1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Rus Marksizmi Üzerine Bazı Gözlemler (5)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Rus Marksizmi Üzerine Bazı Gözlemler (5)

A+A-

Moskova duruşmaları 1938’de sona erdiğinde Bolşevik geleneğin üzerine son ölü toprağı da atılmıştı. Devrimi gerçekleştiren merkez komitesi üyelerinin dahi uluslararası bir komplonun parçası olduğu ileri sürülüyordu. Ömürlerinin önemli bölümünü Çarlığı bir devrimle ortadan kaldırmak için sürgünde, hapiste ve yer altında geçirmiş insanların işçi devletini ortadan kaldırmak için ajan provokatörlük yaptığı iddia ediliyordu. Bu kişilerin önemli bir bölümü daha yakın bir tarihe kadar Stalin’le beraber çalışmışlar ve yakın işbirliği içinde bulunmuşlardı. Ağır işkencelere, tecride maruz bırakılarak bazılarının bu asılsız iddiaları kabullenmesi bile sağlanmıştı. Buharin’in açıklamaları, itirafları yürek burkan cinstendi. Burjuvazi karşısında, Çarın zorbalığı altında her güçlüğe kahramanca dayanan bu insanlar kendi kurdukları bir işçi devleti karşısında en aşağılık suçlamalara maruz bırakılıyordu. Devrimi yapmış bir partinin merkez komitesinin neredeyse tamamı bu suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Çok az bir kısmı eceliyle can verdi. 

Moskova duruşmaları sosyalizmin tarihine kara bir leke olarak geçti. Dünya büyük bir savaşa doğru giderken bu kara lekeye maalesef güçlü bir tepki verilemedi. Çünkü dünya sosyalist kamuoyu büyük ölçüde Stalin’in ve bürokrasisinin açık çarpıtmalarını, dezenformasyonunu gerçek diye kabullendi. Sovyetlerde de-stalinizasyonun başlamasıyla birlikte sis perdesi ancak biraz olsun aralanmaya başlayabildi. Bir kısım insanın itibarı iade edildi. Buharin gibilerin itibarının iadesi içinse Sovyet düzeninin yıkılmasını ve güçlü uluslararası kampanyaları beklemek gerekecekti. Bolşevik önderlik içinden geleneği temsil eden sadece Trostkiy ve bir avuç insan kalmıştı. Stalin’in etrafındaki kadronun büyük bölümü parti saflarına devrimden sonra katılmıştı. Bu nedenlerle Bolşevik tartışma adabından ve kültüründen uzaktılar. 

Bolşevik kültürün ve klasik Marksist geleneğin yeni kuşaklara aktarımı sorumluluğu Trostkiy’in omuzlarına yüklenmişti. Lukacs örneğinde olduğu gibi önemli isimlerden bazıları faşizme karşı mücadeleye ‘giriş bileti’ alabilmek için Stalin’le uzlaşmak zorunda kaldılar. Lukacs içlerindeki en trajik örneklerden biridir sadece. 20’lerin sonlarına doğru ‘Blumm Tezlerini’ yazdığı için aforoz edilmişti. Çünkü bu tezler Stalin’in sol sekter üçüncü dönem politikaları ile çelişiyordu. Stalin Komintern aracılığıyla sınıfa karşı sınıf politikasını önerirken Lukacs tezlerinde ‘demokratik diktatörlüğü’ savunuyordu. Burjuvazinin demokratik unsurları ile ittifaktan yana tavır alıyordu. 30’ların başında Avrupa’yı etkisine alan faşizm nedeniyle Sovyet ülkesine sığınmak zorunda kalan Lukacs ancak yeni bir özeleştiri ile bahsettiği bileti alabilmişti. 

Lukacs ikinci savaş sona erip ülkesi Macaristan’a dönünceye kadar doğrudan politik konulara hiç girmedi. Halbuki büyük bir Hegel uzmanı ve yirminci yüzyılın en büyük Marksist filozofu kabul edilmesi gereken Lukacs strateji ve taktik meselelerinde de yetenekli biriydi. Sovyet ülkesinde bulunduğu yirmi yıllık zaman zarfında ağırlıklı olarak edebiyat ve felsefe çalışmalarına kendini vermek zorunda kalacaktı. 30’ların başından itibaren Sovyet ülkesinde her tartışmada son sözü Stalin söylemeye başlamıştı. Yaratıcı faaliyet tümüyle durma noktasına gelmişti. Her hangi bir konuda söz alabilmek için mutlaka Stalin’e bir atıf yapmak ve onun bu konuda da bir otorite olduğunu teyit etmek gerekiyordu. Lukacs bile bu konuda bir aykırılık oluşturamazdı. Lucaks büyük yapıtı ‘Genç Hegel’i bu yıllarda yazdı. Bu yapıt Hegel üzerine yaklaşık sekiz yüz sayfalık parlak bir incelemedir. Kitabın tamamı Türkçeye çevrilmedi, ama uzunca bir bölümü felsefe dergisi Baykuş’da yayınlandı. Bir diyalektik ve Hegel ustası olan Lukacs dahi kitabında Stalin’in ‘Diyalektik ve Tarihi Materyalizm’ çalışmasına atıf yapar. Risale bile denemeyecek, ancak orta uzunlukta bir makale sayılabilecek bu çalışmada Stalin sentetik bir biçimde diyalektik materyalizm ve tarihi materyalizm dediği şeylerin bir açıklamasını sunar. 

Lukacs’ın yaptığını çok sınırlı Marksist çevreler dışında herkes yapmak zorunda kalmıştı. Sovyet ülkesini koruma ve ayakta tutma zorunluluğu bu ülkenin başındaki kişiyi her konuda bir otorite kabul etmeyle sonuçlanmıştı. Bir kısmı samimi biçimde devrime duydukları içten bir saygı ile bunu yaparken çoğunluk artık Komintern’de tek söz sahibi haline gelmiş Sovyet Komünist Partisine karşı hissetikleri bürokratik bağlılığın sonucunda böyle davranıyordu. Davranmayanların akıbeti diğerlerine ders olmuştu. Büyük Marksist tarihçi İsaac Deustcher’in de üyesi olduğu Polanya Kominist Partisi merkez komitesinin neredeyse tamamı bu nedenle ortadan kaldırılmıştır. Bu partinin kurucularından biri de Roza Luxemburg’dur. Bu hatırlatmayı da yapalım. 

30’ların başı aynı zamanda Marx’ın sağılığında yayınlanmayan yapıtlarının da gün yüzüne çıktığı bir dönemdi. Sovyetler Birliği Komünist Partisi merkez komitesine bağlı Marx-Engels Enstitüsü kurucusu ve müdürü Riyazanov aracılığıyla ikilinin tüm arşivini Moskova’ya getirmişti. Lukacs’da enstitünün felsefe bölümünde araştırmacı olarak çalışıyordu. Uzun yıllar süren çalışmalar sonuç verdi ve Marx’ın iki gençlik çalışması gün yüzüne çıkıp çok dar bir çevrenin incelemesine sunuldu. İlki Marx’ın 1844 yılında aldığı notlardan oluşan felsefe defterleriydi. Marx burada ağırlıklı olarak yabancılaşmayı ve insanın doğayla ilişkisini incelemişti. Diğeri Engels’le beraber Paris’de birlikte kaleme aldıkları, ancak yayınlamayı düşündükleri halde bir türlü kitaplaştıramadıkları Alman İdeolojisi isimli çalışmaydı. Bu çalışmayla Marx ilk defa tıpkı yeni bir kıta keşfeden kaşifler gibi yeni bir kuramsal kıtayı keşfediyordu. Bu tarihsel materyalizmdi. Maddeci düşünce ilk defa tarihe uygulanıyor ve insanlık tarihinin maddeci bir izahı yapılıyordu. Ayrıca ‘hakiki sosyalistler’ diyerek alay ettikleri sol Hegelci dostlarına nihai bir darbe indirerek onlardan kopuşlarını gerçekleştiriyorlardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar