Muzaffer Özen

Muzaffer Özen

Bitpazarı

A+A-

Eski Adana’ya yolculuk başlıyor. Sırtımızdaki anı kamburuyla zaman tünelinde 1960’lı yıllara yol alıyoruz biraz sevinç, biraz da hüzünle...

8f32c099-401f-4854-992e-57260884117b.jpg

İlk durağımız BİTPAZARI!

1960’lı, 70’li yıllar...

Büyük Dünya Köyü olarak anılan Adana’da, insanların yaşama dört elle sarıldığı Bitpazarı’nda durdurduk zaman makinesini...

Sebze, meyve satıcıları, kasaplar, eskiciler, balıkçılar, toptancı hali, kavun-karpuz pazarı, çerçiler, bıçakçılar, tatlıcı, kebapçı, fırıncı, baharatçı, kuruyemişçi, peynirci, börekçi, cıncıkçı, çaycı, şırdancı, salepçi, şalgamcı, lahmacuncu, nalbant, traktör, bisiklet tamircileriyle... bir sinema platformu gibiydi Bitpazarı... Bağırışlar, geliş gidişler, insan uğultuları, motor sesleri, at kişnemeleri, esnaf çığırkanlığıyla yaşama dair sarı sıcak bir fotoğrafın yansımasıydı o yıllarda Bitpazarı.

Adanalının cehalet, yokluk, yoksulluk canavarlarıyla olan kavgasının bir arenasıydı Bitpazarı...

Geniş ve uzun bir alanın ortasına önlü arkalı dizilmiş irili ufaklı dükkanlarda ne ararsan vardı eskiye dair. Koltuklar, masalar, elbiseler, tüpler, tütün ve sigaralar, ayakkabılar, tel dolaplar, kap kacak, kazan, tencereler... dükkanların önünde sergilenirdi gelip geçenin beğenisine sunulan eskimiş güzellikler olarak. Ökçesine basık ayakkabılı, mendili boynunda, saçı sakalı birbirine karışmış, göbeğini kaşıyan, ağzından sigarası düşmeyen esnafın argolu sohbetleri çalınırdı kulaklarınıza Bitpazarı’nda gezinirken.

Zort sesleri yayılırdı Bitpazarı’ndan her yana. Yüzlerde bir iyimserlik bırakırdı kahkahalı gülüşlerle.

Bitpazarı’nın batıya bakan tarafı çöplüktü. O yıllarda her horoz çöplüğünde öter misali bir tavukçu bulunuyordu çöplüğün yanı başında. Bu çöplüğün kenarlarında günden arta kalan ekmeklerle bir ekmek pazarı kurulurdu akşam üzeri. Fakir fukara buradan birçok elle yoklanmış, biraz da bayatlamış somun ve pideleri alırlardı yarı fiyatına...     

Her gün akşam ucuz ekmekleri alarak evinin yolunu tutan insanların sıcak ve taze bir ekmeğe hasret kaldıklarını düşünür, kızardım için için onlara layık görülen bu kadere... 

Bitpazarı’nın kuzeyinde yazlık Şan Sineması, doğusunda Yeni Sinema, güneyinde de Halk ve Nur Sinemaları vardı. Atlı arabalara yüklenmiş sinema afişleriyle sokaklarda gezilirken elinde tenekeden bir megafonu olan çocuk “36 kısım tekmili birden... renkli Türkçe sinemaskop...!” diye bağırarak akşamki filmin reklamını yapardı kulakları tırmalayan bir sesle.  

Sabahın ilk saatlerinde büyük bir hareketlilik yaşanırdı Bitpazarı’nda. Sebze meyve haline giriş ve çıkışların yaşandığı mekanda bir lahmacuncu bulunurdu. Tablasından insanın iştahını kabartan sıcak lahmacun kokuları yayılırdı ortalığa. Yüzü kırçıl sakalla dost, ince uzundu. Beli hafif eğik biriydi. Hel hel Necmi de derlerdi ona uzun boyundan dolayı.

d9f36fd6-908d-4912-a873-76d991bda616.jpg

Sabahın ilk saatinde kahvaltısını lahmacunla yapmak isteyenler başına toplanır; zevkle domates ve yeşillikle sarıp sarmaladıkları lahmacunları yerlerdi ağızlarından çenelerine akan yağlı ve salçalı bir sıvıyla...

Bir çocuk dikkatimi çekerdi. Mahalleden biriydi. Simitçi Selo’ydu adı. Sabahın karanlığında ince, zayıf bacakların taşıdığı bir bedene yüklediği simit tablasıyla Bitpazarı filminin sabah çekimlerinde alırdı yerini. “Sıcakkk simit!” diye ince, ağlamaklı bir sesle oynardı rolünü ekmek kavgasının siyah-beyaz karelerinde... Lahmacuncu Hel Hel Necmi’ye yakın bir yerde durarak simitleri satmaya çalışırdı. Çalışırdı ama bir gözü hep dumanı tüten lahmacunlardaydı. Yiyenleri imrenerek seyreder; kendine bir lahmacun yemeyi bile çok gören hayata kahrederdi... Dayanamadı. İlerideki fırından yarım pide aldı sabahın ilk siftahı simit parasıyla. Lahmacuncuya geldi. “Necmi abi! Bir lahmacun versene” dedi avucunun teriyle ıslanmış parayı uzatarak. Aldığı lahmacunu parçalara böldü. Pideye yerleştirdi. İçine maydanoz, domates, biber koyup dürüm yaptı ve zevkle yemeye başladı ağzından çenesine doğru akan yağlı ve salçalı sıvıya eşlik eden burnunu elinin tersiyle silerek.     

Ekmek arası lahmacun o yılların bir anısı olarak yerini aldı belleğimde silinmez bir iz bırakarak.

Bitpazarı yorgun, yaşlı ve yoksul insanların gülmeyen yüzleriyle umutsuzlukların harmanlandığı bir tablodur adeta. Eski, değersiz eşyaların satıldığı bu mekanda aslında çok zengin dostluklar, ortaklıklar kuruldu. Acılar paylaşıldı. Sevgiler çoğaltıldı. Arada bir kavgalarla kısa süreli küslükler, kıngınlıklar da yaşanmasına rağmen...

31a3aa9a-88a0-405a-b8c3-34a9480d2ca7.jpg

Bitpazarı, yaşayanları ve yaşanmışlıklarıyla yolculuk yaptığı tarihten ayırttığı yere yerleşti. Bugün yerinde yerler esiyor. Suriyeli sığınmacıların mekanı oldu eski Bitpazarı. Yeni sahipleriyle kim bilir neler yaşanacak burada? Neler görecek yaşlı ve yorgun gözlerimiz? Ama çene altına tutturulan tasla açık havada tıraş yapan Berber Cumali Emmi, ağzında tuttuğu çivileri bir bir alıp örsteki kunduraya hayattan intikam alırcasına çakan Köşker Hamdi Dayı; çay! diye elindeki tepsiyle referans yaparak gezinen Çayçı Hayta Reşit; kırık masa ve sandalyeleri onaran Marangoz Necip; bisiklet tamircisi Cillop Nuri, gömlek yakalarını ters yüz eden, pantolonları daraltan ya da genişleten Terzi Dursun Baba da olmayacak Bitpazarı’nın taşlı yollarında.

Yeşilyuva, Mirzaçelebi, Sucuzade, Kocavezir’in Robin Hood’u olan; kamyonlardan kaçak göçek yollarla edindiği malları Bitpazarı’nda ucuza satan kabadayı Uçan Kale de olmayacak artık o mekanlarda.

Bir tatlı hüzün rüzgârı esecek oralarda geçmişten geleceğe uzanan...

257ab816-5bf3-400f-b05d-de90b7ec1092.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum