1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Düşüncenin İsyan Karşısındaki Sükutu
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Düşüncenin İsyan Karşısındaki Sükutu

A+A-

Max Horkheimer ile Theodor W.Adorno Frankfurt Okulu'nun iki önemli ismi. Okulun bu iki isimle özdeşleştiğini söyleyebiliriz. Kuruluşundan kısa bir süre sonra enstitü'nün müdürlüğünü üstlenen Horkheimer bu görevi emekliliğine kadar sürdürdü. Bu süre zarfında enstitünün yönelimlerine o karar verdi. Adorno onun emekliliğinden sonra müdürlük görevini üzerine aldı. Adorno'nun mesaisi 30'lı yılların başında artıp tam zamanlı bir üye olduktan sonra enstitünün kaderini birlikte belirlediler. İlk zamanlar Horkheimer Adorno'dan hem yaşça hem de akademik kariyer olarak önde olduğunda daha etkili oluyordu. Walter Benjamin'in tam zamanlı üye yapılması konusunda Adorno sürekli ısrarlı olmuş ise de buna direnen Horkheimer olmuştur. Adorno Benjamin'in yazım tarzından ve mesiyanik bir vaat taşıyan düşüncelerinden çok etkilenmişti. Horkheimer'da fragmenter bir yazım tarzını denemişti. Ancak düşüncelerini sonuna kadar götürmeye, sistematize etmeye yatkın bir tarzı vardı. Erken dönemlerinde Marcuse hariç Marksizme herkesten daha fazla bağlanmıştı.  Ömrünün sonlarına doğru ciddi bir muhafazakar oldu. Batı modernliğini sıkı biçimde eleştirse de 'refah ve adalet ölçüleri açısından uygarlığın en ileri biçimini temsil ettiğini' söylüyordu. Adorno ise yadsımanın, olumsuzlamanın hakkını her zaman verdi. Düşüncesi bu konularda milim bir sapmaya uğramadı. 

İkili birlikte çok yakın bir mesai yürüttüler. Aydınlanmanın Diyalektiği ABD sürgününün bir ürünüydü. Savaş devam ederken, her gün barbarlıktan izler taşıyan haberlere tanık olurken koyu bir kötümserlik içinde bu yapıtı kaleme aldılar. Kötümserliğin izleri, ruhu tüm kitaba sirayet etmişti. Aydınlanmanın barbarlıkla neticelenmesini 18.yüzyıldan değil ta Yunandan başlatıyorlardı. Aydınlanma ile barbarlık arasındaki diyalektik yalnızca Aydınlanma çağına özgü değildi. Odysseus'dan beri akıl yalnızca kurtuluşa, özgürleşime hizmet etmemişti. Yolculuğu sırasında karşılaştığı güçlüklerden Odysseus aklı sayesinde kurtulabilmişti. Bu akıl hileyi, yalanı, entrikayı kısaca kurnazlığı içselleştirmiş bir akıldı. Doğa karşısındaki güçsüzlüğünü, çaresizliğini aklın kurnazlığı sayesinde alt edebilmişti. Aydınlanma bu aklı bilim ve teknikle buluşturmuştu. Bu konuda Bacon'ı bir dönüm noktası kabul ederler. Kartezyen akıl ile beraber geleneksel dünyanın hakikat algısı yerini kesinlik ilkesine terk etti. Kesinlik ilkesinin ölçüsü her şeyden kuşkulanan, ama sadece kuşkusunda tereddüt etmeyen modern özneydi. Bu özne artık kendisini dünyanın merkezine taşımıştı. Modern öznenin karanlık yüzünü Sade açığa çıkarmıştı. Aydınlanmanın modern öznesi Fransız Devrimi ile siyasal amaçlarına ulaşmanın eşiğine varmışken Sade onun iyimser yanına değil kapkaranlık yönlerine el atıyordu. 

Amerika yılları ikiliye hiçte iyi gelmemişti. Yüksek burjuva kültürü ile yetişmiş ikili Amerikan kitle kültürü karşısında tam bir şok yaşadılar. Adorno şarap tüccarı bir baba ile piyanist bir annenin çocuğuydu. Atonal müziğin kurucusu Schoenberg'den piyano dersleri almıştı. Ayrıca kendi besteleri de vardı. Avrupa'nın hem klasik hem de yüksek burjuva kültürünü içselleştirmiş ikili için yeni dünyadaki yılları kültürel bir çoraklık içinde geçmişti. Klasik müzik yerine kulaklarına caz ve blues geliyordu. Müzik konusunda daha birikimli olan Adorno için caz ve blues kitle kültürünün bir parçasıydı. Kurtuluşa ilişkin en küçük bir vaade sahip değildi. Kişiyi düzene eklemlemenin bir aracıydı. Yüksek kültürün alternatifi kitle kültürüydü ve bu kültür boş zamanı sömürgeleştiriyordu. Özgürleşime açılması gerekli boş zaman kişiyi kıskıvrak düzene bağlıyordu. Yalnız müzik değil sinema da öyleydi. Refah kapitalizminin yarattığı kültür kitle kültürüydü. Arkadaşları Benjamin bu konuda farklı bir yaklaşıma sahipti. Benjamin özellikle radyo ve sinemanın kurtuluşa açılabilen bir içeriğinin olabileceğini düşünüyordu. 

Aydınlanmanın Diyalektiği geleceğe ilişkin umutsuzdur. Varolan sosyalizmler yönetici bir sınıf yaratmıştır. Bu sınıf işçi sınıfını teslim almış ve yaratıcı potansiyelini hadım etmiştir. Marksizm resmi devlet ideolojisine dönüşmüştür. İçinde taşıdığı özgürleşim ufkundan eser kalmamıştır. En nihayetinde devrimci bir kuram olan Marksizmin pozitivist yorumu diğer yorumları kovmuştur. Diyalektik negatifin hakkını vermekten uzaklaşmış var olanı onaylayan bir yönteme indirgenmiştir. Diyalektik Stalin'in ellerinde doğa yasaları gibi kanunları olan bir pozitif bilim haline gelmiştir. Eleştirel geleneğin en devrimci kuramı olan Marksizm milli komünizmlerin mazeret makamına çevrilmiştir. Pratik müdahalelerin koşullarının önemli ölçüde kurutulduğu bir evrede ikiliye göre yapılması gerekli olan eleştirel düşünceyi diri tutmaktır. 

Batı dünyası da savaş sonrasında yeni bir evreye girmişti. Tekelci devlet kapitalizmleri yeni bir refah evresini başlatmıştı. İşçi sınıfı düzene içerilmiş ve devrimci yeteneklerini kaybetmişti. Refahtan ve tüketimden payını aldığından uyumlu bir sınıf haline gelmişti. Sosyal demokrasi altın çağını yaşıyordu. Leninizmin tüm izleri, emareleri yok edilmişti. Her yere düzen ve konfor hakimdi. Kitle kültürü kitleleri baştan çıkarıyor ve kusursuz bir biçimde düzene eklemliyordu. Protestanlığın yarattığı çalışma etosu ayrımsız tüm sınıfları etkisi altına almış ve çalışma kapitalizme son vermek isteyen akımlarca dahi yüceltilir hale gelmişti. Özgürlük ancak zorunlu çalışmadan kurtulmakla mümkün olduğu halde var olan sosyalizmlerde de emek süreçlerine Taylorizm hakim olmuştu. Taylorizm üretim bandının her aşamasının disipline edilmesi, işçinin gövdesinin makinanın bir eklentisi haline gelmesi demekti. Çalışmak bir oyun değil parça başı ücretler ile ödüllendirilen ve işçinin daha çok çalışması amaçlanan bir etkinlikti. 

Sosyalizm bir cennet imgesi yaratarak ütopyayı mefluç etmişti. Ütopya gelecekte her şeyin daha iyi olacağının soyut bir avunusuna dönüştü. Ütopyaya yeniden hakkını verecek biricik şey eleştirel düşünceyi canlı tutmaktı. Marksizm pozitivizmin tasallutuna girdiğine, devlet ideolojisi haline geldiğine göre eleştirel düşünce Marksizmle de hesaplaşmalıydı. Eleştirel vizyonunu ona da düşürmeliydi. Şimdi Kant'ın, Marx'ın yaptığını yeni baştan yapmak gerekliydi. İkili bu işin altından kalkabilmek için geniş bir malzemeden yararlandı. Felsefe ile sosyoloji arasında Durkheim tarafından çekilen duvarları yıktılar. İki disiplini karşılıklı bir etkileşime soktular. Hegel'in diyalektiğinin en önemli uğrağının olumsuzlama anı olduğunu söylediler. Modern öznenin bilinci esir ettiği aklı yeniden özgürleştirmek için psikanalize dört elle sarıldılar. Ortaya muazzam bir birikim çıkardılar. Düşünen, düşünmenin hakkını veren, haysiyetini kollayan birinin kayıtsız kalamayacağı bir birikim. Sonraki yazıda bu birikimin 60'ların isyanı karşısındaki körleşmesine eğileceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar