla yanılmaz, yaş tahtaya basmaz ve her attığı adımı incelikle hesaplayarak atardı. Ama 19 Mart Erdoğan’ın da bir fani, yanılan biri olabileceğini gösterdi. Reis ne halkın açığa çıkacak iradesini ne de CHP’nin kararlılığını doğru hesaplayabilmişti. Türkiye halkı sabırlı, örneğin Fransızlar gibi eylemci bir halk değildir, ancak bir kez yeter dediğinde de Nazım’ın dizelerinde dediği gibi ‘mahlûkat yerinde durur’. 19 Mart ile birlikte ilk defa bıçağın kemiğe dayandığını hisseden halk ‘artık yeter’ dedi.

Erdoğan karşısına çıkan tüm güçleri tasfiye ederken karşısına böylesi bir halk direnci çıkmamıştı. Çünkü tasfiye ettiği güçler iktidarlarını toplumdan değil devlet aygıtından alıyordu. Balyoz ve Ergenekon tasfiyeleri devlet aygıtındaki Kemalist ve Atatürkçülere karşı yapılmış ve toplum bu tasfiyenin uzaktan seyircisi olarak kalmıştı. Bu çevrelerde vesayet güçleri olarak iktidarlarını toplumsal rızadan değil devlet aygıtındaki pozisyonlarından devşirmişlerdi. Dolayısıyla devletin yüksek katlarında sürdürülen ve toplumun çok içine çekilemediği bir iktidar savaşı vardı. Bu savaşın anlattığımız minvalde olduğu Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan sonra yeniden anlaşmasıyla ortaya çıkacaktı. Erdoğan cemaati de zorlanmadan tasfiye etti. Çünkü cemaat devlet içindeki gücünü onunla işbirliği yaparak elde etmişti. Cemaat devlet içindeki olağanüstü gücüne karşılık toplumun büyük bölükleri için tam bir nefret nesnesiydi. Cemaat ne sivil ne demokrat bir yapıydı. Bir kuğu çığlığı atarak darbeye yeltendiğinde işini bitirmek zor olmayacaktı. Çünkü toplumsal rıza üretmek için kolunu kıpırdatmamış tüm önceliğini devlette güç elde etmeye vermiş ve bunun sağladığı imkânlarla toplumsal çeperini genişletebilmiş bir yapıdan söz ediyoruz.

Erdoğan gücünü toplumdan alan, tarihsel kökleri derin yapıların tasfiyesini başaramayacak ve hedeflerine ulaşamayacak. Erdoğan Kürt siyasetini tasfiye etmeyi asla başaramadı ve şimdi hedeflerine ulaşmak için onları tekrar kullanmak istiyor. Yedikleri onca darbeye, imha ve tasfiyeye rağmen Kürt siyaseti yok edilmediği gibi şimdi bir yükselişin eşiğinde bulunuyor. Erdoğan’ın CHP ile ilgili hedeflerine ulaşabilmesi ve bu saatten sonra onu majestelerinin muhalefetine dönüştürebilmesi de zor görünüyor. İlk neden 19 Mart sonrası ilk defa halkın bir aktör olarak sahaya inmesinden kaynaklanıyor. CHP’yi bile hizaya çekebilecek bir kitle seferberliği hali söz konusu ve CHP liderliği asıl siyasi sermayesinin bu olduğunun farkında. Diğeri halkın Erdoğan’ın argümantasyonlarından kopmuş olması. Erdoğan’ın her söylediğine inanacak bir halk yok ortalıkta. Üstelik bir taraftan Kürt siyaseti ile süreç yönetirken CHP’ye yönelik düşmanlığın hiçbir izah edilir tarafı yok. Erdoğan daha buna benzer paradokslarla da cebelleşiyor ve atacağı her adımda cebelleşmek zorunda kalacak. O nedenle Erdoğan bu bilek güreşinden yorulacak ve pes etmek zorunda kalacak. Belki de yaptığına pişmandır, kendisi açısından bir geri çekilme formülü arayışındadır ve belki de Özgür Özel’le bu kadar uğraşmasının nedeni bundan mütevellittir.

Önceki ve Sonraki Yazılar