1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. ‘Doğruları, yalnız ve yalnız doğruları yazmaya (…) yemin etmiştim‘
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

‘Doğruları, yalnız ve yalnız doğruları yazmaya (…) yemin etmiştim‘

A+A-

Doğruya sadakat politikacı da ekseri rastlanan bir özellik değildir. Çünkü politikacı doğruya sadık kaldığında politikanın asıl hedefi olan gücün uzağına düşer. Politika asıl olarak güce ulaşma ve gücü elinde tutabilme sanatıdır. Gücün hangi maksada hizmet edeceği ise tarihsel ve sınıfsal bir sorundur. Bilinçli ömrünün neredeyse tamamını politikanın içinde ve özellikle CHP’de önemli sorumluluklar yüklenerek geçirmiş Fevzi Ciritçi ağabeyimiz kitabının daha hemen başında ‘doğrulara, yalnız ve yalnız doğruları yazmaya kendi kendime yemin etmiştim’ diyerek başlıyor anılarına ve tüm inceliği ile de bahis konusu edilecek kişilerden kimseyi kırmamaya özen gösterdiğini belirtmeyi de ihmal etmiyor.

Zihnin otonomisini kazanamadığı ve mahalle, yani cemaat aidiyetlerinin güçlü olduğu toplumsal yapılarda kamusal yaşama mal olmuş kişilerin anılarını kaleme alması öyle kolay değildir. Hele doğruya, gerçeğe sadakat göstererek olanı biteni anlatmak bayağı bir cesaret gerektirir. Fevzi abi daha siyasi kariyerinin başlarında bu cesaretle yüklü biri olarak siyasi hayata atılıyor. 70’li yılların iç savaş ortamında CHP’de siyasi roller üstlenmek ve bunu da anti-faşist bir duruş ve tavırla yapmak doğrudan paramiliter faşist çetelerin hedefi olmak anlamına geliyordu. Birçok yurtsever ve ilerici siyasetçi bu dönemde siyasi cinayetlere kurban verildi. Fevzi abinin en yakın çalışma arkadaşı ve anılarına göre bizzat kendisinin karar verici olarak CHP İl Başkanlığına uygun gördüğü Ahmet Albay bunların en başında geliyordu. Kendisinin de muayenehanesi kurşunlanacak ve ölümden kıl payı bir mucize ile kurtulacaktı. Ama Fevzi abi en yakın mücadele arkadaşlarını kaybederken dahi aklının ucundan mücadeleyi bırakmanın bir an olsun bile geçmediğini söylüyor.

Ülkenin içinden geçtiği böylesi çalkantılı yıllara tanıklık etmiş birisi olarak Fevzi abi kitabın başında ettiği yemine sadık kalıyor ve yaşadıklarını sakınımsız bir biçimde genç kuşaklarla ve bizlerle paylaşıyor. Fevzi abinin anılarını diğer anı ve nehir söyleşi tarzı hayat öykülerinden de işte bu cesur tavrı ayırıyor. Çoğunluk bir kitap yayınlamış olmanın ve demek bir kitaba sığabilecek bir hayat sürmenin keyfini çıkarmak için anılarını kaleme alırken Fevzi abi bunların hiçbirisine tevessül etme gereği duymuyor. Çünkü siyasi hatırat sahipleri tarihin karanlıkta kalmış noktalarını aydınlatmak ve siyasi tarihimizin gerçekçi bir yazılımına hizmet etmek için anılarını kaleme almıyorlar. Çoğunluk deneyimli bir gazeteciden destek alarak veya bizzat onlara yazdırarak ve anılarını bilinçli bir biçimde sansürleyerek kaleme alıyor. Büyük bir merakla oturduğunuz anıların başından hayal kırıklığı içinde ayrılıyorsunuz. Oysa önemli sorumluluklar yüklenmiş politikacıların anılarından öğrenilecek o kadar çok şey var ki.

Fevzi abi anılarında kendi iç sesini de konuşturuyor. Anıların samimiyeti ve doğruluğu da o zaman anlaşılıyor. Çünkü anılarını yazma kararı aldığında birçok fincancı katırını ürküteceğini düşünerek çok vazgeçtiği olmuş. Ama doğruya yani hakikate tutkulu bir entelektüel gibi Fevzi abi sonuna kadar gitme yönünde kendini cesaretlendirmiş. Bunu da okurlarıyla samimi bir biçimde paylaşıyor.

Fevzi abinin politika da arzu ettiği şeylerin olmaması da bu güçlü karakterinden kaynaklanıyor. O Weber’in dediği gibi bir politikacı da olması gereken hırsa her zaman sahip olmuş, ancak son tahlilde gücü hep toplumsal iyi için kullanmayı tercih etmiş. Baykal çevresinin Adana’daki sözcüsü ve temsilcisi olarak bilinmesine rağmen en kritik eşiklerde güçlü mevkilere kendisini değil kazanacak kişileri önermiş. Bu tavır bugün politikada mumlu arayacağımız bir özellik. Demek Fevzi abinin siyasi formasyonu, kendisini adadığı siyasi idealleri gücü kendisi için değil inandığı davası için kullanmaya yöneltmiş. Bunda tabii Fevzi abinin politikayı bir meslek, geçim kapısı olarak görmemesinin de etkileri var. Adana’nın yerlisi ve toprak sahibi bir ailenin evladı olan Fevzi abi politikanın alan tarafında değil veren tarafında olmayı tercih etmiş hep. Ailesinden miras kalan birikimi, serveti de bu uğurda harcamış.

Aslında Fevzi abi Weber’in ideal politikacı tipine uygun özelliklere sahip. Siyasi hırs, kendine aşkın ideallere sahip olmak ve en önemlisi de mesafe duygusu. Bu parametrelerle Fevzi abinin anılarını okuduğumuzda ki ben böyle yapmaya çalıştım anılar Weber’in ‘meslek olarak siyaset’ de anlattığı politikacı eskizine çok uygun. Ama Fevzi abi gibi birinin talihsizliği her halde vazgeçemediği asaleti ve kendini hep bir idealle bağlamış olması. Bu özellikleri güçlü olduğu dönemlerde dahi onu gücün ve siyaset oyununun dışına itmiş. Anılara sinmiş kırgınlık ve dargınlık da bunun bir yansıması zaten. Fevzi abi politikayı bir zenginleşme aracı olarak görmediği gibi hırsından kendini kaybetmiş politikacılarda olduğu gibi kendini vazgeçilmez de saymamış. Zengin bir iç dünyaya sahip olduğu için de politikacıları zehirleyen mesafe duygusundan yoksun kalmamış. Yani hep içindeki bir başka sese de kulak vererek politika yapmış. O sese kulak vermemek, o sesi boğmak politikacıya kazandırabilir, ama mesafe duygusunu yitiren ve kendini bulunmaz zannedenlerden memlekete bir hayır gelmediğini de tecrübeyle biliyoruz. Fevzi abi anılarını gençlere adamış ve bütün bir ömrünü verdiği partisinin gençlerinin bu anılardan düzgün, dürüst ve yurtsever bir politikanın nasıl yapılacağına dair dersler çıkarmasını ummuş. Her şeyi olduğu gibi yazmış ve başlangıç vaadine sadık kalmış. Politikanın dostlukları nasıl berhava ettiğini, güce ulaşmak için insanların en yakın saydıklarını nasıl çiğnediklerini duru bir dille kaleme almış.

Fevzi abi anılarında haklı çıkmanın stratejilerine prim vermemiş. Siyaset denkleminde her vakit açık sözlü davranmış ve tarafını seçmiş. Aldatmaya, hileye, demek riyaya onun siyasetin de rastlanmıyor. Girdiği güç yarışında rakiplerine hakkını verecek kadar kadirşinas bir ruh asaletine sahip birisi. Ama pişmanlıkları da yok değil. Bunları da açık sözlülükle ifade etmiş. Alman düşünür Adorno’nun ‘ yanlış bir hayat doğru yaşanamaz’ sözü çok sık kullanılır ve her ağza çiklet olan söz gibi bir klişeye dönüşme ihtimalini de içinde barındırır. Ama Fevzi abinin hayatı politikada bu kadar uzun kaldıktan sonra hala doğru bir hayat sürdürebilmenin ispatı gibi karşımızda duruyor. Umarım kitabını adadığı gençler, Fevzi abinin temsil ettiği değer yüklü politikanın hakkını verirler. Kendilerine rol model olarak bu güçlü karakterleri alırlar. Önemli olanın güç değil gücü kim için kullandığın sorusunu unutmaz ve akıllarından çıkarmazlar. Çünkü siyasi güç de dâhil ve tüm insani çabalarımız Spinoza’nın da dediği gibi ‘karşılıklı yardımlaşmaya’ ve türün sevgisine dayalı bir dünyayı kurmaya hizmet etmelidir. Yani politika bizi türümüze karşı yabancılaştırıp bencilleştirmemelidir. Yolunu kaybetmek istemeyenler Fevzi abinin anılarına kulak versin.

Önceki ve Sonraki Yazılar