1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Milli İradecilik el değiştirirken (5)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Milli İradecilik el değiştirirken (5)

A+A-

Yazı dizisinin sonuna geldik. Söyleyeceklerimizi söyleyebilmek için araya bir hayli dolayımlar yerleştirdikten sonra yazının güncel kısmına en sonunda varabildik. ‘Milli İradecilik El Değiştirirken’ derken kastımız AKP’nin artık milli iradecilik bayrağını özgüvenli biçimde yükseltemeyeceği ve bu bayrağı artık CHP’ye kaptırdığı idi. AKP 50+1 alanının her şeyi aldığı çoğunlukçu sistemde milli iradeyi artık kolayca elde edemeyeceğinin farkına varmış görünüyor. Bu farkındalık nedeniyle rejim içerisinde tümüyle ele geçirdiği ve koşulsuz bir biçimde kendisine bağladığı yargı aracılığıyla siyaset alanını ihtiyaçlarına göre dizayn ediyor ve alternatif gördüğü siyasileri tasfiye ederek oyun dışında bırakmaya çalışıyor. AKP dürüst, güvenilir, adil seçimlerle bir daha çoğunluğu alamayacağını, ancak oyunun kurallarını değiştirerek, rakiplerini kendi kurduğu oyuna, ama gönüllü, ama gönülsüz ikna ederek çoğunluğu yani milli iradeyi arkasına alacağını düşündüğünden seçimlere girmeden çok önce siyasi zemini kendisi açısından en uygun koşullara hazır hale getirmeye çalışıyor.

AKP Başkancı Rejimi hayata geçirirken Türkiye’deki klasik sağ-sol dengelerini düşünerek girdiği her seçimi kazanacağına inanıyordu. Çoğunlukçu sistem hesap edildiğinde AKP varsayımlarında haklı görünüyordu. Rejim, kazananın her şeyi kazandığı ve kaybedenin tümüyle kaybettiği bir şekilde kurgulanmıştı. Rejim içerisinde kazananı sınırlayacak hiçbir mekanizma kalmamıştı. Denge ve denetleme mekanizmaları tümüyle ortadan kaldırıldığı gibi yasamayı sembolik bir konuma iten yeni rejim mimarisi yargıyı da tamamıyla yürütmenin emrine amade bir hale getirmişti. Türkiye sağı bürokrasinin fren mekanizmalarını güçlü iktidarlarının önünde hep bir engel olarak görmüş ve bundan kurtulmayı hayal etmişti. Milli irade ile iktidarları arasına hiçbir güç girmemeliydi. Bürokrasi kırtasiyecilikle, hantallıkla ve milli iradeyi temsil eden iktidarlar karşısında kendi özgül çıkarlarını terk etmemekle suçlanıyordu. Aslında sağ iktidarların derdi bürokrasinin kendisiyle değil daha özgülünde bürokrasiye yerleşmiş Kemalist ve sol güçlerleydi. Yoksa kendi hizmetlerinde olacak bir bürokrasiye ontolojik olarak karşı değillerdi.

2017 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri bir referandum olmaktan çıkmış bir plebisit havası kazanmıştı. Şeklen Anayasa değişiklikleri oylandığı için halkın önüne getirilen teklif referandum olarak sunuluyordu, ancak 15 Temmuz’un yarattığı olağanüstü koşullarda referanduma gidildiğinden aslında oylanan Anayasa değişikliklerinin ötesinde darbenin yarattığı süreçti. Devlet aygıtı kararlı biçimde değişikliklerin ardında duruyor ve bir sürprize meydan vermemek için tüm önlemleri alıyordu. 17 Nisan 2017 tarihli referandumda herkes getirilen değişikliklerin reddedileceğini umarken oyunun kuralları son dakika da değiştiriliyor ve mühürsüz zarf ve pusulalar bir oldubitti ile geçerli sayılıyordu. O güne kadar seçim güvenliği ve seçimlere şaibe karışmasını engelleyebilmek için oy pusulaları ve zarflarında YSK onaylı mühürler aranırken, son dakika değişikliği ile mühürsüz zarf ve pusulalar geçerli sayılıyor ve oyların denetimi ve kontrolü ortadan kaldırılıyordu. CHP son dakika yapılan değişikliğin seçimlere şaibe karıştığının güçlü bir işareti olmasına karşılık gelişmeleri sessizlikle karşılıyor ve rejimin değişmesine sesini çıkartamıyordu.

Değişiklikler öncesinde Erdoğan halkın 5 yılda bir oy kullanmak suretiyle kendini yönetecekleri seçeceğini ve 5 yıl sonra önüne tekrar sandık geldiğinde iktidarın karnesini vererek tamam veya devam diyeceğini söylüyordu. Erdoğan asıl denetimi halk yapacak diyerek arada geçen sürede iktidarın elini tümüyle serbest bırakıyordu. Başkancı rejimde halktan onay alındıktan sonra iktidarı denetleyecek başka kurumlara ihtiyaç kalmıyordu. Ülke kararnameler ile yönetildiğinden ve Cumhurbaşkanı’nın ülkenin idari yapısını bile değiştirebilecek kararnameleri çıkarma yetkisi varken bir zamanlar egemenliğin yegâne makamı sayılan TBMM rejim içindeki ağırlığını yitiriyor ve sadece bir onay makamı haline getiriliyordu. Her ne kadar değişen sistemin yeni adı anayasaya göre ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ olsa da hükümet meclisten güvenoyu almadığından ve bakanlar meclis tarafından seçilip gensoru ile düşürülemediğinden aslında sistem de facto bir Başkancı sistemdi. Üstelik hiçbir denge ve denetleme mekanizmasının olmadığı bir Başkancı sistemdi ve dünya üzerinde bir başka örneğine rastlayabilmek mümkün değildi.

Demokrasiler kazananın yönettiği kaybedenin ise seçim sonuçlarını kabullenip daha çok çalışarak iktidar olmak için sırasını beklediği rejimlerdir. Demokrasilerde iktidarlar dürüst, güvenilir ve adil seçimlerin neticesinde el değiştirir. İktidarlar seçimlere müdahale etmez, şaibe karıştırmaz. Ancak eksik veya düşük yoğunluklu demokrasilerde iktidarların ömürleri uzadıkça bürokrasi dönüşmeye, iktidarın hizmetine girmeye kısaca partizanlaşmaya başlar. Giderek devlet ile iktidar partisi arasındaki mesafe kapanmaya ve devlet ile iktidar partisi iççice geçmeye başlar. Eğer uzun soluklu iktidar var olan rejimin yapısını değiştirmeye ve kendi ideolojisine uygun bir rejim inşasına karar vermişse iktidarı normal, olağan yollardan bırakması da o kadar zorlaşır, güçleşir. İktidarı bırakmamak için oyunun kuralları değiştirilir, keyfi kurallar ihdas edilir, yargı iktidarın bir aparatı haline getirilir ve iktidarı tehdit ettiği varsayılan siyasiler gayrimeşru yollarla tasfiye edilerek oyun dışına itilir.

AKP iktidarı şu son paragrafta anlattığımız her yolu denemeye ve iktidarını normal yollardan bırakmamaya karar vermiş görünüyor. Bunun miladı olarak ise 19 Mart darbesini kerteriz olarak alabiliriz. CHP’nin kendi iç çelişkileri nedeniyle direnemeyeceği, halkın ise kayıtsızlıkla geçiştireceği ve ekonominin ise kısa bir şok sonrası toparlanacağı hesap edilen ve yargı marifetiyle hayata geçirilen darbe halkın direnişi ile karşılaşınca sert bir kayaya tosladığını anladı. 19 Mart darbesi sonrasında AKP’nin elindeki milli irade bayrağı el değiştirdi ve CHP’nin eline geçti. Çünkü halk bu darbe ile en tabii hakkı olan seçme hakkının bile elinden alındığı bir aşamaya gelindiğini ayırt etti ve direnmeye karar verdi. Bu gelişme ile birlikte neredeyse çok partili hayatın başlangıcından bu yana cümle sağ iktidarların kendi meşruiyetlerinin biricik dayanak noktası haline getirdikleri milli iradecilik tam da yapısal olarak onun karşıtı ilan ettikleri bir partinin yani CHP’nin eline geçmiş oldu. Cuntacılık ve darbecilikle sürekli itham edilen, milli iradeden kaçmakla suçlanan ve yapısal olarak seçkincilikle malul olduğuna dair envaı çeşit teori üretilen bir partinin milli iradeciliği eline geçirmiş olması tarihin ironisi değilse başka nedir ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar