1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Avukatların yürüyüşü ne anlama geliyor?
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Avukatların yürüyüşü ne anlama geliyor?

A+A-

En başta umutsuz olduğumu söylemiştim bir yerde Barolarla ilgili. Çünkü avukat milleti de tıpkı meslek örgütleri olan Barolar gibi bir aymazlık içerisindeydi. Metin Feyzioğlu gibi bir şarlatanı bile doğru okuyamamış, onu iki defa birlik başkanı olarak seçmiş bir sosyoloji vardı karşımızda.

Hukukun piyasalaşması neredeyse tamamlanmış, avukatların büyük bölümü işçileşmiş ve gelir eşitsizliklerinin keskinleştiği bir sorun alanı var karşımızda. Mesleğin temelleri hem yukarıda anlattığımız piyasa dinamikleri tarafından oyuluyor hem de birlik örgütlenmesi etkili olamadığı için son yıllarda avukatlar tarafından yapılan pekçok iş başta noterler olmak üzere başka meslekler tarafından ele geçirilmiş durumdaydı.

En son değişiklikler ile mesleğin tabutuna son çivi de çakılmak üzere. Bu değişiklikler ile çoklu baroya geçiş, sözde temsilde adalet adına seçim sisteminde yapılacak değişiklikler ile içinden çıkılması zor bir karmaşanın ortasına düşülecek. Bu olumsuz gelişmelerden sadece avukatlar etkilenmeyecek, adalete erişim konusunda ciddi sıkıntılar yaşayan tüm yurttaşlar da etkilenecek.

Birlik başkanının kendisini devletin kucağına atması ile siyasi iktidar zaten amaçlarına önemli ölçüde ulaşmıştı. Çünkü her yerde olduğu gibi Baroların çatı örgütlenmesi olan Barolar Birliği’nde de bir “ başkanlık kültürü “ oluşmuş durumda. Toplumun doğru bilgiye ulaşmasını engellemek, meslektaşlarını manipüle etmek ve barolar arasına nifak sokmak için Feyzioğlu iktidar adına üstlendiği rolü gönüllü olarak yerine getirdi. Görevinin avukatlık kanununda Barolara verilmiş olan  “ hukukun üstünlüğünü sağlamak, insan hakları kavramına işlerlik kazandırmak “ değil, hukuk içinde devleti korumak olduğunu net bir biçimde ifade etti.

Türkiye’deki ikili devlet anlayışı düşünüldüğünde yani norm devleti ile önlem devleti arasındaki derin uygulama farklılığı dikkate alındığında Feyzioğlu’na göre siyasi meselelerde devlet pekala terör kavramını sulandırıp, onun sınırlarını keyfi olarak genişletip, önlem devleti pratiği ile kendi koyduğu kuralların yani hukukun dışına da çıkabilirdi.

Öncelikle Baro Başkanları’nın Feyzioğlu’dan pratik kopuşlarının çok geç gerçekleştiğinin altını çizelim. Feyzioğlu bir Ergenekon’cu olarak  reel devlet aygıtı ile uzlaşmayı seçti. Baro başkanlarının zihinsel kopuşu geç gerçekleşince, süreci kollektif götürme anlayışı oluştu bu da karar alma süreçlerinin bürokratik alışkanlıklarla uzamasına sebep oldu. 22 Haziran olayları Baro Başkanları’na ummadıkları bir halk desteği ve meşruiyeti edindirdi. Bu saatten sonra ya meclis labirentlerinde muhatap olunmayı bekleyeceklerdi yada aşağıdan, meslektaşlarından gelen basıncın etkisiyle fiili ve meşru bir eylem hattına yerleşeceklerdi. 22 Haziran şunları da ortaya çıkartmıştı; siyasi iktidar avukatlara çok sert davranmanın, onlara diğer muhalefet unsurlarına gösterdiği yaklaşımda bulunmanın toplumda büyük bir rahatsızlık yarattığını fark etti. Avukatlar bu meşruiyet ve haklılık duygusuyla toplumsal muhalefetin diğer sektörlerine öncülük edebilirdi.

22 Haziran sonrasındaki avukat protestolarına meslektaş katılımı artmaya başladığı gibi toplumun örgütlü muhalefet dinamikleri de bu zeminde hızla etkinlik göstermeye başladı. Bu durum yağ lekesi gibi çoğalabilir ve bir Gezi etkisi yaratabilir miydi? İktidarın bunu daha bu aşamada düşündüğü ve bunun öngörüsüyle davrandığı konusunda tereddütümüz yok. Başkanlar edindikleri meşruiyet ve güçle Ankara’da devasa, kitlesel bir Avukat mitingini önlerine hedef olarak koydu. Bu konuda İstanbul Barosu Başkanı iddialı söylemlerde bulunduğu gibi çıtayı daha yukarı çeken açıklamalar yaptı.

Ancak hareketi ileri taşıyabilmek için fiili önderliğin tesis edilmesi ve bunu üstlenmeye en yatkın üç büyük ilin Baro Başkanı’nın işin sorumluluğunu üstlenmesi ve önlerindeki süreci detaylı olarak planlamaları şarttı. Bunların çok azı oldu maalesef. Bir kitle gücü olmadığı takdirde Meclis önündeki oturma eyleminin çekiciliğini çok çabuk kaybedeceği hemen anlaşıldı. Sudan bahanelerle miting iptal edilince Başkanlar, fiili ve meşru bir eylem çizgisi yerine kanun ve nizam içinde davranma alışkanlıklarına hızla geri döndüler. Bu süreçte siyasal muhalefet de topyekun avukatların ardında dikilmekten imtina etti.

Dün gerçekleşen eylemde Baro Başkanları’nın ikili bir kıskacın altında kaldıkları, çoğunluğu açısından yüzlerini döndükleri yerin iktidardan gelmesini umdukları bir müzakere teklifi olduğu gün gibi ortaya çıktı. Haklı ve meşru bir protesto eyleminin tarihsel sorumluluğunu pekçoğu taşıyamadı. Özellikle İstanbul ve Ankara Barosu Başkanları ve mensuplarının bu işteki tarihsel sorumluluğu  unutulmayacaktır. En kalabalık olduğu anlarda sayıları beşbini bulan bir avukat topluluğu dirençli bir biçimde mücadeleye devam edeceklerini , kendi demokrasilerini yarattıkları forum ile herkese ilan etti. Somut bir hedef gösterilmeyince Ankara Adliyesi önünde kalmaya devam edenler sabah gün ışıyıncaya, komisyon çalışmaları dağılıncaya kadar alanı terk etmeyerek kararlılıklarını ilan ettiler. Biz Adana Barosu avukatları ise en son otobüs saat 23:00’da adliye önünden ayrılırken o alandan en geç ayrılan Baro olmanın haklı gururu içindeydik.

Önceki ve Sonraki Yazılar