Trump’ın Körfez Turu
Trump’ın Körfez ağırlıklı bölge turu geride pek çok yorum, değerlendirme ve spekülasyon bırakarak sona erdi. Trump Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ı ziyaret etti. Ziyaretin en anlamlı sonuçlarından biri İsrail’in program dışı bırakılmış olmasıydı. Trump Türkiye’yi de kıvamında tutmak için ani bir ziyaret yapabileceğini söylediyse de Putin’in İstanbul’a gelmekten vazgeçmesi bu ziyaretinde iptaline yol açtı. Ama Amerika gibi bir büyük gücün başındaki kişinin Türkiye’ye şimdilik kastını bilemediğimiz nedenlerle verdiği önemi otomatik olarak ‘reislerine’ verilen özel bir önem olarak propaganda edenler için bu kadarı bile yeterliydi. Uluslararası ilişkilerin gerçek dinamiklerine odaklanmak yerine büyük güçlerin çoğu kez muhataplarından asıl elde edeceklerini almak için bol keseden attıkları iltifatlar ile kendinden geçenler için kısa günün karı asıl kardır. Reislerinin yıpranan imajı için bu iltifatlar taze kan mesabesindedir çünkü.
Spektaküler yani seyirlik bir kişilik olarak Trump’ın gezisinden akıllarda kalacak olan da toplamı 3 trilyon doları bulan anlaşmalar olarak kalacaktır. Ancak bu gezi ABD ile ziyaret ettiği üç ülke arasındaki ilişkilerin değişen doğasına dair pek çok şey söylediği gibi Ortadoğu’nun içinden geçtiği sürece yönelik de birçok işaret barındırıyor. Yakın zamana kadar körfez ülkeleri ve Suudilerle ABD arasındaki ilişkiler tek yanlı bir muhtevaya sahipti. Petrol ve dolar zengini bu ülkeler güvenlik karşılığında ABD’ye tek yanlı bir bağımlılık içerisindeydiler. Güvenlik endişelerinin kaynağında ise İran’ın bölge ölçeğindeki etkisi ve nüfuzu vardı. Şiiliği siyasileştiren ve Şii hilali ile bölge çapında büyük bir etkiye ulaşan İran zengin körfez ülkeleri için bir endişe kaynağıydı. 7 Ekim 2023 tarihli Hamas saldırıları ile başlayan yeni süreçte İran büyük kaybedenlerin en başında geliyor. Hamas’ın, Lübnan Hizbullah’ının savaş kapasitesinin neredeyse yok edilmesi en büyük zararı İran’a verdi. Yine Suriye’deki Esad rejiminin yıkılması da İran için yerinin doldurulması çok zor etkiler yarattı. Şimdi sıra Irak üzerindeki İran etkisinin zayıflatılmasına gelmiş bulunuyor.
İran’a karşı alınacak tutum konusunda başta Suudiler ile İsrail’deki Netanyahu hükümeti arasında geniş bir açı bulunuyor. Netanyahu ABD başta olmak üzere herkesi peşinden sürükleyerek bir oldubitti ile İran’ın elindeki nükleer silah üretme kapasitesinin yok edilmesini ve tıpkı Suriye’de olduğu gibi İran’ın bölgesel etkilerinin bir fırsata çevrilerek tümüyle imha edilmesini ve bunun rejim değişikliği için uygun ortamı hazırlayacağını hesaplayıp bir savaşa kendini hazırlarken Suudiler ve Körfez zenginleri böylesi büyük bir operasyonun hiç umulmadık sonuçlar ortaya çıkarabileceği tedirginliği için de Trump’tan İsrail’in tek yanlılığını frenlemesini ve İran’a müzakereler için bir fırsat tanınmasını istiyorlar. Netanyahu içeride yaşadığı sıkıntıları unutturmak, kırılgan koalisyon dengelerini bir süre daha sürdürebilmek, yolsuzluk dosyaları nedeniyle yargının üzerine gelmesini ertelemek için İran ile savaştan kaçınmazken İsrail’in Siyonistleri ise kendilerine asıl hasım gördükleri İran’ı yıpratmak ve etkisiz hale getirmek için koşulların bir daha hiç böyle uygun olmayacağı hesabını yapıyor. Suudiler ve körfez zenginleri ise doğrudan İran’a karşı açılacak bir cephenin bölgeyi tam bir yangın yerine döndürebileceğini ve en büyük korkuları olan sokaktaki insanın bu gelişmeler karşısında kâğıttan birer kaplan olan kendi rejimlerini yıkabileceği endişesi ile tedbir ve ihtiyat vazediyorlar.
Yoksa bizim yandaş kalemlerin söylediği gibi Trump İsrail’i gözden çıkarmış değil. Bunu iddia edenler İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin doğasına dair hiçbir şey bilmiyorlar. Çok önem verdikleri ve kendilerine feyz aldıkları Şaban Teoman Duralı’nın ‘Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel Medeniyeti’ isimli çalışmasını okumuş olsalardı hiç böylesi hayallere kapılmazlardı. Bu kitabın değerlendirmesini başka bir yazıya bırakarak şunları söyleyelim ki: bu üç devlet arasındaki ilişki klasik ulus/devletlerarasındaki ilişkilerden çok başka, özgül ve farklı dinamiklere sahiptir. Aralarında uyumsuzluklar, dönemsel öncelik farklılıkları pekâlâ söz konusu olabilir, ama bu ilişki herhangi bir devlet ile başka bir devlet arasındaki ilişkiden çok farklıdır. Netanyahu kliği İsrail devleti içinde bile kapsayıcılıktan ve genellikten uzaktır. İsrail devleti içinde izlenen politikayı riskli bulanların sayısı bir hayli fazladır. Bu politikanın Yahudi halkının genel çıkarlarından ziyade iktidarı kontrol eden aşırı sağ ile Netanyahu gibi bir Siyonist’in kişisel çıkarlarına hizmet ettiği eleştirisini yapanların sayısı azımsanmayacak düzeydedir. Başkanlığının ilk döneminde hiçbir ABD Başkanı’nın yapmadığı bir biçimde Kudüs’ü üstelik doğusu ile birlikte tek parça halinde İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve ABD Büyükelçiliği’ni bu şehre taşıyan kişi Trump’tı. Yine İsrail resmen tanınması anlamına gelen İbrahimi anlaşmalarını Suudilere ve Körfez zenginlere kabul ettiren de Trump idi. Karşımızda İsrail çıkarlarına bırakın halel getirmeyi en iyi kendisinin hizmet ettiğine inanmış birisi var.
Trump’ın yaptığı sadece Netanyahu kliğinin fevri, rizikolu ve ortaklarını endişeye sevk eden politikalarını frenlemekten ibarettir. Yoksa ABD ile İsrail arasındaki ilişkiler ne nitelik değiştirmiştir ne de tek yanlı bir hale gelmiştir. Yapılan sadece ince bir ayardır. Üstelik ABD ile Körfez arasındaki ilişkiler her geçen gün tek yanlılıktan sıyrılmakta ve dünyanın yeni halinde bu ülkelerde ilişkilerini çeşitlendirmekte ve farklı arayışlara girmektedir. Suudilerden en büyük petrol alıcısı ülke bugün Çin’dir. Çin Suudiler ile İran arasındaki ilişkileri esnetmek için yoğun bir diplomasi yürütmektedir. Yine Suudilerin Rusya ve Putin ile de çok özel ilişkileri vardır. Artık dünyada hiçbir önemli ülke uluslararası ilişkilerde tek yanlılığa prim vermemekte ve çok yanlı politikalara geçiş yapmaktadır. Suudiler Briç üyesidir. İlişkileri çeşitlendirmeleri ABD ile köprüleri attıkları anlamına gelmemektedir. Suudiler ve Körfez zenginleri Trump’ın gözlerini kamaştıran trilyon dolarlık alışverişler karşılığında bölge vizyonlarını ABD’ye kabul ettirmişler ve Netanyahu kliğinin frenlenmesi işini Trump’ a ihale etmişler ve ilişkiyi artık tek yanlılıktan karşılıklı çıkarların kollandığı bir denklik ilişkisine dönüştürmüşlerdir. Burada geri adım atan, muhataplarını dikkate almak durumunda kalan ABD olmuştur.
Bunun böyle olduğu Colani’nin Trump’ın ayağına gitmesi ile tamamlanmıştır. Kulislere kalırsa Trump’ı bu konuda ikna eden Ürdün Kralı olmuştur. Suriye’ye yönelik ABD yaptırımlarının kalkması karşılığında Colani Trump’ın dayatmalarına sesini çıkartamamıştır. Bu dayatmalardan ikisi doğrudan İsrail çıkarları ile ilgilidir. Trump Colani ’ye tıpkı Suudilerin yaptığı gibi İbrahimi anlaşmaları ile İsrail’i tanımasını ve Şam’ın Filistin mücadelesine verdiği tüm desteği kesmesini istemiştir. Hangi şartlarda Şam’da iktidarda kalacağını bilen Colani bu talimatı almadan çok önce tarihsel Filistin mücadelesinin en meşru temsilcilerinden biri olan ‘İslami Cihat’ın bürolarını kapatmış, adamlarını tutuklamıştır. Yandaş kalemler Trump İsrail’e çaktı ABD İsrail ilişkileri bir kriz içerisinde derken Trump İsrail çıkarlarını savunmaya devam etmiştir. Trump kendisi açısından karlı sayılacak bir alışveriş yaptıktan ve alacağını aldıktan ve asıl muhataplarının bölge vizyonunu öğrendikten sonra Erdoğan’ı kıvama getirmek için telekonferansa çağırmış ve gönül almıştır. Ama Türkiye’yi yönetenler uluslararası politikayı iç politikanın bir türevi haline getirdiğinden ve doğasını anlamaktan o kadar uzaklaşmışlardır ki büyük bir gücün başındaki bir tilkinin muhatabını kıvama getirmek için yaptığı jestlerle kendilerinden geçmekteler ve ulusal onur denilen şeyden de ne kadar az pay aldıklarını bir kez daha göstermekteler.