Komisyon ve Kürtlüğün Serencamı
İşlevini büyük ölçüde kaybetmiş olsa da parlamento çatısı altında Kürt sorunu temel olmak üzere Türkiye'nin demokrasi sorunlarının konuşuluyor olması ileriye doğru atılmış önemli bir adımdır. Gelinen yer küçümsenerek asla hafife alınmamalı. Çok zaman kaybedildi, çok canlar verildi ve memleket bunun bedellerini çok ağır ödedi. Devlet Kürtlük yokturdan varlığı kabullenme ve kurduğu komisyon aracılığı ile tanıma aşamasına geldi. En azından 100 yıllık süre zarfında bu hesap kabaca Cumhuriyet ile eşdeğerdir, Kürtlük hep inkar edildi, varlığı kabullenilmedi ve Kürtlük adına yürütülen her faaliyet bölücülük olarak adlandırıldı. Kürtler ise kendilerinin bile farkına varamadıkları biçimde Türklüğün bir parçası sayıldı. Devlet sadece Kürtlere değil bu topraklarda yaşayan herkese bu söylemi kabul ettirebilmek için elinin altındaki tüm araçları seferber etti.
Kürtlük mücadeleden galip çıktı. En azından Kürtlüklerinden vazgeçmediler, vaz geçirilemediler. Dile kolay yalnızca bölücülükle suçlanmadılar. Bu suçlama ile zindanlara atılıp, sürgünlere giderek ülkelerini terk etmediler. Dillerini unutmaları, konuşmayıp öğrenmemeleri için nice yasakları gögüslemek zorunda kaldılar. Yaşlı analar cezaevlerinde çocukları ile bir kelime Kürtçe konuşamadıkları ve başka bir dilde bilmedikleri için gözleriyle iletişim kuruyorlardı. Aksi durum içerideki için sistematik işkence analar için jandarma dayağı ve horlanma demekti. Çok bilmişler Kürtçeyi dilden bile saymıyordu. Kürtçe orjinal bir dil olmayıp Türkçe ve Farsçanın karışımı eklektik bir dildi. Ne bir medeniyet diliydi ne de yazılı bir kültürü vardı. Halbuki dili standardize eden, lehçeler arasındaki farklılığı gideren egemen toprak parçası üzerinde örgütlenmiş devletti. Kürtler devlet olamadıkları için dillerini standardize edemiyor, başka dillerden kelime ithal ediyor ve lehçe farklılıklarını gideremiyorlardı. Eğer Kürtçe güçlü bir iletişim ve edebiyat dili olmasaydı hiç kuşkusuz varlığını sürdüremezdi.
Kültürün, dilin yaşatılması için gösterilen çabalar yasaklarla engellenip bölücülükle eşdeğer sayılınca Kürtlüğün yaşatılması siyasal dolayımlara ihtiyaç duydu. Hem Wilsoncu hem de Leninci tezler devredeydi. Bu tezlerin her ikisi de kendi kaderini tayin hakkına çıkıyordu. Ancak tezin her iki sahipleri açısından da Kürtlüğün buna hakkı yoktu. Çünkü Kürtlük emperyalizmin ve onların işbirlikçisi bölge devletlerinin müşterek çıkarları gereği bu haktan yoksun kılınmış ve nasıl yaşamak istedikleri bile kendilerine sorulmayarak tarihsel coğrafyaları parçalanmış ve farklı ulus devlet sınırlarına dağılmak zorunda kalmışlardı. Coğrafi bütünlüğü parçalanan, yapay sınırlara mahkum edilen, her başlarını kaldırdıklarında bölge devletlerinin ortak iradesiyle başları ezilen Kürtlük zaman zaman neredeyse yok oluşun eşiğine kadar geldi.
Ancak dağlar ve toplumsal üretim biçimi olarak aşiretçilik Kürtlüğü ayakta tuttu, inkar ve asimilasyon aşısının panzehiri oldu. Kürtlük varolmak için doğal bir meşru müdafaa biçimi olan isyana kalkıştığında isyanı beğenilmedi, gericilikle suçlanıp değersizleştirildi. Kürtlük özellikle Kuzey Kürtlüğü son isyanını bu defa bambaşka kalıp ve biçimlerde örgütledi. Geleneksel isyan biçimlerine geleneksel Kürt sınıfları liderlik ederken son isyana modern bir hareket liderlik yapacaktı. PKK'yi kuranlar yoksul Kürt köylülüğünün okuma yazma fırsatı yakalamış çocuklarıydı. Hem içinden geldikleri sınıfın öfkesini taşıyorlardı hem de şiddet dışında bir çıkışa inanmıyorlardı. Kürtlüğün her türlü temsilinin yasaklanması, dilin dahi inkar edilmesi, her faaliyetin bölücülükle eşdeğer sayılarak en ağır yaptırımlarla karşılaşması, devletin belleğinde devlete karşı işlenmiş en ağır suçun Kürtlük olması son isyanı hepsinden daha fazla etkili ve kapsamlı hale getirdi.
Ama Türkiye herhangi bir ülke değil NATO'ya üye ve bir milyonluk ordusu ile paktın ikinci büyük ordusuna sahipti. Türkiye jeopolitik, jeostratejik özelllikleri ve kapitalizminin gelişmişlik düzeyi ile bölgenin en ileri ülkesiydi. Son isyanın başka her hangi bir yerde değilde burada çıkması bu özelliklerin bir sonucuydu. Kürtlüğün kuzey hariç diğer yerlerindeki isyanlar aşiret ölçeğini aşamaz iken kuzeydekinin en moderni olması bu bileşimin doğal bir uzantısıydı. İsyan bir süre kurtarılmış bölgeler bile oluştursa, halk serhıldanları kentlerde devlet otoritesini zaafa uğratsa, bölgede yer yer ikili iktidar hali gündeme gelse de isyanın askeri olarak kazanması koşullar gereği mümkün değildi. Savaşın uzun tarihinin büyük bölümü taraflar açısından bir tekrar ve kısırdöngüydü. Askeri tabirle bir pata durumuydu. Devlet alan hakimiyetini sağlasa, çöktürme planları ile şehirleri yakıp yıkarak kontrolü ele geçirsede Kürtlük isyan sayesinde bir kimlik, karakter edinmişti. İnkar ve asimilasyon ebedi olarak sonuçsuz kalmış, Kürtlük askeri hedeflerine ulaşamamış, ama isyan ile eğitilmiş bir halk gerçeği ortaya çıkmıştı.
Taraflar ya bu gerçeği kabullenecekler yani devlet Kürtlüğü artık tarihe gömemiyeceğini idrak edecek, isyanın örgütleyicileri ise askeri olarak muzaffer olamayacaklarını, aksinin kendini tekrar ve bunun da hedefsizlik, politikasızlık ve en nihayetinde bir çıkmaz yol olduğunu kabullenecekti. Yüzyıl sonra Türkler ile Kürtler ilişkilerini nasıl devam ettireceklerine dair bir karar anına yaklaşmış bulunuyorlar. 100 yıldan önce ilk mecliste Türklük ve Kürtlük stratejik bir ittifaka gitmeyi kabullenmiş ve kaderlerini ortaklaştırmaya karar vermişti. Türkler milli mücadelenin zaferinin üzerine konarak Kürtlüğü masadan uzaklaştırmış ve bu yüzyıl Kürtlüğün isyanlarına sahne olmuş ve en sonuncusu 41 yılı devirmişti. Dileyelim kurulan masa bu tarihsel bilgiye değer verir, tarihten ders çıkartır ve ancak bir asır sonra gelen böyle bir fırsatı heba etmez.

