Savaşın gidişatına dair bir ara değerlendirme
1-Trump’ın İran’a masaya oturmak için verdiği iki haftalık sürenin daha başlangıcında ABD savaşa dâhil oldu. ABD B-52 savaş uçakları üzerlerinde taşıdıkları sığınak delici bombalar olan GBU-57’ler ile İran’ın bir dağın içine gizlendiği söylenilen Fordo nükleer tesislerini vurdu. Saldırı bununla sınırlı kalmayarak ABD denizaltılarından gönderilen 20 Tomahawk seyir füzesiyle Natanz ile Isfahan’daki nükleer tesislerde vuruldu. Dolayısıyla savaş ABD’nin dâhil olmasıyla İsrail ile İran arasındaki bir savaş olmaktan çıktı. Alman Şansölyesi Merz küstahça bir açık sözlülükle İsrail’in ‘batının pis işlerini yapan bir ülke’ olduğunu söyleyerek savaşın aslında İran ile tüm batılı emperyalistler arasında geçtiği iddialarını doğrulamıştı. İsrail batının açık desteğini almaksızın böyle bir savaşa giremezdi. İsrail’e verilen destek yalnızca batılı ülkelerle de sınırlı değil. Rusya ve Çin’i bir yana bırakacak olursak herkes İsrail’e destek veriyor. Rusya ve Çin ise yalnızca gelişmeleri izlemekle yetiniyor.
2-İsrail’i kınar gibi gözüken ülkeler İsrail’e destek vermekte adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Bugün İsrail ile ilişkileri en yüksek seviyedeki ülkelerden biri olan Azerbaycan bu ülkeye petrol gönderiyor. Gönderilen petrol Türkiye topraklarındaki boru hatlarından taşınıyor ve Türkiye İsrail’i kamuoyuna düşman gibi gösterirken, İsrail’e toprakları üzerinden taşınan petrolün vanalarını kapatmıyor. İran’ı izlemek için kurulan Kürecik radar üssünden elde edilen bilgiler NATO aracılığıyla İsrail’e servis edilirken akıllara üssün kapatılması gelmiyor. Yine Türkiye doğrudan ticari faaliyetleri sona erdirdiğini söylese de üçüncü ülkeler üzerinden İsrail’e ihtiyaç duyduğu malı satmaya devam ediyor. Azerbaycan ile İsrail arasındaki ilişkiler o kadar yoğunki Suriye’de Türkiye’ye tahsis edileceği iddia edilen üsleri vuran İsrail ile Türkiye arasındaki teknik askeri müzakerelere Azerbaycan ev sahipliği yapıyor.
3-İsrail Irak, Suriye ve Ürdün’ün hava sahalarını dilediği gibi kullanabiliyor. İsrail İran’a karşı savaş hazırlıklarına yıllarca önce başlamıştı ve şimdi bunun meyvelerini topluyor. Suriye’deki rejim değişikliği ile birlikte İsrail bu ülkenin tüm hava savunma gücünü yok etmişti. Havaalanlarını, üslerini, pistlerini ve tüm savaş uçaklarını yok ederek Suriye’nin hava sahasını delik deşik etmişti. Şimdi Suriye semalarını diledikleri gibi kullanabiliyorlar. Irak üçe bölündüğü için merkezi iktidarın ülke topraklarındaki egemenliği kâğıt üzerindeydi. Nüfusunun %65’i Şii olmasına karşılık İran’ın bombalanması karşısında Irak’ta gıkını çıkartamıyor. Irak’ın başında bir Şii başbakan olmasına ve Irak milis ordusu Haşd-i Şaabi’nin kuruluşunda İran devrim muhafızlarının imzası olmasına karşılık bu güçlerde olanı biteni izlemekle yetiniyor. İsrail Irak hava sahasını da istediği gibi kullanıyor ve bu konuda en küçük bir sıkıntıyla karşılaşmıyor.
4-Körfez ülkeleri ile beraber bütün Arap ülkeleri İran’ın vurulmasından memnun görünüyor. Ellerindeki bütün imkânları ABD aracılığıyla İsrail’in hizmetine sunduklarından emin olabiliriz. Her birinde ABD ve İngiliz üsleri mevcut zaten. Hem istihbarat desteği veriyorlardır hem de ülke topraklarındaki üslerden İran’a yönelik uçuşlara seslerini çıkartmıyorlardır. Çünkü bu ülkeler için İran İsrail’den daha tehlikeli bir düşmandı. İran’ın bölge ölçeğinde hayata geçirdiği Şii asabiyesi ile Filistin meselesindeki sahiplenici tavrı bu ülkelerin çıkarları ile bağdaşmıyordu. İran önlerindeki büyük tehditlerden ilkiydi. İran’ın bölgesel liderlik heveslerinin kırılması ve büyük bir iç karışıklık içine sürüklenmesi en çok körfez monarşilerini memnun edecektir. Böylece büyük bir tehditten ve düşmandan kurtulmuş olacaklar. İsrail’in bölgenin yeni hegemonik gücü olarak ortaya çıkması onları rahatsız etmeyecektir. Filistin meselesini hiçbir zaman samimi olarak sahiplenmedikleri gibi İsrail’in varlığını da bugüne kadar esaslı bir biçimde sorun etmemişlerdi. Hatta İbrahimi anlaşmaları ile İsrail’i tanımaya başlamışlardı.
5-İsrail’in İran saldırısının yalnızca bölgesel boyutları yok. Bu saldırıyı dünyanın gidişatından bağımsız biçimde değerlendirebilmek mümkün değil. Bütün jeo-strateji düşünürleri geniş Avrasya’yı dünyanın kalpgahı olarak nitelendirmişti ve dünya hâkimiyetine giden yolun buradan geçtiğini söylemişlerdi. İran bu coğrafyanın merkezinde olan ve büyük bir uygarlık birikimine sahip bulunan bir ülkedir. İran’ın dünya siyasetinde hangi tarafa yakın durduğu stratejik önemdedir. Üç yüz yıl dünyayı hâkimiyetleri altında tutan Britanyalılar İran’ı önce Hindistan’ın güvenliği ve Rusların güneye inmesini engellemek için önemsemişler ve 20.yüzyılın başında İran petrolünün farkına varılmasıyla birlikte İran ülkesi daha bir değer kazanmıştır. Bulunduğu coğrafi konum ve sahip olduğu petrol ve doğal gaz rezervleri ile birlikte İran dünya hâkimiyeti kavgasının öncelikli yerleri arasındadır. Bu ülkenin kime yakın ve kime karşı olacağı dünya tarihsel sonuçlar doğuracaktır.
6-Eğer ABD hegemonyası bir gerileme içinde ise ve bu yere en namzet ülke de Çin ise İran’ın kime yakın durduğu tarihi önemdedir. Mesele sadece İran’ın nükleer silah elde etmesinden ibaret olmayıp daha fazlasıdır. İran’ın önce nükleer silah elde etme kapasitesi yok edilir ve akabinde İran’da bir rejim değişikliği gerçekleşir ise hiç kuşkusuz batı emperyalizmi hegemonik ömrünü uzatacak ve Çin’e büyük zararlar verecektir. Çünkü Çin İran’ın en büyük petrol ithalatçılarından biri olduğu gibi küresel egemenliğe giden yolun lojistik hatlar ile tedarik zincirlerine giden yolların akışkanlığından geçtiğini düşünen ve bu amaca ulaşmak için tarihi İpek yolunu canlandırarak bir kuşak bir yol projesini hayata geçiren Çin için İran stratejik değerdedir. İran’ın bir rejim değişikliği ile saf değiştirmesi projeye belini doğrultamayacağı zarar verecek ve akamete uğratacaktır. Bunun engellenmesi Çin için büyük kayıplara yol açacaktır. Çünkü Çin küresel liderliğe giden yolun serbest ticaretten geçtiğine inanmakta ve daha bir süre bu strateji ile yol almayı planlamaktadır. Batı emperyalizmi ile erken bir kavgaya henüz hazır değildir.
7-Çin o nedenle savaş hakkında doğrudan konuşmamakta ve net bir tavır almamaktadır. Çin tıpkı Britanya imparatorluğunun 19.yüzyılda yaptığı gibi hegemonyaya giden yolun savaşlardan değil serbest ticaretten geçtiğine inanmakta ve savaşı değil ticareti savunmaktadır. Savaşın büyük kaynak israfına neden olduğunu bildiği için kaynaklarını savaşa değil serbest ticaret yoluyla dünyanın atölyesi olmaya ve halkının refahını yükseltmeye harcamak istemektedir. Çin tarih boyunca kendine yeten bir kıta ve uygarlık gibi davranmış savunma dışında bir savaşa katılmamıştır. Önce İngiliz sonra Japon işgaline uğramış ve bir köylü devrimi ile hem emperyalist işgalden kurtulmuş hem de bağımsızlığını elde etmiştir. Uygarlık birikimi ile devrimin sentezinden özgün bir kalkınma yolu elde etmiş ve inanılmaz büyüme rakamlarına ulaşmıştır. ABD ekonomisi uzun süredir Çin sayesinde ayakta durmakta ve tahvil ve borçlanma senetleri Çin tarafından alındıkça bu ülkeye daha bağımlı hale gelmektedir. Trump işte bu döngüyü kırmak için iktidara geldi. Ucuz emek başta olmak üzere diğer cazip gerekçelerle dışarı giden ABD sermayesini yeniden ülkeye döndürmek istediği gibi koruma duvarlarını yükselterek iç pazarı başta Çin olmak üzere güçlü ihracatçı ülkelere kapatmak ve özellikle değerli mineraller üzerinde tekel oluşturarak küresel liderliğini devam ettirmek istiyor.
8-Hegemonik güçlerin bir vadesi vardır. Hegemonik gücü en çok üretimden uzaklaşması ile savaşların yarattığı ağır maliyetler hırpalar. İngilizler iki dünya savaşı nedeniyle yorgun düşmüş ve liderliği Süveyş kanalı krizi ile birlikte ABD’ye devretmek zorunda kalmıştır. ABD gerileyen bir ekonomik güç lakin askeri olarak yanına kimsenin yaklaşamayacağı bir süper güçtür. Savunma bütçesi Çin’in 14 Rusya’nın 22 katıdır. ABD hiç şüphesiz rakipsiz bir finansal ve askeri güçtür. O nedenle Çin İran’daki gelişmeleri ihtiyatlı biçimde izliyor ve uzağında durmaya çalışıyor.
9-Tüm bu anlatılanlardan çıkan sonuç İsrail’in neredeyse tüm dünyayı yanına almış iken İran’ın stratejik müttefiklerinin desteğinden bile yoksun kaldığıdır. Bu nedenlerle İran’ın böylesi bir tecrit altında daha fazla direnmesinin koşulları yoktur. Ama savaşta askeri güçleri okumak ve oradan doğrusal sonuçlara gitmekte bir o kadar yanıltıcıdır. Savaş etkisini daha çok göstermeye başladıkça halklar devletlerinin söylediklerine kulak tıkamaya ve kendi yaşadıklarından sonuçlar çıkarmaya başlar. Başlangıçta savaş borularının etkisi altında kalan yığınlar savaştan bıkmaya ve savaş karşıtı söyleme yaklaşmaya başlar. Büyük devrimler ile savaşlar arasındaki yakınsama bununla ilgilidir. O nedenle İsrail ve batı emperyalizmi hızla sonuç almaya gitmek isteyecek ve İran’ı pes ettirerek masaya davet edecektir. İran’ın böylesi bir yalnızlık içinde uzun süre dayanabilmesi mümkün olamayacaktır. Çin ile Rusya’nın bu şartlar içinde İran’a istediği desteği verebilmesi zor görünüyor. Savaşın topyekûn bir dünya harbine dönüşmesinin herkes için bir kıyamet olacağını ise en başta savaşı çıkartanlar bilir. O nedenle İsrail ve bağlaşıkları amaçlarına ulaştıkları propagandası ile bir İran’ı masaya çağırıp yeni statükoyu artık kabullenmesi gerektiğini dayatabilirler.

