1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Savaş tamtamları çalarken
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Savaş tamtamları çalarken

A+A-

1-Siyonist İsrail’in İran’a yönelik müdahalesi dün gece itibarıyla başladı. Askeri ve nükleer tesislerin hedef alındığı bu saldırıda İran’ın büyük kayıplar verdiği görülüyor. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakırı ile Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami öldürülenler arasında yer alıyor. Öldürülen asker ve devrim muhafızları komutanları yalnızca bu isimlerle sınırlı değil. Siyonist İsrail’in İran Ordusu ile Devrim Muhafızlarının komuta kademesini de hedef aldığı anlaşılıyor. Ayrıca İran’ın nükleer programında çalıştığı iddia edilen altı bilim insanının öldürüldüğü ve bunların arasında daha evvel Dünya Atom Enerjisi Kurulu Başkanlığı yapmış olan isminde olduğu söyleniyor. Görünen o ki Siyonist İsrail yalnızca nükleer tesisleri hedef alıp İran’ın nükleer altyapısını yok etmeyi hedeflememiş, iki önemli silahlı kurumu, ordu ile devrim muhafızlarının komuta kademesini de hedefleri arasına almış.

2-Bu saldırı İran’ın nükleer silah programı ile ilgili olarak ABD ile yürüttüğü görüşmeler devam ederken gerçekleşti. Bugün dünya üzerinde Çin, Rusya, ABD, Fransa, İngiltere, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail gibi ülkelerin ellerinde nükleer başlıklı silahlar bulunduğu ve bu ülkelerin nükleer silahlara sahip olabilmek için gerekli olan uranyum seyreltme kapasitesine sahip olduğu biliniyor. BM kararlarına ve bu işin denetçisi konumundaki BM’ye bağlı Dünya Atom Enerjisi Kurumu’nun varlığına rağmen ülkeler nükleer silah elde etme hevesinden vazgeçmiyor. Çünkü nükleer silahlara sahip olmak ülkelere büyük avantaj ve dokunulmazlık kazandırıyor. Nükleer kapasite sahibi olmak sadece büyük bir savaş yeteneğine sahip olmak anlamına gelmiyor. Ayrıca ülkelere nükleer santrallere dayalı enerji üretmek konusunda da büyük avantajlar sağlıyor. O nedenle küresel düzen sahipleri öyle her önüne gelenin nükleer silah ve santral sahibi olmasını istemiyor. Ellerinin altında ki kurumlar aracılığıyla da istemedikleri ülkelerin bu araçlara sahip olmasını engellemek için her yola başvuruyorlar.

3-İran batıya uyumlu ve batının bölgesel çıkarlarına hizmet eden bir ülke olmuş olsaydı kimse onun nükleer silah elde etme konusundaki yeteneklerini dert etmez ve bugün olduğu gibi bir savaş sebebi saymazdı. Hatırlanacaktır Saddam için de aynı senaryo yazılmış ve Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddia edilmiş ve bu husus müdahalenin gerekçesi yapılmıştı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Powel elinde uyduruk CIA belgeleri ile BM kürsüsüne çıkmış ve Irak’ın bu silahlara sahip olduğunu iddia etmiş ise de dönemin Dünya Atom Enerjisi Kurumu Başkanı bunun gerçek olmadığını söyleyerek görevinden istifa etmiş ve çok sonra Powel CIA tarafından kandırıldığını söylemişti. Dolayısıyla mesele küresel düzen sahiplerinin istemediği bir gücün bu yeteneklere ulaşmış olmasında yatıyor. Eğer küresel düzen sahiplerinin işbirlikçiliğini yapıyor ve bu konuda onlara itimat telkin ediyorsanız nükleer silahlara ulaşmanıza kimse karışmaz. O nedenle dünyanın bu konudaki ikiyüzlülüğünü önce bir kayda geçirelim.

4-İran ile ABD arasındaki müzakereler devam ederken bu oldubittinin yaşanmasını ise ayrıca değerlendirmek gerekiyor. İran direniş ekseninin kırılması ile birlikte yeniden masaya dönmeye karar vermişti. İran nükleer yeteneklerini yeniden uluslararası denetime açmaya karar vermiş ve görüşmeler Umman’da devam ediyordu. Önümüzdeki pazartesi günü taraflar yeniden bir araya gelecekti. Trump sözde bu görüşmelere büyük önem veriyor ve İsrail’in saldırgan tutumunu frenleyen kişi olduğunu propaganda ediyordu. En son bölge seferinde İsrail’e uğramamış olması Trump ile İsrail arasında bir soğukluğun olduğu şeklinde yansıtılıyordu. İsrail, Şam’daki Ahmet El Şara rejiminin silah kapasitesinden yoksun kalması için ülkedeki havaalanlarını, limanları ve askeri tesisleri imha ederken ABD’nin önce yaptırımları kaldırması, akabinde Büyükelçiliğini faaliyete geçirmesi İsrail ile ABD’nin bölgesel politikalarda farklılaşması olarak okunuyordu. İran ile masada oturan Trump’ın aniden ABD personelinin 24 saat içinde bölgeyi terk etmesi ile Bağdat Büyükelçiliği’nin boşaltılması talimatını vermiş olması büyük bir aldatmaca ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

5-Daha görüşmeler devam ederken ve her hangi bir sonuca ulaşılmamış iken İsrail’in İran’a yönelik başlattığı ‘Yükselen Aslan’ adı verilen operasyon, bölgesel politikalarda ABD ile İsrail arasında bir farklılaşma değil bir uyum olduğunu gösteriyor. Farklılaşma olarak dışarıya yansıtılan tutumlar bir aldatmacanın parçası bile sayılabilir. Çünkü ABD ile İsrail arasında 50’li yılların sonlarından itibaren kurulan ilişkilerin doğasına bakıldığında görülecektir ki karşımızda iki devletten ziyade tek bir bütünün parçaları vardır. İsrail ile ABD aynı çıkarın bir araya getirdiği kuvvetlerdir. İsrail’in bölgedeki varlığı sadece kendi varoluşuna odaklanmış olmayıp İsrail bölgede kuruluşunda bizzat söz sahibi olduğu bir düzenin çıkarlarının bekçiliğini yapıyor. Bu simbiyotik ilişkiyi anlayamadığımız takdirde ne küresel düzenin dinamiklerini doğru okuyabilir ne de bugün sürdürülen savaşların doğasını açıklayabiliriz. Bugünün küresel düzeninin temelleri ikinci savaş sonrasında ABD, İngiltere ve İsrail öncülüğünde atıldı. İsrail’in 1948 yılındaki kuruluşu ile küresel düzenin mimarisinin tamamlanması eşanlı gerçekleşmiştir.

6-Hanayi suikastını engelleyemeyen, cumhurbaşkanını sözde bir uçak kazasında kaybeden İran devletinin aslında bir kâğıttan kaplan olduğu her halde anlaşılmıştır. İçeride baskıcı bir düzen kurarak vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini kısıtlamak ülkeleri güçlü yapmadığı gibi düzen sahiplerini asıl rakipleri karşısında çok zayıf bir konuma da itiyor. Çünkü düzen ile vatandaşları arasındaki ilişki organik değil suni bir temele dayanıyor. Düzen gücünü sadece vatandaşlarına gösterebildiği için en nihayetinde bir güç zehirlenmesine maruz kalıyor. Baskıcı ve totaliter rejimler bu nedenle gerçek güç kaynaklarından kopuyor şatafat gösterilerini güç zannediyor. Düzen delik deşik olmuş, limeleri dökülmeye başlamış, yurttaşları rejime olan sadakatlerini kaybetmiş farkına dahi varılamıyor. Yukarıda zikrettiğimiz operasyonlar ve İsrail’in son operasyonu İran devleti içinden elde edilen istihbarat olmaksızın mümkün olmazdı. İran yaydığı bütün güç ve ihtişam imgeselliğine karşılık son tahlilde hantal, çökmüş bir şark despotluğundan başka bir şey değildir. İsrail’in bu operasyonlardaki en büyük amacı İran devletinin bu sefil halini İranlılara göstererek, sokakları harekete geçirmek suretiyle mollalar rejimine son vermektir.

7-İsrail’in amacı İran’ın nükleer kapasitesini bir daha telafi edilmeksizin yok etmek olmuş olsaydı hedefleri arasına orduyu ve devrim muhafızlarını almazdı. İsrail İran devletinin halkı üzerindeki gücünün despotluğundan kaynaklandığını bildiği için bu gücü şimdi paçavraya çevirerek bir rejim değişikliğine giden yolu hazırlamak istiyor. Despotik yapılar içeride halklarına karşı çok güçlü gözükseler de bu güç gerçek bir güç olmaktan çok uzak olup izafidir. İran’ın silahlı bürokratik gücü ile nükleer konulardaki insan kapasitesinin yok edilmesi İran devleti için gerçek bir şoktur. İran devleti ne elindeki en kıymetli unsurları koruyabilmiş ne de İsrail’in 200 savaş uçağının ülke sınırlarından içeri sızarak hedeflerini vurmasını engelleyebilmiştir. Mollaların kurduğu ve uzunca bir dönem tüm dünyanın da hayranlık duyduğu strateji çökmüş ve iflas etmiştir. Bu strateji gücünü içerideki demokratik bir sistemden değil mollalar sınıfının kurduğu bir sınıfsal koalisyondan alıyordu. Şiilik gibi teolojik çerçevesi içinde kurtuluşçu fikriyata yatkın bir inanç mollaların elinde emperyal bir ideoloji haline getirilmişti. Şiiliğin yorum tekelini ellerine geçiren mollalar bu tekel sayesinde önce bir kasta dönüşmüşler ve Humeyni sayesinde Şiiliğin kitleleri harekete geçirici motiflerini seferber ederek devrimin liderliğine el koymuşlardı.

8-Şii hilali ile İran, ülkesine yönelik saldırıları daha topraklarına gelmeden önlüyor ve harekete geçirdiği bölgesel güçler sayesinde iç konsolidasyonu sağlayabiliyordu. Mustazafların bir inanç biçimi olarak Şiilik kitle seferberliklerine çok yatkın bir inançtı ve Sünni ortodoksi karşısında bölgenin her tarafında Şii azınlıklar ortaya çıkmıştı. Şiiliği bir devlet ideolojisine dönüştüren İran devleti bölgesel ölçekte de Şiiliği canlandırarak kurduğu baskıcı rejimi yıkmak isteyen güçlerle karşılaşmalarını ülke dışına taşımayı becerebiliyordu. Ancak Hamas saldırıları ile başlayan süreç İran’ın direniş ekseninin yok edilmesi ve Suriye’deki rejim değişikliği ile yeni bir evreye taşındı. Artık İran’ın devrim ihracı ile başlattığı sürecin sonuna gelinmişti. Şii direniş ekseninin ayakları yok edilmişti ve sıra İran’a gelmişti. Baskıcı ve despotik yapıların halk üzerinde kurduğu egemenlik korku ve sindirmeye dayalı olduğundan rejimler dayanıklı olmayıp bir kâğıttan kaplandır. Ama İran ülkesi tarihin gördüğü en büyük medeniyetlerden birine sahiptir. İran ülkesi her hangi bir devlet olmayıp bir uygarlık birikimidir. Dolayısıyla böyle bir yerde küresel düzen sahipleri rahatlıkla at koşturamaz. Medeniyet birikimine sahip ülkeler kolay dağılmaz ve en zor zamanlarda yeniden toparlanır. İran ülkesi İngiliz ve Rus boyunduruğunu yaşadı, ancak bu medeniyet birikimi sayesinde tekrardan bağımsızlığını kazandı. İran halkı umarız ki bu medeniyet birikimini ayağa kaldırır ve ne mollaların despotik egemenliğine ne de küresel güç sahiplerinin zorbalığına boyun eğer.

Önceki ve Sonraki Yazılar