1. YAZARLAR

  2. Yaşar Erkmen

  3. Hüzün Ayı'nın 12'si
Yaşar Erkmen

Yaşar Erkmen

Hüzün Ayı'nın 12'si

A+A-

1980 yılı gençliğinin takıldığı kahve, Muharrem’in (Taka Muharrem) Kahvesiydi. Özellikle bahar ve yaz aylarında sandalyesini kapan, kahvenin karşısındaki ağaçların gölgesinde otururdu. Güzel havalarda kahvenin içinde oturmaktan sıkılırdık. Akşama doğru hortumu eline alan Muharrem abi, yolu bi güzel sulardı. Akşamları televizyon da dışarı çıkarılır, kahvenin önünden geçen yolun büyük bir kısmı işgal edilirdi. Arada bir gelen araçların geçmesi için yolu açmak zorunda kalırdık. Kahvenin adı, Muharrem’in Kahvesiydi ama Muharrem abi, sulama dışında hiçbir işe karışmaz, bütün işi Sırrı yapardı. Sırrı’nın peltek konuşması bize sempatik gelir, arada bir kendisine takılırdık. Sırrı kimseye kızmaz, işine bakardı. O, daha çok çayı nasıl satarımın derdindeydi.  
Oyun dışında konuştuğumuz iki konu vardı: spor ve siyaset. 12 Eylül’ün getirdiği korku iklimi siyaset konuşmayı ikinci plana itmişti. Herkeste bir tedirginlik vardı. Güzelim kitaplar ya bahçelerin bir köşesine gömülmüş ya da kaygılı babalar tarafından sobalarda yakılmıştı.
12 Eylül’ün kargaşasında henüz atanamadığım için köyün ortaokulunda ücretli öğretmen olarak Türkçe derslerine giriyordum. Sınıfta öğrencilere okuduğum masum bir şiirden dolayı neredeyse karakolluk olacaktım. İşlediğimiz metinle ilgili, savaşın kötülüğünü anlatan bir şiiri sınıfta okumuştum. Şiir masumdu ama şairi sakıncalıydı. Nâzım Hikmet’in “Kız Çocuğu” şiiri, o zamanlar tehlikeli bulunmuştu. Dönemin muhtarı sayesinde karakola düşmekten son anda kurtulmuştum. İhbarda bulunan kişi -her kimse- bugün ne düşünüyordur acaba? Amacına ulaşamadığına, vatanı kurtaramadığına(!) hâlâ yanıyor mudur?
Sonraki yıllarda Nâzım Hikmet’e en çok karşı çıkan anlı şanlı siyasi liderler bile kongrelerinde, mitinglerinde onun şiirlerini okumaya başladılar. Bir zamanlar “vatan haini” olarak gördükleri şair, birdenbire onların gözünde de büyük şair olmuştu nedense!..
Nâzım Hikmet, kendisine vatan haini diyenlere de şiiriyle ironik bir biçimde yanıt vermeyi ihmal etmemişti:
“vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması, topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Merak edenler için sınıfta okuduğum ve sakıncalı bulunan “Kız Çocuğu” şiirinden de kısaca söz edeyim:
2. Dünya Savaşında Japonya’nın Hiroşima kentine atom bombası atıldığında iki yaşında ve sağlıklı olan, ancak 12 yaşına geldiğinde birden hastalanan ve kan kanseri teşhisi konulan Sadako Sasaki’nin anısına, aşağıdaki “Kız Çocuğu” şiirini yazmıştı, Nazım Hikmet. Savaş karşıtı bu şiiri Zülfü Livaneli de bestelemiş ve daha geniş kesimlere duyurmuştu.
Dikkatle okuyalım, bakalım bu şiirin neresi sakıncalı ve tehlikeliymiş?
 
“Kapıları çalan benim, kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler.
 
Hiroşima’da öleli, oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
 
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
 
Benim sizden kendim için, hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki, kâğıt gibi yanan çocuk.
 
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.”

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.