Taht Kavgaları
Erdoğan sonrasına ilişkin taht kavgaları hızlanmış görünüyor. Saray çevrelerinden kulis alma becerimiz olmadığından olanı biteni tam olarak bilebilmemiz elbette mümkün değil. Ancak birşeylerin hızlandığına dair emarelerde çoğalıyor. Damat Berat Albayrak'ın dışlanmasından sonra askeri-sınai kompleksin başındaki damat öne çıkmış, teknofest rüzgarı ile kendisine 'tekno-muhafazakar' bir imaj çizme atağına kalkmıştı. Damat Bayraktar günlük siyasi polemiklerin dışında bir imaj tasarlıyordu kendisi için.Türkiye'nin son yıllarda askeri-sınai alanda kalkıştığı atılım onun hanesine yazılıyordu.
Ama 'sır küpü' olarak bilinen Hakan Fidan bu imaja bir çizik atmış görünüyor. Erdoğan'ın Trump ile buluşması üzerine çok yazıldı çok çizildi. İçeride yandaş basın ziyaretten bir rüzgar çıkarmaya, Erdoğan'ı tam gaz bir dünya lideri olarak şişirmeye devam ederken, Fidan'ın askeri-sınai kompleksin göz bebeği yerli Kaan uçağı ile ilgili yaptığı ifşaat herşeyi tuzla buz etmeye yetti. Yandaşlar, yandaş kanallarda birbirine düştü. Yalakalıkta birbiri ile yarışan bu tipler kimin daha yandaş olduğunu ispatlamak için birbirine girdi ve asıl sahiplerinin kim olduğunu ifşa etti.
Ketumluğu ile tanınan ve Erdoğan'ın sır küpüm dediği Fidan'ın böyle bir açıklama yapması bir tesadüf olamaz. Karizması çizilen sadece Damat Bayraktar değil Erdoğan oldu. Kaan adı verilen ve Türkiye yüzyılının simgelerinden sayılan uçağın motorunun ABD'den geleceği ve bunun için Senatodaki yaptırımların kaldırılmasına gerektiğine ilişkin bilgilerin bizzat Fidan tarafından ifşası ciddi bir krize sebebiyet vermiş görünüyor. Halbuki uçağın motoru dahil her şeyi yerli ve milli olacaktı ve uçak için siparişler alınmaya bile başlamıştı. Siparişler bir yana uçağın motorunda dahi ABD'ye bağımlılığın ifşası, yerli ve milliliğin yalan üzerine kurulu bir şişinmeden ibaret olduğunu ispatlamaya yetiyor.
Fidan böyle birşeyi neden yapmış olabilir? Bu zat sabırla kendine bir iktidar stratejisi planlıyordu. Erdoğan'ı bir dünya lideri haline getiren süreçlerin asıl planlayıcısı idi. İstihbaratı Türkiye güvenlik bürokrasisinin merkezine taşımış hem operasyonel alanda hem de diplomasinin yürütülmesinde teşkilatı öne çıkarmıştı. Operasyonel yeteneği sınırlı, elemanlarının büyük bölümü askeriyeden transfer edilen ve fazla öne çıkmayan teşkilat Erdoğan iktidarı şahsileştirdikçe başındaki kişilerin devletin değil başındaki kişinin sır küpü olmasıyla birlikte rejimin kritik mevzilerine yerleşmeye başladı. Fidan tüm bu gizemli ilişkilerin merkezindeki isimdi. Bu özelliği onu meraklı bakışların nesnesi yapmaya yetiyordu. Ama bizzat kendi de bu imajın üretilmesinde faaldi. Türk muhafazakarlığı ve milliyetçiliği güçlü devlet imajını hep sevdi. Fidan camiaların bu özelliğini iyi bildiğinden bir dönem TV kanallarında bu imajı parlatan dizilerden geçilmiyordu.
Fidan'ı ilk hedef alan CHP 'nin diplomasiden gelen genel başkan yardımcısı Namık Tan oldu. Fidan istihbaratta edindiği alışkanlıkları diplomasiye taşımaya çalışınca ve bakanlığın organizasyonunda köklü değişiklikler yapmaya girişince bundan rahatsızlık duyan çevreler el altından Fidan'ı zor duruma düşürecek bilgileri sızdırmaya başladılar. Tan'ın eski bir diplomat olarak Fidan'ı hedef alması ve sunduğu bilgi notlarının Özel tarafından mitinglerde paylaşılmasının asıl nedenini bilemiyoruz. Acaba Fidan bir istihbaratçı olarak CHP'ye yönelik yargısal markajın planlanmasındaki kurmaylardan biri miydi yoksa saraydaki taht kavgasına giriştiği rakipleri bir yıpratma taktiği ile CHP'ye bilgi mi sızdırıyordu? Tan ve Özel Fidan ile neden uğraşıyordu karar veremiyorum.
Önce Habertürk, Shov TV ve Blomberg Tv'nin de sahibi olan ve asıl olarak on bir ülkedeki kaçak sigara pazarında tekel kurdukları iddia edilen Doğubayazıtlı Can ailesinin mallarının müsadere edilmesi, ailenin tüm üyelerinin tutuklanması haberini işittik. Bu kanalları bir süre önce eski sahibi Ciner bu aileye satmıştı. Bilindiği gibi Türk siyasetinde iddialı bir pozisyon almanız için en azından birkaç TV kanalının sizi desteklemesi ve imajınızı parlatması bir kitle iletişim yasasıdır. Can ailesinin çarpıcı büyümesi ve kısa bir sürede medya sahipliğine sıçraması medyanın kar getiren bir sektör olmadığı hatırlandığında bu sahipliğin kim için üstlenildiği soru işareti olarak akla geliyordu. Rekabet Kurulu ve RTÜK gibi kurumların sistem içindeki rolü düşünüldüğünde bu sahipliğin saray çevrelerinin oluru olmaksızın olmayacağını kuşkusuz herkes biliyordu. Ciner'in ise malını mülkünü dışarıya kaçırdığı, sektörden çekildiği konuşuluyordu. Ve en sonunda Ciner hakkında yakalama kararı çıkarıldı.
Ciner'in 70'li yıllarda İstanbul'da karaborsa sigara sektöründe bir tombalacı olarak hayatna başladığı ve ilk elinden tutanın o zaman İstanbul'da polis şefliği yapan Mehmet Ağar olduğu bu alemlerin meraklıları tarafından bilinir. Ciner kömür madeni ve maden suyu imtiyazları alarak büyümüş ve kuşkulu serveti ile dikkat çekmiş biriydi. Edindiği servetin gerçek sahibinin kendi olmadığı ve bir emanetçi olduğu yazıldı çizildi. Ağar'ın olduğu iddia edildi. Sanki bir el tüm bunları planlıyormuş gibi Ağar'ın otuz küsür yıl sonra Uğur Mumcu cinayetinde tanık olarak mahkemeye çağrılması ve dinlenilmesi bir tesadüf müdür? Olup bitenleri kapitalizmin yapısal özelliklerinden sayıp, sermaye süreçleri ile kirli denilen para arasındaki ilişkiyi bu düzeyde kanıksayıp geçiştirecek miyiz yoksa iktidar katlarında Erdoğan sonrasına ilişkin hazırlıkların hızlandığına dair bir çıkarım da bulunup daha fazlasına şimdilik girmemekle yetinecek miyiz?

