1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Hegemonya Savaşları
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Hegemonya Savaşları

A+A-

İran’a yönelik İsrail saldırısının tek amacı İran’ın nükleer silah elde etme kapasitesinin önlenmesinden ibaret değil. Gazze savaşı ile başlayan ve bölgenin tümüyle dönüştürülmesini hedefleyen süreç asıl olarak İsrail’i bölgesel hegemonik bir güç yapmayı hedefliyor. Bölgenin tarihsel derinliğe sahip üç ülkesi vardı. Mısır’sız bir Ortadoğu’nun olmayacağı söylenirdi ve bu iddia tarihi tecrübelerle teyit edilirdi. Gerisindeki üç bin yılı aşkın tarih ile modernleşmenin bölgedeki ilk adımlarının atıldığı bir yer olarak Mısır bölgenin pek çok konuda lider ülkesiydi. Hem Arap milliyetçiliğine liderlik yapmış hem de Müslüman Kardeşler bu ülkeden çıkmıştı. 1973 yılında İsrail ile Mısır ve Suriye arasında yaşanılan ve tarihe altı gün savaşları olarak geçen savaş ile Mısır ciddi bir yenilgi almış ve Sina yarımadasının neredeyse tamamını İsrail’e kaptırmıştı. Bu savaş ile birlikte Mısır’da Arap milliyetçiliğine dayalı Nasırcılık can çekişmeye başlamış ve Nasır’ın ölümü ile birlikte ordunun başına gelen Sedat İsrail ile anlaşmayı tercih etmişti.

İsrail’in 1948 yılındaki kuruluşu ile birlikte Arapların liderliğine giden yol Filistin davasının sahipliğinden ve bu davanın önündeki en büyük engel olan İsrail karşıtlığından geçiyordu. Arap milliyetçiliği asabiyesini İsrail karşıtlığından alıyordu. Mısır Nasırcılığı terk ediyor, Sovyetlerden uzaklaşıyor yönünü Batı sistemine çeviriyordu. Artık Batı sistemi yörüngesine kapak atmış ve bu sistemin bölgedeki koçbaşlığını yapan İsrail ile düşmanlığına son vermiş bir Mısır vardı. Geçmişte Arap milliyetçiliğinin liderliğini yaptığı için batı uydusu körfez monarşileri ile yaşadığı sorunlar da ortadan kalkıyordu. İsrail ilk defa bir Arap ülkesine varlığını yaptığı 1979 anlaşmaları ile kabul ettirmişti. Bu tarihe kadar hiçbir Arap ülkesi İsrail’in varlığını meşru kabul etmemiş bu devleti korsan bir devlet saymıştı. Mısır, Sina yarımadasındaki İsrail işgali altındaki toprakların iadesi karşılığında Arap sokağındaki İsrail karşıtı hissiyattan uzaklaşıyor batı sisteminin bir uydusuna dönüşüyordu.

Tam bu esnada, yani İsrail ile Mısır arasında Amerika’n devlet başkanı Carter aracılıyla Camp David görüşmeleri yapılır, iki ülke masaya otururken, 19.yüzyıl sonlarından başlayarak özgün medeniyet temellerinden uzaklaştırılmak suretiyle Batının o dönemdeki egemen emperyalist gücü Britanya’nın işgaline uğrayan İran’da, gerçek bir devrim gerçekleşiyor batı yanlısı Şah ile ailesi ilk önce Mısır’a sığınıyordu. Britanya açısından uzun bir süre için asıl önemli yer Hindistan’dı. Önce Çarlığın sonra Sovyetik düzenin her ne olursa olsun Hint alt kıtasına ulaşmasına engel olunmalıydı. Ayrıca petrolün bulunması ve bu enerji türünün modern sanayi uygarlığının kalbine yerleşmesi adeta fosil yakıtları üzerine kurulmuş bir ülke olan İran’ı kendi başına da değerli hale getiriyordu.

Ancak Şahlık sahte bir Pers milliyetçiliği yapıyor olsa da önce Britanya’nın, ikinci paylaşım savaşı sonrasında dünya hegemonu haline gelen ABD’nin uydusu olmaktan kurtulamayacaktı. Şah rejimi bölgede Batının uyduluğunu yaptığı için halk kitlelerinden kopuyor, milliyetçi eleştiriler karşısında zayıf düşüyordu. Bunun sonucu olarak 1953 yılında iktidara gelen Musaddık petrolü millileştirip batı çıkarlarına meydan okumaya başlayınca bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılacak ve Pers milliyetçiliğine fırsat verilmeyecekti.

Mollalar içinde en yüksek statüyü temsil eden Ayetullah’lar zümresi içinden uzun süre sonra ilk defa Humeyni sokağın sesine kulak kabartacak ve Şiiliğin yorum tekelini elinde tutan mollaları halk hareketi ile etkileşime sokacaktı. İlk defa bir Ayetullah geleneksel rolünün dışına çıkıyor ve halk katlarında hissedilen yaygın hoşnutsuzlukların tahrikçisi rolüne soyunuyordu. Humeyni ülkeden uzaklaştırıldı ve sürgüne gönderildi. Önce Türkiye’de bir süre Bursa’da ikamete mecbur kılındı sonra çok daha uzun süre kalacağı Şiiliğin kutsal mekânı sayılan Necef’e gitti. Humeyni’nin bu çıkışı kendine karizma kazandırdığı gibi mollaları kabuğundan çıkarıp siyasallaştırdı. Uzmanlık alanları fıkıh olan mollalar geleneksel bilgilerini halkı harekete geçirmek için kullanmaya başladı. Ama İran devrimi tek başına mollaların eseri değildi. Mollalar siyasal muhalefet içinde önemli bir damarı temsil etmekle birlikte her büyük devrimde olduğu gibi 1979 İran devriminde de çeşitlilik hakimdi. Komünistlerden liberallere kadar bir çeşitlilik vardı ve devrimi asıl gerçekleştiren güç örgütlü yapısı ile işçilerdi. İran ekonomisinin bugün olduğu gibi o zaman da ana dayanağı petrol ve türevi sektörlerdi ve işçilerin genel grevi rejime darbeyi vuran asıl güçtü.

Ama İran devrimi de başka devrimler gibi sonradan çalınan bir devrime dönüştü. Devrimin gerçek bileşimi ile devrimin üzerine konan güç arasında ciddi bir farklılık vardı. Mollalar asıl olarak Bazaar denilen Tahran çarşısında örgütlüydüler. Esnaflığın sınıfsal doğası ile Mollaların Şiiliğin yorumu üzerindeki tekeli bu iki gücü yakınlaştırıyor ve etkili hale getiriyordu. İran’da yaşanılan gerçek bir devrimdi ve bir devrim, ancak üretimden gelen güç harekete geçirildiğinde sonuca ulaşabilirdi. İşçilerin üretimden gelen gücü hayatı felç etmeseydi devrim başarıya ulaşamazdı. Michel Foucault gibi devrimden büyülenen Batılı düşünürler kitleleri harekete geçiren ideolojik motivasyonlara ilgilerini yönelttiğinden bu gerçeği es geçmişlerdi. Şiilik tarihsel olarak halifeliğin gaspı üzerine bir söylem olarak ortaya çıkmış ve kurtarıcı İmam düşüncesi etrafında biçimlenmiş ve Arap fetihçiliği karşısında ise geleneksel Pers milliyetçiliğinin hassasiyetlerine sahip çıkmıştı. Modernlik ile karşılaşma sömürgecilik deneyimi üzerine geldiğinden ve mollalar geleneksel iktidarlarını korumak için modernite eleştirisini yükselttiğinden halk sınıfları içindeki etkileri güçlüydü. Batı uydusu bir rejim haline gelen Şahlık bu türden eleştiriler karşısında zayıf ve kırılgandı.

Devrim içinde şahlık rejiminin temsil ettiği modernliğe gerçek alternatifler vardı. Halkın mücahitleri ve komünistler hem şahın sömürgeci modernitesine hem de gücünü geleneksel orta sınıflardan alan mollaların gerici koalisyonuna alternatif olarak ortaya çıkmışlardı, ama devrim mollalar tarafından çalınacak ve batı aleyhtarlığı körüklenecek ve bir süre sonra başlayan Irak savaşı ile birlikte Pers milliyetçiliği yeniden canlandırılacaktı. Batı ile karşı karşıya gelen Mollalar ayakta kalabilmek için devrim ihracına gidecek ve İran devrimi ile radikalleşen İslamcılar ile bölgedeki Şii azınlıklar İran devlet aklının yönlendirmesine açık hale gelecekti.

Batı bölgedeki en önemli müttefikini kaybetmişti. İran’ın kaybı hiç kuşkusuz Afganistan’ın Sovyet etki sahasına girmesinden daha büyük zararlar doğuracaktı. Arap milliyetçiliği Baascılık daha Sovyetler çökmeden kan kaybetmeye başlarken Filistin davası sahipsiz kalacaktı. Suriye’nin varlığı tek başına yeterli değildi. Mısır düştükten sonra Suriye, ancak İran’la beraber batı kuşatmasına karşı koyabilirdi. Irak ve en sonunda Suriye’nin düşmesi ile birlikte İran’ın savunma stratejisi topallamaya başlamıştı. Çünkü bu strateji de bir yaşam sahası doktrinine dayanıyordu. Batının bölgedeki uydusu haline getirilmiş ve petrodolarlar ile dünya kapitalizmi ile bütünleşip onun bölgedeki asıl temsilcisi İsrail ile bir ortakyaşarlığı kabullenmiş Arap denizinde Mollalar rejimi, ancak savunmasını ülke dışında kurduğunda ayakta kalabilirdi.

Geriye dönüp bakıldığında Hamas saldırıları sonrasında başlayan süreç bütün birikmiş çelişkileri harekete geçirdi. Dünya zaten bir hegemonya savaşları içine girmişti. 2008 yılında ABD’de yaşanılan kriz kapitalizmin hegemonik gücü ABD’nin bütün yapısal yetersizliklerini açığa çıkarmıştı. Bu gücün gerileyişinin önüne geçilebilmesi için bölgesel müdahalelere ihtiyaç vardı. Önü alınmaz ise o güne kadar ABD’nin geleneksel müttefiki olan güçler ya bağımsızlaşmaya başlar ya da ittifak değiştirirlerdi. ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsü yeni bir hegemonya savaşları dönemini başlattı.

Ukrayna savaşında İngiliz aklı devreye konuldu. Zelenski Trump’tan yediği azarı, ancak Londra’ya gittiğinde hafifletebildi. Aynı şey Ortadoğu’da İsrail aracılığıyla yapılıyor. Amaç İsrail’i bölgenin hegemonik gücü haline getirmek. İran bunun önündeki en büyük engeldi ve şimdi bu gerçeği kabulleninceye kadar savaş devam edecek. 100 yıl önce İngilizler tarafından bölgeye yapılan tasarım eskidi ve miadını doldurdu. Kapitalizm biriktirdiği çelişkilerini savaş olmadan çözme kabiliyetine sahip değil. Yeni bir tasarım ise ancak savaşlar aracılığıyla mümkün olabiliyor.

ABD, İngiliz ve İsrail hegemonyasının devamı için bölgenin liderliğinin İsrail’e teslimi ve İran’ın tümüyle devreden çıkarılması veya Mısır örneğinde olduğu gibi bunu kabullenmesi dayatılıyor. Bölgedeki bütün ülkelerin özgün iddialarından vazgeçmesi ve koşulsuz biçimde İsrail’in liderliğini kabullenmesi isteniyor. İsrail’in bölgede batının yegâne dostu ve çıkarlarını teslim ettiği bir güç olması ve diğer ülkelerinde buna göre muhatap alınacağı bir tasarım üzerinde çalışılıyor. Kapitalizminin geldiği düzey itibarı ile bölgesel hevesler peşinde koşan Türkiye için de bu durum gerçek bir tehdit. Ya İsrail’in vasalitesini kabullenecek ya da süreci ilerleterek Kürtlerin güvenini kazanıp bu boyunduruğu kıracak. Başka bir alternatif yok.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar